Bu hafta İzmir’de, beni mutlu eden üç konferans verdim. Biri Dokuz Eylül’ün İşletme Fakültesinde (“Küreselleşme ve Ulus-devlet”), ikincisi Türk-Amerikan Derneğinde (“AB, Türkiye, Azınlıklar”), sonuncusu da İletişim Kitabevinde (“K.Irak, ABD, Türkiye”). Üniversiteli gençler salonları tamamen doldurmuşlardı; mutluluğum oradan.
Üçüncü konuşmada ön sıralardan bir genç söz aldı: “Sevr Paranoyası dediniz. Sevr bir paranoya değildir. İmzalanmış, gerçek bir antlaşmadır. Uygulanmamışsa, buna Kurtuluş Savaşı engel olmuştur. Bugün de hortlatılmaya çalışılmaktadır”.
Bundan sonra, nasıl hortlatılacağını anlattı: “Geçenlerde Trabzon’da Amerikalı doktorlar kan örnekleri toplamaya teşebbüs ettiler, vali önledi. Amaçları Pontus’u yeniden kurarak bağımsızlık ilan etmek. Fener Rum Patrikhanesi, Fener civarından sürekli ev satın alıyor. Amacı Patrikhane’yi Vatikanlaştırarak Türkiye’den ayırmak…”
Bu söylemi artık öylesine ezberlemişim ki, arkasından yalnız hangi temanın değil, hangi kelimenin geleceğini de biliyorum. Sanki, bu işin bir Kitab-ı Mukaddes’i var da, oradan ezberleniyor. Konuşan gence “Aman kardeşim, Türkiye’de çok yanlış bilinen bu konuları ben biraz iyi bilirim, istersen pek girme” dedim ama kim dinler? Aynı minval üzerine devam ediyor. Onun üzerine, başladım…
* * *
Sevr’in geçerliliği… Bir antlaşma, geçerli olabilmesi için imzadan sonra ratifikasyon (onama) aşamasından geçer. Bu yapılmadığı için Sevr teknik terimiyle kadük’tür (sonuçsuz kalmıştır). Hadi, bu önemli değil. Sevr’in tarafları o zaman savaşmaktan yeni çıktığımız büyük devletler idi. Bunların tümü bugün müttefikimiz; hangisiyle harp halindeyiz? Buna rağmen, yine de parçalamak istiyorlar diyorsan, neye dayanıyorsun? Niye parçalasınlar yahu? Diğer yandan, Sevr’in en önemli hükmü olan madde 232, Haziran 2000’den beri yürürlükte: Türkiye bütçesi TBMM’ye sunulmadan önce İMF Türkiye Masasına gitmek ve onay almak zorunda. Sen mesela bunu bilmiyorsun ama, benim bilmediğim şeyleri biliyorsun…
Kan örnekleri almak… Demek ki Rumların kanıyla Türklerin kanı farklı. Acaba hangi gruptandırlar? Rh faktörleri nasıldır? Demek ki Atatürk milliyetçiliği bu memleketi “toprak” esası değil, “kan” esası üzerine kurdu? Demek Türkiye’de herkes kimliğini hangi rahimden çıktığına göre belirliyor. Peki, ya anasının geçmişinde Türk olmayanlar varsa? Kayı aşireti “dört yüz çadır”la geldiğinde ya Anadolu bomboştu ve Türk anaları her batında 500’er 500’er doğuruyordu, yada bu insanlar Anadolu’nun otokton (yerli) halkları olan Rumlar, Kürtler ve Ermenilerle karıştılar. Hangisidir dersin?
Fener’in Vatikanlaşması… Peki kardeşim, en basitinden, Patrikhane nasıl mal ve toprak edinecek de İstanbul’un içinde bağımsız devlet kuracak? Bizdeki patrikhaneler, tüzel kişilikleri olmadığı için tapuya gidip mal edinemezler; bunu biliyor muydun? Bilmeden nasıl bu kadar fantastik bir iddiayı hiç çekinmeden ileri sürebiliyorsun? Hayır kardeşim, muvazaa yapıp şahıslar üzerine kaydettin mi hiç olmaz çünkü onların da mirasçıları var. Sen olsan, bu devirde, baban ölünce tapulu mirasını camiye medreseye kaptırır mısın? Sonra, biliyor musun ki, yaklaşık 25 yıl içinde, papaz olacak genç bulamamak yüzünden Fener kendiliğinden kapanacak ve Yunanistan’ın Batı Trakya’da eli pratikte serbest kalacak? Dahası, Fener Patrikhanesi Roma’daki Vatikan gibi olsa, bırak turizmi, bunun Türk dış politikası için ne büyük koz olacağını hiç düşündün mü? Ya bu durumun Moskova Patrikliğinin yani Rusya’nın hiç hoşuna gitmeyeceğini?
Çok sordum ama, şimdi esas soruya geçiyorum: Farkında mısın ki, Türkiye’deki durum ABD’ye çok benziyor? ABD, tarihinin en büyük talihsizliğine Komünizm çökünce uğradı ve allahtan 11 Eylül patlak verdi de, onun yerine uluslararası terörü koyup yoluna devam edebildi. Türkiye’de de, Komünizm korkusunun yerine Sevr korkusu ikame edildi. Aradaki fark şu: ABD bunu dünya halklarını emperyalist baskı altında tutmak için kullanıyor, Türkiye ise kendi halkını korku altında tutmak için.
Amerika’da yaşayan ünlü Prof. Vamık Volkan’ın “chosen trauma” (seçilmiş travma) kavramını duydun mu? Milletler, sıkıştırıldıkları durumlarda, kimi mukaddes korku’lar icat edip ona sarılırlar. Biz de bu Sevr Paranoyasını inşa edip ona sarıldık. Hatırlarsan, bu paranoya 1970, 80 ve 90’larda birbirinin üzerine eklenen üç dış politika ortamından beslenmişti: Ermeni, Kıbrıs, Kürt sorunları. Biz bunları soğukkanlılıkla tartışacak yerde, halının altına süpürmeye soyunduk. 1915 Tehcirini insanlarımızdan yıllar yılı saklayarak ASALA sorununu, “Çözümsüzlük çözümdür” diye herkesi susturarak Kıbrıs sorununu, Kürtçe isimleri yasaklayarak da PKK sorununu azdırdık. Üçü de, demokrasi yokluğuyla beslenip büyüdü; okyanusların dibinde ancak oksijensiz ortamda yaşayan bakteriler gibi.
Şimdi bu Sevr Paranoyası, temel sorunların tartışılmasını “Aman, parçalanırız!” diye yasaklıyor. Yıllar yılı halının altına süpürdüğümüz pamukçuklar burnumuza doluşmaya başladı. Gençlik demek, atılganlık demektir; gençler bile bu korkudan korkarsa, bizler ne yapalım?
Sevgili kardeşim, bu 1930 mantığı o devirde ilericilikti ama, 2003’te fena halde gericilik anlamına geliyor. Çünkü sorunları tartışmayı önlüyor. Bu memleketi demokratlaştırmaya sonunda İslamcılar soyundu ve bunu yapacaklar da; acaba bu da mı seni uyarmıyor?