Biz içerden ABD dışarıdan, bu Bodrum böyle sefil olacak. Dışişleri Bakanı Gül ABD gezisinde mealen şöyle önermiş: “Eğer NATO karar alamazsa, eğer Polonya’ya verdiği gibi destek sözü de veremezse, Irak Geçici Konsey Yönetimi bizi davet etsin, geliriz!”. Milliyet’ten (29.7) Y.Çongar’ın haberine göre Amerikalılar bunu büyük heyecanla karşılamışlar. Bak, bu bizim aklımıza hiç gelmemişti; belki bu yöntemle Hindistan’ı bile razı ederiz demişler.
Yani Gül, gazetenin haberi doğruysa, Amerikan askerlerinin ölüm yükünü Türk askerlerinin nasıl sırtlanabileceği konusunda Amerikalılara yol göstermiş oluyor. Bunda, Dışişleri Bakanlığında bir kısım diplomatımızın ABD’yle işbirliğine her zaman (bezik terimiyle: “sans voir”) verdiği bilinen “pek büyük önem”in etkisi seziliyor; zaten yazıda da sözü ediliyor.
Gül tabii ki Türk askerinin ölmesini istemez. Tabii ki amacı ABD’yi ihya etmek değildir. Irak’a asker göndermeyi bir insan mantıken niye isteyebilir, oturup düşündüm:
- Kürt devleti kurulacaktır, bu devletin kurulması kıyamet anlamına gelmektedir, onu önlemek için.
Oysa, hem Kürt devleti kıyamet habercisi değil; hem ABD’ye tek yardım etmiş Iraklılar olan Kürtlerin ABD işgali altındaki bölgede devlet kurmasını engellemeye Türkiye’nin gücü yetmez; hem de Türk askerleri Kürtlerin olduğu kuzeye değil Arapların olduğu ve Amerikalıların öldüğü Bağdat’a gidecek!
- Muazzam bir değişiklik görünürdedir, masada söz sahibi olmak için.
Oysa, olanlar olup bitti; ABD Irak’ta düzenini kurdu ve boğazına kadar battı; bundan sonra ne masası? Zaten, İngiltere’nin bile esamisinin okunmadığı masaya oturmak nereden çıktı?
- Türkmenler katliama uğramaktadır, onları kurtarmak için.
Hem Türkmenler katliama uğramıyor, hem uğrasalar Türkiye’nin kuzeyi işgale gücü yetmez, hem de zaten çok yanlış olan “Türkmenlere dayanmak” politikası yeni terk edildi; Araplar ve Kürtler de soydaşımız ilan edildi.
- Türkiye ABD’nin “stratejik müttefiki”dir, Türkiye zor duruma düşünce ABD hemen koşmaktadır, şimdi koşma sırası da Türkiye’nindir. Böylece prestij de sağlayacaktır.
Buna cevap verip nefes tüketmeyelim. Yaşasın Süleymaniye.
- Türkiye’de ekonomik durum berbata gitmektedir; Soros’un deyişiyle “en iyi ihraç malımız” olan askerlerimizi Amerikalıları kurtarmak için göndermek, taze kredi gelmesi için şarttır.
Oysa bugün, kredi notumuz B eksi’den B’ye yükseldi. Enflasyon düşüyor; TL son iki yıldır yüzde 56 değer kazandı. Türkiye 2002’de yüzde 7,8 büyümeyle (Milliyet, 24.7) Çin’in hemen arkasında yer aldı. Üretim ve ihracat artmaya devam ediyor. En azından, bir iktisadi kriz yok.
- 1950’de Kore’ye asker göndermenin nedeni NATO’ya girebilmekti. Şimdi de AB’ye girmek istiyoruz.
Evet de, oraya girmek için de ABD’yle kuzu sarması olmamak gerekiyor. AB, hele ABD tarafından ikiye bölündüğü bir zamanda, ikinci bir Truva Atı mı isteyecek?
- ABD tek süper (hegemon) devlet. Reddedemezsin.
Bunu yaza yaza öldüm. Süper devletin başı süper belada. Burada güçlü olan Türkiye. Bush yönetimi emperyalizm politikasına devam ettiği sürece özellikle, ABD Türkiye’yi küstüremez; bu “Allah’ın emri”dir, böyle biline. Üstelik, bu “ketempere”ye bir girdin mi, sonu yoktur. ABD’nin müseccel Orta Doğu uydusu olur, çıkarsın.
* * *
Şimdi, gelelim çok efendi ve aklı başında bir kişi olan Gül’ün bu asker verme işinde niye böyle istekli göründüğüne:
* 1 Mart öncesinde olduğu gibi Başbakan T.Erdoğan ABD’ye asker taahhüdünde bulundu, onu uyguluyor. Üstelik bunu söylemiş de: bu seferki tezkerenin daha kolay çıkacağını düşünüyor.
Oysa bugünkü haberler bunun tam tersini, Erdoğan’ın “Asker yollarsak tepkiler büyük olur” dediğini söylüyor. Diğer yandan, Süleymaniye rezaletinden sonra, tezkereyi TBMM’ye götürmek bile çok büyük cesaret (cehalet?) ister. Tezkeresiz yapmaya kalkarsa da, Türkiye birbirine girer.
* Niyeti yok, yalnızca zaman kazanmaya çalışıyor. Nitekim, “Hemen olmaz, karar birkaç ayda alınabilir” diyor.
Oysa, AKP bu büyük hatayı 1 Mart öncesinde de yapmıştı: ABD’ye umut vermiş, sonra bu, hayal kırıklığından doğan kin olarak Türkiye’ye yönelmişti. BM koşulunu baştan koymak ve bundan gerilememek şart.
* Kim kendisine telkin ettiyse, bu “Irak’tan davet alma” fikrinin çok parlak olduğunu düşünüyor. Oysa, hem bu Geçici Konsey’de Talabani ve Barzani de yer alıyor, hem üyeler hiçbir biçimde temsilî değil, hem zaten birbirlerinin boğazına atlamaları an meselesi, hem de, asıl önemlisi, bu Konsey Afganistan’daki Karzai rejiminden bile daha zavallı kukla!
Sizin aklınıza başka bişey geliyor mu bilmem ama, ben Latincemi tükettim. Bu işten de ikrah getirdim artık.
Şapşallığı düzeltme: Bir arkadaşın uyarısı üzerine farkına vardım ama baskıya yetişemedim: Geçen haftaki yazıda Chateaubriand’ın “Hıristiyanlığın Dehası” ve “Atala”sını, nasıl yaptıysam, Rousseau’ya maletmişim. Çok özür diliyorum. İki Fransız’ı birbirine karıştırmak önemli değil, Rousseau ile bir Romantiği karıştırmak çok vahim; bir öğrencim yapsa canına okurdum. Saint Joseph’deki hocalarım yattıkları yerden zıplamışlardır. Tatil laubaliliğine verin lütfen. B.O.