Baskın Oran

Devlet bu sefer üstte mi, altta mı?

Hani ne demişler, biraz değiştirirsek, “Ne gördüm dememeli, neler göreceğim demeli” demişler.

Laik cumhuriyet hükümetinin ekonomik-sağ kanadının (DYP) bastırdığı özelleştirme tasarısı vardı, bu gerçekleşti. Karşılığında,  Kürt sorunu vesilesiyle, düşünce özgürlüğü konusunda solcu kanadının (SHP) bastırdığı Terörle Mücadele Kanunu (TMK) değişikliği  vardı, bu (en azından) süresi içinde gerçekleşemedi. Çünkü, kendi partisindekilerin yanısıra, dinci-sağ da (RP) 163. madde geri gelecek diye direniyordu.

Bu durumda laik cumhuriyet hükümetinin ekonomik-sağ kanadı, laik cumhuriyet hükümetinin solcu kanadına mahcup olmamak için ve ona danışarak (bir yoruma göre, onun tavsiyesiyle!), başta ünlü Fethullah Hoca olmak üzere tarikat liderleriyle görüştü. Düşünce özgürlüğü konusunda onların desteğini istedi.

Gerçi, böyle bir görüşme ilk kez yapılmıyordu. Özal da aynı işi yapmış, üstelik ayaklarına gitmişti. Böylece devletin itibarını kurtarıvermişti.

Acaba?

Evet, ayaklarına gitmişti ama, böyle bir görüşme için hiç olmazsa devletin resmî binasını sahne olarak seçmemişti. Aldatılan evli kadına hiç bişeyler koymaz da, kocasının kendi yataklarında zina yaptığını öğrenmek koyar!

Boğaziçili kadın başbakanımız  tarikat liderleriyle  görüşmeyi  devletin resmî binasında yaptı.

Çünkü, bilumum dinciler gibi, kadınlar konusunda müthiş kibarlığıyla bilinen bir tarikatın lideri olan Fethullah Hoca, gazetelerin bildirdiğine göre, “Kendisi hanımdır, biz onun ayağına gidelim” demek nezaketini göstermişti!

Ne gördüm dememeli, neler göreceğim demeli. Şimdi, “netçe itibariyle”  ne görmüş oluyoruz? Galiba şunları:

1) Laik cumhuriyet, işin başından beri  sistemden dışladığı iki akımdan (Kürtler ve İslamcılar) birini (Kürtleri),  akıldışı olarak ittiği çukurdan  bir parça çekip çıkarmak için, diğer akımı (İslamcıları) hem kendi omuzuna, hem de bir anlamda Kürtlerin omuzuna bastırarak yükseltiyor.

2) Böylece, laik cumhuriyet, demokrat devlet’i bir parça olsun gerçekleştirmek için, demokratlıkla en ufak bir ilgisi bulunmayan din devleti taraftarlarından yardım istiyor.

(Şimdi,  sakın kimse kalkıp da, “İslamcılar eziliyor, en çok demokrasiyi onlar istiyorlar” falan demek cesaretini sakın göstermesin. Türkiye’de İslamcıların her istediklerini giyebilmeleri ve her istediklerini söyleyebilmeleri için mücadele eden insanlar arasında ben de varım ve bununla övünüyorum. Ama, bunu kendimi inkâr etmemek için yapıyorum, din devletçilerinin demokratlığına inandığım için değil. Ne zaman bu kardeşlerim kalkacaklar, bizim toplumumuzda dinsize de, imansıza da, İslam’ı terkedene de, İslam’ı didik didik edip çağdışı ilan eden kitap yazana da, sabahın esselatında teneke sesle okunan ezandan rahatsız olana da, minietekle gezene de yer var diyecekler, ben ancak o zaman onlar hakkındaki düşüncelerimi yeniden ele alacağım. Daha önce değil.)

3)  Eğer devlet,   tarikatlarla görüşmeyi mecburiyetten ve zayıflıktan değil de, dincileri (veya Kürtleri) sistemin içine çekmek için yapsaydı, bambaşka düşünürdüm. Bu noktada, bir nokta daha aklıma geliyor:

4) Siyaset biliminin Türkiye’de pek bilinmeyen bir deyimi vardır: Kliantelizm. Sözcük anlamı kabaca “müştericilik” biçiminde çevrilebilecek olan bu deyim, bir “Patron”la “Müşteri”si arasındaki çıkar ilişkisini anlatır. Bu ilişki, ilkel anlamda örneğin ağa ile köylüsü arasındadır. Ağa, köylüye bilemeyeceği veya yapamayacağı bazı konularda (mahkeme, tapu dairesi, vb.) yardımcı olur, köylü de ağasını gereken yerde (seçimlerde, kan davalarında vb.) arkalar.

Kliantelizmin modern biçimi, bir siyasal partiyle bireylerin yada grupların ilişkisi biçimindedir. Siyasal parti, bireye çeşitli konularda (özellikle iş bulmak vb.) yardımcı olur, birey de ona oy verir ve oy bulur.

Şimdi, söyleyin bakalım, kim Patron, kim Müşteri bu tarikatlarla görüşme işinde? Çünkü, kliantelist ilişki bir hiyerarşik ilişkidir. Biri alttadır, biri üstte.

İsterseniz, bu soruyu yanıtlayabilmek için, kimin kimin ayağına gittiğini ölçüt olarak alın, ha, ne dersiniz, pek uygun olmaz mı? Nasıl ölçüt ama! Hadi, bu iyiliğimi de unutmayın!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı