Baskın Oran

Fatih’e El Fatihao

İnsan hakları bakımıdan bütün dünyanın tersine gidiyoruz. Bakalım önce dünya mı  bıkacak, yoksa biz mi.

Günlük Aydınlık’ta yazmıştım, “Devlete Karşı Devlet” adlı son kitabımda da var (s.13-38), Lozan’ın 37. ilâ 44. maddelerinin açık hükmüne rağmen, geçen Aralık ayında Milli Eğitim Bakanlığı Ermenilerle, İçişleri Bakanlığı da Rumlarla uğraşmıştı.

Bugünlerde de İçişleri Bakanlığı, gene Fener Rum Patrikhanesine takmış bulunuyor.

20 Aralık tarihli Milliyet’in yazdığına göre, Bakan Nahit Menteşe, BBP milletvekili Esat Bütün’ün “Fener Patriği Fatih Kaymakamlığına bağlı bir memurdur. Kendisini devlet başkanı gibi gösteriyor. Bu duruma yönelik ne gibi tedbir alınıyor?” sorusuna karşı, Patrik Bartholemeos hakkında soruşturma açılması için talimat verdiğini açıklamıştı.

Ertesi gün, İçişleri Bakanlığı yetkilileri haberi şöyle değiştirdiler:

“Hukuki statüsü Lozan Barış Antlaşmasıyla çizilmiş olan Patrikhane’nin bu statüsünün dışına çıktığı şeklinde duyumlar alınması üzerine İstanbul Valiliğine konunun incelenmesi için talimat verilmiştir.” Yani, soruşturma değil de, “inceleme”. Tercümesi: Taciz.

Bir kere, Fener Patriği memur falan değildir. İkincisi, çok değil, en fazla birkaç hafta sonra bu tacizin acısı biyerlerimizden çıkacaktır. Şu veya bu uluslararası örgütte gene ensemizde boza pişirecekler, rezil edeceklerdir.

Ben aslında bu son noktaya başkaları kadar önem vermiyorum. Yabancılar umurumda değil. İki başka noktaya önem veriyorum:

1) Resmî kuruluşlarımızın bu yaptıkları, bizim kendi öz vatandaşlarımızı  taciz ederek hem “Millî birlik ve beraberliğimizi” bozuyor, hem de bizi önce kendi gözümüzde küçük düşürüyor.

2) Rumlara yapılanların acısı, işin sonunda, başka bir günahsız azınlıktan çıkartılacak: Yunanistan’daki Batı Trakya Türkleri.

Üstüne üstlük, tekrar ediyorum, bu devlet kuruluşlarımızın cehaleti (cehaleti olduğunu umarım, çünkü cehalet değilse ancak kötü niyet söz konusudur!), evet cehaleti, içime fenalıklar veriyor.

Birincisi, “Hukukî statüsü Lozan’la çizilmiş olan Patrikhane…”  Ne Lozan’ı beyler? Hadi, açın hayatınızda görmediğiniz Lozan’ı da, gösterin bakiim bana Patrikhane’nin hangi maddede yer aldığını.

Biraz zor gösterirsiniz, çünkü, Lozan’da Patrikhane üzerine edilmiş tek kelime yoktur! Yaa! Benim Mülkiye üçüncü sınıfdaki sübyan öğrencilerim bunu öğrenmeden dörde katiyyen geçemezler efendim.

İkincisi, Lozan’da Patrikhane’nin es geçilmesinin nedeni şudur: İstanbul’da iki yüz binlik bir Rum cemaatı varken, İstanbul işgal edilmişken, Patrikhane yabancı devletlerin çıkarlarına alet olmuştur. Yeni Türkiye, bunu önlemek için uluslararası bir antlaşmaya bu kurumun adını koydurmamış ve böylece onun uluslararası değil, ulusal kurum olduğunu göstermek istemiştir.

Şimdi, bu kurumu, yurt dışına yaptığı geziler nedeniyle, tüm Ortodoksların lideri olmak için Yunanistan ve Rusya’yla işbirliği yapmakla ve İstanbul’da bir tür Vatikan kurmak istemekle suçluyoruz. Deveye boynun eğri demişler de, nerem doğru demiş:

1) Ortodoks mezhebi, bağlayıcı hiçbir yüksek dinsel otorite tanımaz. Ortodokslara göre, Papa, İsa’nın Aziz Petrus’a verdiği yetkilerin hiçbir bakımdan varisi değildir. Yani, İsa’nın vekili değildir.  Zaten Fener, Ekumenik (evrensel) nitelik taşıdığı zamanlarda bile yalnızca bir “Primus inter pares” (eşitler arasında birinci) idi. Diğer Ortodoks kiliselerine kesinlikle üstün değildi; yalnızca protokolde önde gelirdi. Yani, Fener’in Vatikan benzeri bir yapılanmaya gitmesi, teorik bakımdan,  Ortodoksluğun temel direğini inkâr anlamına gelir. Bunu bilmiyor idiyseniz, herhangi bir ciddi ansiklopediye göz atın, yada, örneğin, dikkatimi bu konuya çeken, Dokuz Eylül Üniversitesinden öğrencim Aykan Candemir’e gidip öğrenin.

2) Unuttuysanız anımsatayım, Fener’in bir numaralı rakibi, hatta düşmanı, Yunan Ortodoks kilisesidir. Çok anlaşılabilir nedenlerle, Lozan’da Fener Yunanistan’a sürülecek diye ödü kopmuştur

3) Fatih’i koyacak yerler bulamazsınız da, İstanbul’da Fener’i onun koruduğunu, güçlendirdiğini ve kullandığını niye bilmezsiniz? Bugün dünya Ortodoksluğunun merkezi pozisyonuna hızla yükselen bir Ortodoks patrikliği var ama, Fener değil. Ya? Moskova Patrikliği!

Rusya’nın saldırganlaşmasına paralel olarak giden bir yükseliş bu. Böyle bir ruhanî merkezin Moskova olması mı Türkiye’nin çıkarınadır, yoksa Türk yasalarıyla bağlı, Bizans’tan kalma bir gelenek olarak devlete ikincil konumda bulunmaya alışmış,  üstelik, 2500’lük cemaati kalmış  bir  Fener olması mı? Kara cahilliği ve çağdışılığı bırakıp, önce bunun üzerinde biraz fikir cimnastiği yapmaya çalışın. AGİT dünyası artık öküzün boynuzları üzerinde durmuyor!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı