Baskın Oran, söyleşimizin ikinci bölümünde Türkiye’nin güncel sorunlarına ilişkin sorularımızı yayınladı. Hendek savaşlarından ‘Yetmez ama Evet’çilerin hedef tahtasına konulmasına; Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın cezalandırmaları ve Anayasa Mahkemesi kararlarına kadar görüşlerini anlattı. Söz, Baskın Oran’da…
Biraz da gündem üzerine birkaç soru sormak isterim. Öncelikle Akil İnsanlar Heyet’inde yer alan isimlerden biri olarak, çözüm sürecinin bitirilmesine gerekçe gösterilen Ceylanpınar’da öldürülen polislerin davasında tüm sanıkların beraat ettirilmesini nasıl yorumluyorsunuz? Çözüm süreci niçin bitirildi?
Burada Ceylanpınar süreci bitirmek için bir bahaneden ibaretti. Nitekim, polislerin evindeki parmak izleri sanıkların hiçbirininkileri tutmadı, buna karşılık o eve hiç gitmediğini iddia eden bir polisinkileri tuttu. Yani Ceylanpınar bir komploydu ve parmak izleri fazla aşikar bir duruma işaret ettiği için beraatla sonuçlandı.
Süreci bitirmekteki esas sebep, Erdoğan’ın her hafta yaptırdığı kamuoyu anketlerinde Çözüm Süreci’nin Kürtler dışında büyük tepki yarattığının ortaya çıkması idi. Ben Ege’de Akillerle dolaşırken bu durumu fevkalade somut olarak yaşadım ve Kürt Barışında Batı Cephesi – Ben Ege’de Akilken adlı kitapta ayrıntısıyla anlattım:
AKP’liler ortadan toz olmuşlardı. Buna karşılık CHP’liler, MHP’liler ve bilumum ulusolcular inanılmaz bir hınçla saldırıyorlardı. Belliydi Erdoğan’ın “harç bitti inşaat paydos” diyeceği. Zaten süreç sırasında hiçbir reform yapmamıştı. Nitekim ben Dolmabahçe’de yapılan sonuç toplantısına katılmayı reddettim, iki arkadaş daha reddetti (Murat Belge ve Kürşat Bumin).
Ardından Hendek çatışmaları yaşandı… Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Çözüm sürecine yeniden bir geri dönüşün olasılığı var mı? İhtimaller arasında başka bir yöntem ya da yöntemler var mı, olabilir mi? Sizin öngörünüz nedir?
Hendek çatışmaları, düpedüz, PKK’nin büyük hatasıydı. Artık 19. Yüzyıl Paris’inde değiliz. Büyük hatasıydı. Ve AKP yönetimi bundan büyük başarıyla yararlandı.
Şu sırada çözüme dönüş bir hayal. Kürt sorunu sadece askerî yöntemle halledilmeye çalışılıyor. Şimdiye kadar yapılmış olduğu gibi ve çok çok daha sert biçimde.
Yazık. Hiç ders alınmadı yakın tarihten.
Türkiye’ye yazık.
Bir de, 2010’dan bu yana ısrarla gündemde tutulan ‘Yetmez ama Evet’ meselesi var. Bu tepkinin hâlâ sürmesini nasıl yorumluyorsunuz? 2010 referandumuyla hükümetin yargıyı ele geçirdiği yönündeki eleştirilere ne diyorsunuz? Bir özeleştiri verme ihtiyacı duyduğunuz oldu mu ya da oluyor mu?
Bunun, her ikisi de cehalet ve bağnazlıktan kaynaklanan iki sebebi var:
1) 2010 Referandumunun maddeleri neydi, bu ekibin bundan hiçbir haberi yok. Bunların bütün derdi, AKP’ye vurmak. Ki bu da tepki yaratmaktan başka sonuç vermez.
Oysa AYM’ye bireysel başvuru bu referandumla getirildi (ve şimdi AİHM’den önce tek umudumuz bu yol). Askerî vesayet zayıflatıldı. HSYK’nin kompozisyonu, bütün yargıç ve savcıların oy vermesi sağlanarak demokratikleştirildi.
2) O referandumdaki en önemli husus, bu son söylediğim husustu. TBMM’den geçen metne göre yargı mensupları tek bir adaya oy verebilecekti. Böylece HSYK’de farklı görüşlerin de temsil edilmesi mümkün olacak, çoğunluğu elinde tutanlar tulum çıkartamayacaktı.
Aynen 2007’deki o zavallı “367 Olayı”nda olduğu gibi, CHP burada da eline-diline hakim olamadı. Yaptığı başvuru üzerine AYM bu hükmü iptal edince, aday sayısı kadar oy verme imkanı geldi. Sonuç: Adalet Bakanlığı bürokratlarının hazırladığı liste tulum çıkardı.
Her şeyi ak/kara görmeye meraklı bu ekip, CHP’nin/kendilerinin bu büyük skandalını örtbas etmek ve AKP’nin bugün zulüm yapmasına sebep olmanın günahını üzerlerinden atmak için, durup durup YAE YAE diye çığrışıyorlar. Buna Psikolojik Projeksiyon (“Yansıtma”) denir. Psikopatolojide paranoya ile birlikte anılan bir savunma mekanizmasıdır.
2007’deki “367 Olayı”nı hatırlamayanlar için şu kadarını hatırlatayım ki, tam bir zavallılıktı, sonucu da Erdoğan’ın halk oyuyla seçilerek güçlenmesi oldu. Meraklısı “2007 Türkiye cumhurbaşkanlığı seçimi” yazıp Vikipedi’ye baksın. Tabii, site AKP tarafından yasaklandığı için VPN’yle girerek. Eğer VPN de yasaklanmadıysa.
Bir dönem, “AKP, devlet içindeki çeteleri temizliyor” diyerek desteğinizi açıkladığınız AKP’yi bugün nasıl tanımlarsınız?
Ben iyi yapanı destekler, kötü yapanı kösteklerim; bu kadar basittir. Her şeyi ak/kara olarak görenleri de aşağılarım, kimse alınmasın.
AKP 2005’e kadar kesinlikle reformcu bir parti idi. 2011’e kadar da bunu kör-topal sürdürdü. Türkiye Cumhuriyeti’nde AKP’nin 2003-2004 yıllarında yaptığı demokratik reformları kimseler yapmamıştır. Kitapta ayrıntısıyla var.
Buna mukabil AKP’nin özellikle 2013’ten sonraki tutumu kesinlikle korkunç ve gittikçe korkunçlaşıyor. Erdoğan, şimdi bunu daha fazla konuşmaya gerek yok, iktidarda kalmaya mecbur. Dolayısıyla, yukarıda da söyledim, gerginlik üstüne gerginlik yaratmak zorunda. Bu politika asla sürdürülebilir bir politika değil ve Türkiye’yi mahvediyor. Bu da kitapta ayrıntısıyla var.
Ayrıca, bu politika AKP’yi de mahvediyor. AKP’yi yaşamış bir ülkede siyasal İslam’ın iktidarı artık ham hayal bile değildir. Ne var biliyor musunuz; Baba Diyalektik burada da hâzır ve nâzır: Bu açıdan bakınca, AKP iktidarı Türkiye için çok iyi oldu çünkü ülke artık böyle bir felakete karşı sağlam biçimde aşılandı. Eğer Türkiye bunu yaşayıp da görmeseydi, hep “Ah, İslamcılar iktidara bi gelse, bi gelse, her şey halloluverecek” zavallılığı sürüp gidecekti.
Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlâline rağmen Mehmet Altan’ın tahliye edilmediği gibi bir de ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilmesini, Şahin Alpay’ın ev hapsiyle tahliye edilmesini ve bu noktada AİHM’in kararını ve bu kararın da uygulanmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP yönetiminin en feci sonuçları Yargı’da gerçekleşti, gerçekleşiyor. Bugün Türkiye’de anayasa-kanun vs. diye bir şey kalmadı. Yahu, OHAL KHK’leri sadece OHAL’i doğuran olaylar hakkında çıkarılabilir diye anayasa hükmü varken, bu KHK’lerle üniversiteler kuruldu yahu, üniversitelerin adı değiştirildi!
Ne ilgisi var üniversite kurmanın OHAL’i doğuran olaylarla? Tek bu örnek yeter ki, daha neler yapıldı ve yapılıyor anayasa ve hukuk dışı.
Altan kardeşlerin, Cumhuriyet gazetesi mensuplarının, Osman Kavalaların, Şahin Alpayların, Atilla Taşların, say sayabildiğine, Nazlı Ilıcakların, öğretmenlerin, Ali Bulaçların, doktorların, bütün bu insanların gördükleri zulüm hukuk’un guguk olduğunun küçük birer göstergesinden ibaret.
Tek Adam rejimine karşıdır, insan haklarını savunur diye Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi dindarları bile işlerinden attılar, hapse mahkûm ettiler. İsim saymaya korkuyorum çünkü o kadar çok insan zulüm altında ki, arada bazı isimleri unutmamak imkânsız.
Türkiye, uluslararası yükümlülüklerine rağmen ayrımcılık ve nefret politikaları nasıl sürdürebiliyor? AYM’nin kararlarının dahi uygulanmadığı bu dönemde yargının yaşanan hak ihlâllerindeki yeri, katkısı nedir?
Şu anda hukuk yok, Yargı yok. Nokta. Ne söylesen bir fazla.
Eğer şu anda nasıl oluyor da bunca ihlale, içte-dışta kim varsa düşmanlaştırmış olmamıza rağmen Batı yeterince tepki göstermiyor diye sorarsanız, onun cevabı da şöyle:
1) Mülteci akını Batı’yı ürküttü, Erdoğan’ın elini kuvvetlendirdi;
2) Rusya-ABD didişmesinin Suriye’de getirdiği iktidar boşluğu aynı durumu yarattı.
Ama bu konjonktürel durumlar ilanihaye sürmez. Aşılanmış Türkiye uygarlık yolunda devam eder.
Baskın Oran röportajının ilk bölümünü buradan okuyabilirsiniz