Artık iyice azalan günleri hakkında 90 küsurluk ninem Kulalı Şükrüye Hanım “Eee, vakit zaman geliyor artık…” derdi. Çok şükür Türkiye için böyle bişey yok ama, sanırım İkinci Dünya Savaşından bu yana ülkemizin geçireceği en zor günler için “vakit zaman geliyor”.
Çünkü, bir yanda, çaresiz bir Irak’a saldırmak için kaldırmış gelen bir zorbalık timsali var. Çünkü dünya enerji kaynaklarına el koyması, duraklayan ekonomisini canlandırması ve dünyayı korkutarak hegemonluk süresini uzatması lazım. Türkiye’yi de ardı sıra sürüklemek istiyor…
Ve diğer yanda, Orta Doğu bataklığına girmemeyi prensip edinmiş ve böylesi berbat bir durumda ne yapacağını bilemeyen bir Türkiye var.
* * *
Evet, Türkiye Amerika’ya ciddi borçlu: 2001 sonu itibariyle 100 milyar dolarlık iç, 115 milyar dolarlık da dış borç. Yüzde 60’ı aşmaması gereken Kamu Borcu/GSYİH oranı yüzde 143’e vurmuş. Böyle bir durumda yeni dış borç bulabilmesini, ABD’nin İMF’yi “ikna” etmesine borçlu. ABD’nin Apo’yu paketleyip Nairobi’de teslim etmiş olması da borcun manevi yönü…
Yine de, Türkiye bu kadar zor durumda kalmayabilirdi. Bunca borçlu olduğu ABD’nin bunca hegemonluğuna rağmen, “Bu benim savaşım değil!” diyebilirdi. Çünkü o bir “Stratejik OBD”. Bir Orta Büyüklükte Devlet ki, boyundan çok büyük stratejik önemi sayesinde büyük… Böyle bir devlet evrensel konularda gıkını çıkartamaz ama, kendi açısından yaşamsal önem taşıyan bölgesel konularda çok acardır; hemen çemkirir. Nitekim, böyle bir sıkışık durumda bile, “BM’den ikinci bir karar çıkartmalısın” diyebiliyor.
Ama bu sefer “Bu benim savaşım değil” deyip kurtulamıyor. 24.12.2002 tarihli Milliyet’e göre artık “BM veya NATO kararı” demeye başladı; bu çok vahim bir gelişme. Çünkü ortada, ABD’nin çok ustaca kullandığı bir Matruşka durumu var: “Türkiye için yaşamsal önemdeki” bölgenin içinde çok yaşamsal önemde bir konu daha yatıyor: K.Irak’ta bir Kürt devletinin kurulması olasılığı. Bu olasılık olmasa, Irak’a bulaşmayı aklından bile geçirmeyecek ama, girmezsem de Kürt devleti kurulursa ve benim Kürt vatandaşlarımı zaman içinde etkilerse, diye korkuyor. Çünkü kendi Kürt vatandaşlarından emin değil.
İşte Türkiye’nin bu endişesi Amerika’nın çok işine yarıyor. Aslında, çok daha mantıklı tehditlerde bulunabilir, örneğin “Savaşa benim yanımda katılmazsan İMF’den taze borç bulmayı unut” diyebilirdi. Bunu, kendi düşünce kuruluşlarındaki bilim adamlarına söyletiyor ve kendisi çok başka bişey söylüyor: “Barış masasına oturtmam seni”. Yani, resmen, Kürt devleti konusunda söz sahibi olamazsın, diyor. Bu tehdidi bir incelemek gerek:
ABD vuracak; kesin. Saddam gidecek; kesin. Yerine bir federasyon kurulacak; bu da kesin. Çünkü hem ABD çok aramasına rağmen Saddam’ın yerine devleti üniter düzende tutacak Amerikancı bir Iraklı general bulamadı, hem de herbiri özerklik isteyen Iraklı muhalifleri Saddam’a karşı başka türlü harekete geçiremez. Federasyon demek, biri Kürt Federe Devleti olan 3 tane federe devlet demek.
Bu durumda Türkiye barış masasına otursa neyi sağlayacak? Kürtlere petrol bölgelerinin verilmemesini mi? Zaten vermeyecekler. Kürtlerin kısa vadede Türkiye’ye sorun çıkartmamalarını mı? Zaten çıkartamazlar. Uzun vadede çıkartmamalarını mı? Bunu kimse garanti edemez ki Amerika etsin.
Ama, Türkiye edebilir. Kendi Kürt kökenli yurttaşlarını mutlu ederse edebilir. Bir yandan aş ve iş, diğer yandan demokrasi verirse (ve bu iki şeyi aynı anda verirse) edebilir. Ama, Hakkarili vatandaş çöplük karıştırırsa, edemez. TV’de Berivan oynarken Diyarbakırlı vatandaş kızının adını nüfus memuruna Berivan yazdırtamazsa, edemez. Eğitim-Sen kurultayında Kürtçe şarkı söyleyen 5 öğretmen henüz DGM’de davaları devam ederken MEB Disiplin Kurulunca meslekten atılırsa, edemez.
Edemeyince de, K.Irak Kürtlerinin federe devlet kurmalarından korkar. Korkunca, hiç niyeti yokken Amerika’nın ardı sıra Irak bataklığına girer. Girince de, hem Amerika’nın “tavşana kaç, tazıya tut” oyununa gelmiş olur, hem de oturduğu barış masasında ne arıyorum diye kendi kendine sorduğuyla kalır.
“İş, aş, demokrasi zamanla olur, sen hemen şu anda Türkiye’nin ne yapması gerekir onu söyle!” diyorsanız, hemen söyleyeyim:
1) Asla asker vermesin, Amerikan-İngiliz tümenlerini güneydoğuya doldurtmasın: Zaten, sanırım böyle de olacak; Türkiye Stratejik bir OBD.
2) Ama bu yetmez; Kürt devletinden titrediğimiz sürece hep aynı noktaya geleceğiz. Federasyon laflarından geçilmeyen bir ortamda, Kürt devleti kurdurmasın diye Amerika’ya bakmasın Türkiye. Mukadder gözüken bu Federe Kürt Devletinin ebeliğini kendi yapsın.
Yapsın ki, doğacak çocuğun adını kulağına okusun, altınını taksın, sütünün kaç saatte bir verileceğini söylesin, kundağının rengini saptasın; kısacası, Orta Doğu’da Kürtlere karşı altı yüz yıldır oynadığı süzeren (efendi) rolünü devam ettirsin. Ne derler, “Ağalık almağınan değil, vermeğinen olur”muş…
K.Irak’ta bunu yapabilecek gücü kendinde bulan bir Türkiye, kendi Kürtlerine de iş-aş-demokrasi götürmeye gücü olan bir Türkiye olacaktır, Amerika’da salavatla anılan bir Türkiye de.
İç ve dış politikanın birbirine bağlı olduğunu öğretip duruyoruz ama, bu kadar da mı böyleymiş bu iş!