Baskın Oran

Irak politikasızlığı artık yeter!

Yaşlı babam Hüseyin Ekrem bey, fazla sinirlendirildiği zaman bitakım şeyler homurdanarak istim salmaya çalışırdı. Bunlardan biri de şöyleydi: “İllallah ve resulihi!”. Evet, oğlu da bugün kuzey Irak politikamızdan ağız dolusu bir İllallah! çekmektedir, çünkü bu berbat politika/politikasızlık Türkiye’ye pek yakında basit bir illallahtan çok daha fazla şeyler çektirecektir.

Çok şükür, asker göndermek için bir tezkere gerektiği lütfen kabul edilebildi. Ama bu sefer de, Başbakanlık’ta yapılan zirvede şu karar alınmış: İşgalci güç konumuna düşmemek için bir BM veya NATO kararı çıkmasını beklemek, fakat eğer “geniş katılımlı” (15 ülkeyi aşan) bir uluslararası koalisyon kurulursa bu koşulu aramamak ve BM’nin 1473 sayıyla aldığı eski bir kararı yeterli bulup asker yollamak. (Radikal, 06.08)

Büyüklerimiz Türkiye kamuoyunu saf mı sanıyorlar, yoksa gazete mi okumuyorlar: ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Boucher, 30 ülkenin daha Irak’ta istikrar gücüne katılmak istediğini bir hafta önce açıklamıştı (Milliyet, 30.07). Büyüklerimizin koyduğu sınırın tam iki misli şimdiden aşıldı, buyrun Irak namazına!

* * *

Eski BM kararına dayanmaya gelince: Bir kere, 1473 değil 1483. İkincisi, T.Tarhanlı da kendi üslubuyla döne döne yazdı ki (Radikal, 24.07 ve 31.07), bu 1483, bittiği varsayılan bir çatışmanın ardından girişilmesi gereken “imar ve yeniden inşa” çabalarından başka bişeyle ilgili değildiiir. ABD işgalinin meşruiyetinin teyidi anlamına gelmeeez. Üstelik, BM Genel Sekreteri Kofi Annan, bu karar gereğince hazırladığı 17 Temmuz tarihli raporda “BM’nin Irak sürecine dahil olması bu sürecin meşruiyetini belirleyecektir” diyerek ABD işgali sürecinin gayri meşru olduğunu açıkça belirtmiştiiir.

Türkiye’nin ABD yerine ölmeye asker göndermek için sarılacağı BM kararı buysa, Türkiye’nin kuzey Irak politikası illallahlığın da ötesine geçmiş demektir.

* * *

Hani, deveye boynun eğri demişler, nerem doğru demiş. Haberlerde bir husus daha var: Irak’a BM kararı olmaksızın asker gönderilmesini meşrulaştırmak için “diplomatik kaynaklar” (yani, bitakım yabancı diplomatlar) şöyle demiş: “Afganistan’da Türkiye ISAF’a BM ya da NATO bayrağı olmaksızın katkı sağlamıştı”.

Bu “diplomatik kaynaklar” Türkiye’yi bu kadar kolay uyutulacak kadar saf mı sanıyorlar, yoksa internet’e girmeyi mi bilmiyorlar? ISAF’ın (International Security Assistance Force; Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü) sayfasına giriyorsunuz, ilk satırda şu yazıyor: “ISAF is a UN-mandated operation (United Nations Security Council Resolutions (UNSCR’s) 1386 , 1413 and 1444). It is supported by NATO.” Türkçesi: “ISAF BM’nin yetki verdiği bir harekâttır (BM Güvenlik Konseyi kararları: 1386, 1413, 1444). NATO tarafından desteklenmektedir”. Bu kararlardan birincisinde Güvenlik Konseyi altı aylığına bir güvenlik gücü kurulmasına yetki veriyor (“authorizes”), ikincisi onu altı ay uzatıyor, üçüncüsü ise 20.12.2002’den başlayarak bir yıl daha uzatıyor.

İyi niyetlisiniz; acaba Türkiye bu harekâta BM yetki vermeden önce katılmış olabilir mi diye bakıyorsunuz, kronoloji şöyle: 07.10.2001: Afganistan’a ABD saldırısı. 20.12.2001: BM, ISAF’a yetki verdi. 15.02.2002: Türkiye ISAF’a asker yolladı. Demek ki, 11 Eylül terörünün şoku taptazeyken başlayan bu harekâta Türkiye katıldığında, harekât BM ve NATO’nun kanatları altındaymış.

Merak konusudur, bu yukarıda söylediklerimi bu “diplomatik kaynaklar”a anlatsanız, ne savunma yaparlar? Herhalde şöyle diyecekler: “Efendim, ISAF BM’nin yetki verdiği bir operasyondur ama, resmen bir ‘BM Barış Gücü’ değildir; biz onu demek istedik!” Ama, bir parça ayıp olmuyor mu? Böyle teknik kelimeciklerle ve kavramcıklarla oynayarak bir ülkenin böylesine bir batağa asker göndermesini sağlamaya çalışmak nasıl iş?

Yani, bu çabaların Türkiye’nin başını belaya sokmak demek olduğunu anlamamız için, Irak’ta Türk askerine bizzat saldırılması mı gerekiyor, Polonyalılara saldırıldığı gibi? (Cumhuriyet, 02.08).

Bendeniz, büyüklerimizin böyle bir politikayı ellerinin tersiyle itmemeleri karşısında iki tane olasılık görüyorum:

1) Büyüklerimiz Bush’a açık bir hayır diyemedikleri için işi savsaklamakta ve TBMM’den yine ret kararı çıkmasına güvenmektedirler. Bu durumda, yine umut verirler de cılk çıkartırlarsa ABD çıldırmakta haklı olur.

2) Büyüklerimiz şuna samimiyetle inanmaktadır: 1 Mart’ta tüm dünyanın gözünde kazandığımız prestijin tamamen bir “kaza” sonucu olduğunu kanıtlamalı ve ABD’yi şuna inandırmalıyız: “Biz, sen ne dersen yapacağız! Yeter ki bize ‘Stratejik Ortak” diye hitap et!”. Buna, hiçbir diyeceğim olamaz; bu da bir “ulusal dış politika” anlayışıdır…

Yalnız bu son durumda, şimdi söyleyeceğim çok âdi bir şey ama maalesef bundan başka kurtuluş çaresi kalmayacak galiba, ulus olarak bu beladan kurtulmak için hep birlikte ellerimizi açıp duaya başlamalıyız:

“Allahım, ne olur, 6 Ağustos tarihli gazetelerde okuduğumuz gibi Türk kamyonlarına roket saldırıları durmasın, devam etsin!”

Önceki Yazı
Sonraki Yazı