Baskın Oran

Çağı dibe vurmadan yakalamak

Çağı dibe vurmadan yakalamak
Çağı dibe vurmadan yakalamak

BDP li Demirtaş ın Türkiye tek bir merkezden, tek bir Başbakanla yönetilemez açıklaması paronayaları daha da besledi.

2005’te “Kürt sorunu vardır” demiş olan Erdoğan’ın 19 Nisan tarihli basındaki demeci: “Bu ülkede Kürt meselesi artık yoktur, benim Kürt kardeşlerimin meseleleri vardır”. Arkası geliyor: Aynı gün YSK’dan haber : BDP ’nin 7 bağımsız adayına veto. Sokaklar epeyce kanlandıktan sonra YSK’ya vahiy iniyor, belgeler tamamlanabilir diyor, mahkemeler hemen tamamlayıveriyor. 1,5 yıllık mahkumiyeti saniyede 6 aya indirilen Sebahat Tuncel’in bile önü açılıyor.

Ergenekon’a bravo, AKP ’ye yazıklar

Arkası geliyor. Birkaç gün sonra, memleketin bekası için çok lazımmış gibi, ateşkes uygulamakta olan PKK’ya Tunceli’de operasyon patlatılıyor. Kim patlattıysa. Yedi genç “ölü ele geçiriliyor” (basın, 29.04.11). Morgda aileleri bir bakıyor ki, cesetlerin gözleri oyulmuş, kulakları kesilmiş (C. Dündar, Milliyet, 08.05.11). Arkası geliyor. Taraf yazarı Emre Uslu’nun bir hafta önceden mahalline varınca haber verdiği Karadeniz pususu gerçekleşiyor. Nasıl işse. Çünkü bir süredir oralarda şalvarla ve poşuyla ellerini kollarını sallayıp geziyorlarmış.

Ne sanmıştınız ya? Ergenekon’un ilelebet süklüm püklüm duracağını mı? Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu yazılan bir brifingde “Olası başarısızlık” durumunda masumiyet delili olarak, yazışmalarda “kastî hata” planlayacak kadar profesyonel darbecilerden söz ediyoruz (Radikal, 28.04.11). Bunlar, gazeteci tutuklama salgınına tutulmuş ve protestoların yurtdışında bile ayyuka çıkmasına aldırmayan böylesine müsait bir ortamdan istifade etmesin, mümkün mü?

Diğer yandan, olay, AKP’nin reformcu nefesinin buraya kadar olduğunun işareti gibi. Haberal’lı-Sinan Aygün’lü-Balbay’lı falan da olsa, CHP ’nin reformculuğa ve popülizme soyunduğu bir anda, AKP de Ecevit’in “Bu bir sosyo-ekonomik sorundur” politikasına soyunuyor. Yani, “karınları doyarsa Kürtler susar” zavallılığı. Prof. Mesut Yeğen 8 Mayıs tarihli Taraf’ta Erdoğan’ı yorumluyor: Bundan sonra, Türkleştirmeyi kalkınma politikasına ihale ederek zamana yayacağa benziyor, diyor. Buna bir de seçim geliyor diye Türkiye’de MHP’ye ve bölgede BDP’ye vurma gayretini ekleyin…

Yazılı olmayan tunç kural

Başka bir açıdan, bendenizin tespit ve epey test ettiği bir kural var, AKP’nin ve genel olarak kurulu düzenin kulağına küpe olması gereken: Her ülkede “ulusal ekonomik pazar” farklılıkları törpüler. Yalnız, “kronolojik” bir kural dahilinde: Eğer grup bilinci ulusal ekonomik pazarın kurulmasından sonra başlamışsa, asimilasyon pek mümkündür. Ama önce başlamışsa, asimilasyon imkansızdır ve bu yönde harcanacak her çaba, o grubun bilincini artırmaktan başka işe yaramaz. Kürt bilinci 60’ların başında başladı, ulusal ekonomik pazar 80’lerin ortasından sonra. Sorun yoktur diye Erdoğan mı karar verecek?

Bunun yanı sıra Kürtçe eğitimden korkmak niye? Küreselleşmenin bu düzeyinde, ben bir Beyaz Türk olarak parayı bastırıp çocuğumu İngilizce okula yollarken, Kürtler Kürtçe okula mı yollayacak? Yasaklamak Kürt milliyetçiliğini azdırmaktan başka ne işe yarayacak? Özerklikten korkmaya gelince: Bir kere, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı imzalamışsın. 3723 s. yasayla 8 Mayıs 1991’de ulusal mevzuata dahil etmişsin (www.belgenet.com/yasa/k3723.html). Anayasa’nın 90/5 maddesi gereği kanunlardan bile üstün. Ama nasıl beceriyorsan, uygulamıyorsun. Kanunu uygulasana önce? Bak, CHP bile “Ben gelince uygulayacağım” diyor. (Yeni popülist CHP yakında “Kahvede geçen süre emekliliğe sayılacak” derse şaşmayın.)

Gelelim Kürtlere. Bölgesel özerkliği “Türkiye coğrafya ve nüfus olarak büyük bir ülke; tek bir merkezden tek bir Başbakanla yönetilemez” diye takdim edip paranoyaları elcağzınla beslemek nedir? (Demirtaş, R., 09.05.11; sonra düzeltti: M., 11.05.11). Veya “2011’de yapılacak anayasada Kürtler nasıl bir statü ile yer alacak?” diye yaklaşmak? (Zana, basın, 11.05.11) Çünkü, devleti etnisite ve dinden arındırmaya çalışmak yerine, Kürtleri de Türklerin etnik tahtına ortak etme izlenimi vermek Türk milliyetçiliğini azdırmaktan başka ne işe yarayacak?

Çağ değişiyor, farkına varın

Dahası var. Kürtler, ezeli Türk inkârına tepki sonucu dünyanın şu anda gitmekte olduğu yönü dikkatten kaçırabiliyor. Artık cevabı aranan soru şu: “Farklılıkların korunduğu bir dünyada bütünlük nasıl sağlanacak?” Tarih olup eskimeden günceli yakalamak istiyorsanız, 09.05.11 tarihli Taraf’ta Neşe Düzel’in Prof. Ayşe Kadıoğlu’yla konuşmasını okuyun. Ekim 2010’da Avrupa Konseyi (AK) bünyesinde oluşturulan Akil İnsanlar Grubu’nun raporu bu hafta İstanbul’da açıklanacak (www.coe.int/).

Diyor ki rapor: Çok kültürcülük istismara başlandı. “Farklı” olmak tek başına saygı gerektiren bir özellik değildir. “Birlikte yaşamak” amacı dışına çıkılmasın. Bu amacı asimilasyon nasıl engelliyorsa, farklı grupların birbirine değmeden yaşaması da engelliyor. Çözüm, ancak, “çeşitlilik” ve “temel haklar”ın bir arada var olmasıyla mümkün. Geçmişin üzüntü ve acılarından geriye sadece “süzülmüş ve özgürleştirici bir kızgınlık” kalıyorsa, bizi büyük çatışmalar bekliyor demektir. Böyle diyor rapor.

Yakın geleceğin resmini çizen Rapor’un ‘Temel Haklar’ dediği, sadece belli bir azınlık grubunun sahip olduğu haklar değil. Bütün vatandaşların özgürlüğü. Farkındayım; bunları ne devlet/Türkler dinleyecek vaziyette ne de Kürtler. Çünkü birinciler sahip oldukları ayrıcalıkları koruma içgüdüsü ve Sevr Paranoyası sonucu temel hakları vermek istemiyor. İkinciler ise geçmişteki acılardan gelen kendini koruma içgüdüsü tarafından “süzülmüş ve özgürleştirici bir kızgınlık” içinde “statü” talep ediyor. İnsan haklarını tanımayı reddeden çağdışı bir devlet karşısında, “azınlık” olmayı reddedenlerin hiç farkında olmadan “azınlık hakları” istemeleri anlamına gelen, artık çağı ıskalayan bir statü… Dur bakalım, belki ikisi de yakında farkına varır. Henüz dibe vurmadık.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı