Baskın Oran

Çamlıhemşin soslu Bodrum!

Önce içimi dökeyim. Çankaya’daki Abdullah Cevdet Sokak’ın adını “Prof. Yusuf Halaçoğlu Sokak” yaptılar ve memleket hâlâ batmadı ya, bundan sonra bişey olmaz artık.

Çünkü, hem A.Cevdet’in “Damızlık erkek getirtelim” dediği palavra, hem de Prof. Halaçoğlu’nun bilimsel faaliyetinin Türkiye’ye yararı biraz kuşkulu. “Tehcir edilenler 425.000 kişidir” dedi, Murat Bardakçı Talat Paşa’nın defterlerini yayınlayınca, 925.000 olduğu ortaya çıktı (Hürriyet, 25-27.05.2005). Üstelik, Trakya’dan tehcir edilenler bu sayının dışında!

Üstelik, “Sadece suçlu olanlar tehcir edildi, kadın ve çocuklar da kuryelikten tehcir edildi” dedi (Radikal, 24.04.2005). Yani, İmparatorluk’taki 1,5 milyon Ermeni’den 1 milyonunu suçlu ilan etti. PKK’nın en azılı zamanında bile, 15 milyon Kürt’ten yüzde 66,6’sını suçlu ilan etmek orijinalliği kimsenin aklına gelmemişti…

Yetmedi, Tokat’taki “İsviçre tutuklanmam için kırmızı bülten çıkarttı, yurtdışına çıkamıyorum” (Milliyet, 14.06.2005) iddiasıyla memleketi ayağa kaldırdı. Kendisine hemen “Demokrasi ve Birlik” ödülleri ve plaketler sunuldu, Türkiye Barolar Birliği destek ziyareti yaptı, Dışişleri bile protestoya girişti! Oysa, soruşturma doğruydu ama, “tutuklama kararı”nın yalan olduğu resmen açıklanalı tam 6 hafta olmuştu! (Radikal, 03.05.2005; bkz.). Nitekim, aynı “suç” ihbarı sonucu gönüllü ifade veren D.Perinçek’e 15 dakika sonra “Buyurun gidebilirsiniz” dendi (Milliyet, 25 Temmuz 2005).

Halaçoğlu’nun Türkiye’yi çok sevdiği kuşkusuz, ama “Lennie” gibi sevenlerden Allah esirgesin, amin. Ermenistan’ın aklı olsa, Erivan’da biyerlere “Prof. Yusuf Halaçyan Sokak” derdi.

***

Baskın efendi, hadi yeter. Bak, canından aziz okurların ne diyor. “Bu haksızlık. 52 haftanın zaten en az 47’sinde başka konuları işliyorsunuz, tam Bodrum havasına giriyoruz, mezara tükürmelerden girip Roj TV’ler… Burada sıcaktan tansiyondan zaten perişanız. Bir de üzerine bunlar. Keyif almak ve gülmek istiyoruz”. Pek âlâ!

Geçen gün Paşatarlası’nda güneşleniyoruz, yanımıza şemsiyeleriyle gelip yaygıları yayan, biri tesettürlü 3 kadınla 4 çocuğa aile reisinin âniden patlamasını aktarayım: “Televizyonda görüp Bodrum diye tutturdunuz, getirdik. Hadi bakalım. Ne anladınız şimdi? Denize bile girmiyorsunuz!”. Veya, barların önünden tekerlekli Tansaş sepetiyle sabahın 03’ünde pet şişe toplayan adamın, arabanın içine matizlikten düşen (vallahi ve billahi, içine!)  zargana gibi bir esmere bakışını anlatayım. Ama siz tatil yazısı diye tutturduysanız, bunlar sizi kesmez. “Sosyal içerikli” der, beğenmezsiniz.

O zaman, Hey Yavrum Hey’de size “Dağıstan Mantısı, Caucasia Ravioli, Midye Tava”  (ne uyar be!) ikram edelim veya toksanız onun hemen sağındaki yerde bi “tırnak dövmesi” yaptıralım, bu arada ben size bizim Feyhan’ın Paşatarlası’nda geçen hafta sırtüstü yüzerken bir adama tosladığını, hemen binlerce özür dilediğini, adamın da Feyhan’ı “akşam yemeğine” davet ettiğini anlatayım. Evde bir haftadır konuşuluyor, çünkü Neyran fena taktı, “Çok şükür allahıma, anneme ilk defa laf atıldı!” diye şamata yapıyor. Ben en çok Feyhan’ın adama verdiği cevaba güldüm: “Kardeşim, siz Bodrum’u neresi sanıyorsunuz!” “Neresi” yine ayrı, asıl bayıldığım şu “kardeşim” lafı; yani gönlü olmayan kadının, o hani, erkeğin elini kolunu donduran insest suçlamasını yapıştırıvermesi!

***

Bodrum Cafe’deyiz, birer dallı adaçayı içip gidip yatacağız, yabancı turistler geldi, komilerden birine resim çektirecekler, bir tanesi kare dışında kalmış, komi hem eliyle içeri işaret ediyor hem bağırıyor: “İnsayt, insayt!” Bu memleket batmaz kardeşim. Adam kareye girdi, ama biraz fazla girdi, komi eliyle dışarı işaret edip yine bağırıyor: “Dışsayt, dışsayt!”.

Aynı komi, geçenlerde hesaba “Too much!” diyen turistin de tercümanlığını yapmış: “Bu gece 2’de maç var diyo, usta!”

Bir tane daha Hemşinli olayı nakledeyim de, Karadenizli fıkraları nasıl çıkıyor anlayın. Ali Bey anlatıyor, garsonlardan biri memlekete gidip yüzü gözü şiş vaziyette dönmüş, sormuşlar, anlatmış: “Ağabeymle fena kavga ettik, gittim başçavuşa şikayet ettim!” İşin matrak tarafı, yüzünü abisi şişirmemiş. Başefendi demiş: “Bana bak! Sonra gelip ağabeymdir falan diye geri almak yok! Bu bakkal defteri değil!”. Almam, kalbimi çok kırdı demiş. Ama evde aile meclisi fena azarlamış, derhal git şikâyetini geri al, demişler. Gitmiş, başefendi bunu eşşek sudan gelene kadar pataklamış, ben sana dememiş miydim, diye.

Bitti sanıyorsunuz, değil mi? Yani, bizdeki tatil yazılarını bu kadar küçümserseniz ben de size “kardeşim!” diye başlarım. Garson dönmüş o vaziyette köye, dosdoğru abisinin evine dayanmış: “Pana bak! Bundan sonra şikâyete sen gideceksun!” diye bağırmış. Bi mazarrat olmazsa devam ederiz efendim.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı