Baskın Oran

Dikkat, modern kapitülasyonun daniskası: “Tahkim”

Silahlı Kürt milliyetçiliğine tepki olarak verilen oylarla, Türk milliyetçileri 18 Nisan seçimlerinde görev başına geçtiler.

Ama, şimdi kendilerini bir de cenaze levazımatçılığı görevi bekliyor. Önümüzdeki haftalarda hazır olunuz:

İMF yönetimindeki uluslararası şirketler, gerçek milliyetçiliğin iktisat alanında olanaksız kılınması demek olan “tahkim”i, şimdi tutup, bizzat bu iki milliyetçi partiye yasalaştırtacaklar.

Uluslararası kapitalizm, gerçek milliyetçiliğin ölüsünü  sürükleme işini bu iki “milliyetçi” partiye, DSP ve MHP’ye yaptıracak.

Şu son 10 gündür çokuluslu şirketlerin Türk avukatları koro halinde fetva verip duruyorlar:

“Tahkim’i hemen çıkartalım, yoksa yabancı sermaye akımı duracak. Zaten, Danıştay vizesi de işleri çok geciktiriyordu! 30 milyar dolarlık enerji yatırımı bekleyip duruyor!”

Koru şefi, biliyorsunuz, bizzat TC Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel.

* * *

“Tahkim”, imtiyaz konularında ulusal yargının devreden çıkarılması ve bu yargı yetkisinin uluslararası hakemlere havalesi demek. İki taraf oturup birer uluslararası hakem (hakim değil), bir de ortak hakem seçiyorlar, kararı bu 3 hakem veriyor.

İmtiyaz ne?

İmtiyaz, fabrika kurmak ve maden işletmek gibi konularda bir kişi yada kuruluşa devlet tarafından verilen özel izin. Bu izni alan, o konuya başkasını sokmaz. Buna karşılık, o hizmeti başlatmayı ve yürütmeyi taahhüt etmiş olur.

Aynen, bugünkü yap-işlet-devret’ler gibi.

Özellikle enerji üretimi konusunda çokuluslu şirketler, İMF’yi araya koyarak, tahkim’in yasalaşmasını (yani Anayasanın 155. maddesi gereği Danıştay’ın sahip olduğu yetkinin ortadan kaldırılmasını) istiyorlar. Yabancı sermaye getirmeyi bu şarta bağlıyorlar. Devlet de, “Aman, İMF’yi küstürürüm” diye tir tir titriyor.

Tahkim gerçekleşirse, örneğin, şu anda Bergama’dan pılıpırtısını toplamakta olan siyanürcü Eurogold şirketi işine devam edebilecek. Çünkü Danıştay’ın yetkisi sıfırlanacak. Yetki 3 hakemde olacak.

* * *

Tarih öğrenmenin amacı, bugünü anlayabilmek ve yarını tahmin edebilmektir.

Mülkiye Uluslararası İlişkiler 3. Sınıftaki Türk Dış Politikası-1 dersine Osmanlı’nın nasıl battığıyla başlanır. Bakın, borçlanmanın imtiyaz olayını nasıl doğurduğunu, kapitülasyonların işin neresinde devreye girdiğini öğrenciye nasıl veriyoruz, size özetleyeyim, siz de bugünkü Türkiye’de nelerin nelerle birleşince neler olduğunu ileride çocuğunuza anlatırsınız:

1)  Osmanlı ilk defa Kırım savaşında dış borç aldı (1854). Bikaç yıl içinde öyle bir borçlandı ki, ödeyebilmek için Galata Bankerleri denilen gayrımüslim sarraflardan iç borç almaya başladı (1860).

Aynen, bugün bizim 80 milyar dolarlık dış borcu ödemek için durmadan dış borç alışımız ve ayrıca iç borçları da 75 milyara ulaştırışımız gibi…

2) İç borcun da çivisi kısa zamanda çıktı (aynen bugünkü gibi). Taksitlerin ancak yarısının ödenebileceğini ilan eden Ramazan Kararnamesinin (1875) ardından, ödemeler tümüyle durduruldu (1876 iflası).

Örneğin bizim 1994 iflasımız gibi…

3) Bunun üzerine Galata Bankerleri, borca devam için, devletin 6 önemli gelir kaynağının (tütün, içki, tuz, ipek, pul, balık avı) 10 yıllığına kendilerine kiralanmasını şart koştular. Böylece “Rüsum-ı Sitte” (“altı vergi”) yönetimi doğdu (1879).

Aynen, bugün her hafta çıkarılan % 100 faizli devlet bonolarının bankalara peşkeş çekilmesi gibi…

4) Bu durumda dış borçların ödenmesi gecikince, yabancı alacaklılar devletleri vasıtasıyla bastırdı. Sonunda, Muharrem Kararnamesiyle (Aralık 1881) ünlü Düyun-ı Umumiye İdaresi kuruldu. Galata Bankerleri tahvil verilerek memnun edilirken, Rüsum-ı Sitte gelirleri İdare’ye bırakıldı. İdare, topladığı gelirlerden bir bölümünü yönetim harcamalarına ayırıyor, gerisini dış borçların ödenmesinde kullanıyordu. Yani, devlet içinde devlet idi.

Aynen, bugünkü İMF gibi…

5) Bu durumda geliri kalmayan Osmanlı, kamu işletmelerini (tramvay, liman, maden, vs.) “imtiyaz” (“concession”) adı altında yabancılara yaptırmak/tahsis etmek zorunda kaldı.

6) Osmanlı bu imtiyazlardan da umduğunu elde edemedi, çünkü gümrüklerini nasıl yükseltemiyorsa, bu imtiyazlar konusunda da eli-kolu kapitülasyonlarla bağlıydı.

Aynen bugün Türkiye’nin, özellikle enerji imtiyazlarında bizzat kendi cumhurbaşkanının yönetimindeki “Tahkim Korosu” tarafından elinin kolunun bağlanmak üzere olması gibi…

* * *

Evet, Türk yargısı fevkalade yavaş işliyor.

Evet, bu küreselleşme karmaşasında ölçütler şaştığı için Türk yargısı neyin imtiyaz neyin özel hukuk sözleşmesi, neyin kamu hukuku neyin özel hukuk olduğunu her zaman iyi saptayamıyor.

Evet, ticari konular fazlasıyla teknik ve Türk yargısının mecburen başvurduğu bilirkişiler, tahkimin hakemleri kadar yeterli değil.

Ama birader, yetersizdirler diye okulları kapatıyor muyuz! Zahmet olacak ama, oturur Türk yargısını düzeltirsin, çağdaşlaştırırsın, yabancıların ağzı kapanır, bahaneyle vatandaşlar da ihya olur.

Ulusal yetkiyi yabancıya devretmek daha mı kolay geliyor, yoksa, yetersizlikler bahane edilerek Türkiye satılmak mı isteniyor?

————————————————

Not: 1) Bu hafta, Server Tanilli’yle yaşadığım iki tadına doyulmaz akşam yemeğini anlatacaktım, bu konu bastırdı. Gelecek haftaya.

2) Tahkim konusunu Rona Aybay’dan da okumayı ihmal etmeyiniz (Cumhuriyet, 23 Haziran 99, sayfa 2).

Önceki Yazı
Sonraki Yazı