Şu satırlarla başlayalım: “Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’sunu okumuş muydunuz? (…) Robinson, orada yamyamların elinden kurtardığı Cuma ile ‘dost’ olur (…) [yani,] elde kılıç Cuma’yı köleleştirir (…) Tayyip Erdoğan, ABD’nin Irak için Türkiye’den asker talep ettiğini iftiharla açıklarken ‘Türkiye, ABD ile stratejik ortaklığını gayet ileriye götürmektedir’ deyince bir an çocukluğumun Cuma’sı dile geldi sandım. Zavallı Cuma da, muhtemelen, romana ‘dostluk’ diye yansıtılan bu ‘efendi-köle’ ilişkisini kendi açısından ‘stratejik ortaklık’ diye tanımlıyor ve işe koşuldukça ‘Efendimle ortaklığımız gelişiyor’ diye seviniyordu”.
Crusoe’nun (1719), sömürgeciliğin “yastığını yapan” bir kitap olduğunu biliyordum ama, günümüz Türkiyesinin şapşallığı “stratejik ortaklık”la ilişkisini kurmaya sentez yeteneğim kâfi gelmemişti. İşte, azizim, bu ân, bir hoca için en büyük iftihar ânıdır: Bu satırların yazarı Can (Dündar; Milliyet, 22.7), bırakınız beni, J.J.Rousseau’ya nal toplatmıştır. Rousseau, başyapıtı Emile’de, on beş yaşından önce bir çocuğun eline verilmeye değer biricik kitap olarak kabul etmişti Robinson Crusoe’yu. Ne de olsa, sömürgeci bir ülkenin filozofuydu. Can, sömürülen bir ülkenin filozofu.
Bir de şu satırları okuyalım: “ABD Irak için bizden asker istiyor. Bu bir tek şeyi gösteriyor. Türkiye’de yönetim gayet iyi durumdadır. Türkiye, Amerika ile stratejik ortaklığını gayet ileri götürmektedir”. (Radikal, 21.7).
Başbakan T.Erdoğan’ın başarı ölçütüne bakınız! Bugünlere kadar AKP’nin dış politikasını destekledim. Yaptığı kimi hataları da, şimdiye kadar izlenmiş politikaya yordum. Ama şu anda bitti. AKP, 1 Mart’taki “Güzel Kararsızlık”ın altında ezildi. O tarihten sonra, başardığından korktu. Korkunun ecele faydası olacak sanıyor. Amerika karşısında “istenmeden vermek” politikasının kendisini kurtaracağını umuyor. Bunun için, Irak’a asker de teklif ediyor. Sanki Kore yaşanmadı:
1) Başbakan “ABD bizden Irak’a asker istedi” diyor, ABD Büyükelçisi Pearson “Asker göndermeyi Ankara önerdi” diyor (Cumhuriyet, 22.7), Dışişleri Bakanı Gül “Resmî talep gelmedi, çalışmalar sürüyor” diyor. Böyle kaotik bir iç politika olabilir ama, dış politika olmaz.
2) Bu askerin nasıl gönderileceği konusunda bile kaos var. Liman ve havaalanlarını Irak’a gönderilecek yardım ve askere açan 23 Haziran tarihli “Gizli” kararname varken böyle bir asker göndermenin ayrıca TBMM’den geçmesinin gerekli olmadığı bildirildi. Oysa hem bu gizli kararname yalnızca “kuzey Irak” için (F. Bila, Milliyet, 22.7) ve Türk askeri güneye gönderilecek, hem de gizli bir kararnameye dayanarak yurt dışına asker göndermek rezaletin son perdesi!
3) TBMM’den geçirmeye gelince, o azıcık zor: a) ABD’nin günde ortalama 25 saldırıya uğradığı, çok daha feci günleri eli kulağında bekleyen orta ve güney Irak’a Türk askerini (“Osmanlı Askeri”) üstelik “en az 3 yıllığına” (S.Çevikcan, Milliyet, 22.7) göndermek inanılacak şey değil; öldürülecek en fazla üçüncü Türk askerinden sonra AKP iktidarı “hâk ile yeksân” olur; b) Süleymaniye rezaletinin daha dumanı tüterken kim cesaret edecek? c) Olay TBMM’ye gelince yine “Amerika’yı Küstürmeyelim!”ci Yerli Amerikalılarımızın damarlarına kan yürüyecek; yine boşların boşu, rezillerin rezili bir tartışma ortalığı kaplayacak; d) Başı günbegün bela çizgisinin altına inen ABD’nin bu belasını sırtlamaya, Stratejik bir OBD olan bu ülkede hiçbir iktidar girişmez. Ciddi bütün ülkeler asker göndermeyi reddederken, Türkiye’nin Bulgaristanlaşması veya Polonyalılaşması mümkün değildir.
4) Biraz daha derine dalalım mı? Milliyet 20.7’de F.Bila yazdı ama kimse yeterince anlamadı: Türkiye’nin kuzey Irak politikası gizli bir belgeye göre yürütülüyor: Özel Siyaset Belgesi. Bu belge bu politikayı Genelkurmay’a ihale ediyor, o da kendi bünyesindeki Özel Kuvvetler Komutanlığına. Onun ne yaptığı bilinmiyor. Demek ki Türkiye’yi, TBMM dahil, hiçbirimizin ruhu bile duymadan “yöneten” Milli Siyaset Belgesinin bir de yavrusu var.
Bu durumda, Rumsfeld’in Süleymaniye rezaletiyle ilgili olarak gönderdiği ve çok sinirimize dokunan mektuptaki komplo iddialarını ciddiye alsak mı acaba? Ben, Susurluk’u yaşamış ve faillerini teker teker salıvermiş bir ülkenin çocuğuyum; gizli bir belgeye göre yürütülen bir “ulusal” politikanın nerelere götüreceğini bilemem. Susurluk failleri, yaptıklarını “hep bu memleket, hep bu vatan” için yapmadılar mı? Zamanın başbakanı olacak kişi de onları “Vatan için kurşun attılar” diye aklamadı mı? Susurlukları aklamanın daima en sağlam yolu “Vatan-Millet-Sakarya” edebiyatı değil mi? Şeffaflık yasasının TBMM’ye getirildiği bir dönemde bu nasıl iştir?
Bu durumda Özel Siyaset Belgesi çok mükemmel ve Türkiye’nin gerçek çıkarlarına çok uygun bir belge de olabilir, çok zararlı bir belge de; görmeden söyleyemem. Bu, bu belgeyi düzenleyenlerin dünyaya bakış açısına bağlı olarak değişir. Dış politika konusunda vur abalıya ama, iç politika konusunda Milli Güvenlik Kurulunun icracı yetkisini ortadan kaldırmak isteyen AKP’yi desteklememek mümkün mü?
Dahasını istiyorsanız, onu da söyleyeyim: Basındaki dostlarım Genelkurmay’ın şu andaki hükümeti bu Özel Siyaset Belgesinden haberdar kılmadığını yani ona bu konuda brifing vermediğini kulağıma fısıldıyorlar. Doğruysa, bundan daha büyük felaket olabilir mi? Bu karanlıkta hangi dış politika? Kim, kime, hangi konuda çelme takıyor?
ABD, Irak’daki belayı başından atmak istiyorsa, önce BM’den karar çıkartsın, sonra müracaat etsin. Ancak ondan sonradır ki bu konuyu kabul veya reddi düşünebiliriz. Daha önce, asla. Kore Savaşı bittikten tam 50 yıl sonra, maymun bir gözünü 1 Mart’ta açtı. Süleymaniye rezaletine şükürler olsun, orada da diğer gözünü. Cumalık etmenin alemi yok.