Baskın Oran

Bu kadarı da yapılmaz be Hrant!

Sanırım 1993, Fakülte’deyim, telefon. Sekreter işaret etti, aldım: “Benim adım Fırat Dink. Bu haftaki yazınızda biz Ermenilere yapılan haksızlıklardan bahsettiniz. Bizi çok mutlu ettiniz, Allah razı olsun sizden” dedi ve ağlamaya başladı. Ben çok kötü oldum. Dünya başımda döndü. Ağlamaktan ne söylediğimi hatırlamıyorum.

Hrant’la böyle tanıştık. Sonra, bir İstanbul’a gittiğimizde evinde yemeğe çağırdı. Tam bir halilibrahim sofrasıydı. Rakel’e ellerine sağlık diye diye bir haller olduyduk.

Gerçek adını değil nüfustaki mecburi adını veren ses sonra Agos’u kurmaya girişti. Beni de istedi. Fakat, haftalık dergim o sıralarda her yazımı itirazsız basıyor. “Bu durumda bırakırsam ayıp olur. Ama söz, ilk sayına özel bir yazı vereceğim” dedim.

O dergi bir süre sonra bir yazımı koymayı reddetti. İşareti vermişti. Bir İstanbul gidişinde yemekte Hrant’a dedim ki: “Hâlâ Agos’a istiyor musun beni?”. “Üçüncü sayfanın sağını kapatmıştım, senin için tutuyordum” dedi ve ekledi: “Ama, çok para veremem”. Birinci cümlesine çok sevinmiş, ikinci cümlesine çok şaşırmıştım çünkü yazı için telif de vereceğini söylüyordu. Bugüne kadar hiç aksamayan yazılarıma 10 Mart 2000’de böyle başladım.

1969’da Ankara’da siyah Citroen’ini satın aldığım Artin Usta’yı saymazsak, Hrant benim ilk tanıştığım Ermeni oldu.

***

Mart 2002. Feyhan, Hrant, ben Michigan’a Ermeni konferansına gidiyoruz. Sen kalk, fitilli kadife takımlarını çek, bir gün önce gel havaalanına. Hayatında ilk defa alabildiği pasaportu kapıdaki görevliye uzat, “Tamam geçin” denince de “Yok, ben yarın gideceğim de, bir pürüz var mı diye geldim” de. Tabii, gidene kadar dalga geçtik ama, o kaşındı: Yemek servisi başlayınca bir de kulağıma eğilip “Ne kadar isterler yemek için?” diye ayrıca malzeme vermeseydi.

İndik, arıyorlar. Biz geçtik, Hrant’a pabuçlarını çıkartıyorlar. Arkasından, kemer falan. “Tabii ulan, sende suçlu tipi var!” diyorum,  “Bana bunu Ermeniyim diye yapıyorlar” deyip üzerime geliyor.

Üniversitenin oteline indik, herkes yerleşiyor. Telefon et hemen aşağı gelelim, diyoruz. Bekle babam bekle. Sonunda kapı kırılır gibi vuruluyor. Hrant, yanına da Cengiz (Çandar) haytasını almış, kapıya dayanmış: “Neler yapıyordunuz lan içerde ikiniz?”. Pabuç bıraksan ömür boyu ezer bu tipler. “Size ne lan, belediye nikahlı karım!” diye saldırıyorum. (Sonradan anlaşılıyor; meğer jak girişi telefon yerine bilgisayara takılı kalmış, ondan çalmazmış).

***

Bir hafta kadar önce, Rakel’e yazdığı aşk şiirlerini okumuş. “Sen ise bana hiç aşk mektubu yazmadın” demiş. Rakel de demiş ki: “Ben sana her şeyimi vermişim, ne aşk mektubuymuş ayrıca?”. Bilse ki sonunda mecburen bir tane yazacak ve tam yüz bin kişinin önünde minibüsün üstüne çıkıp okuyacak o mektubu…

Belediye nikahı deyince; biri 9 öteki 14 yaşındayken, devletimizin sonradan başka gayrimüslim vakıf malları arasında el koyacağı yetimhanede tanışıyorlar. 19 Nisan 1976’da biri 17 diğeri 22 yaşındayken evleniyorlar. Hatta, arkadaşları dalga geçiyor “23 Nisan’da çocuklar evlendi” diye. Çünkü 23 Nisan 1977’de Rakel bir de kilise nikahı yaptırtmayı başarıyor. Ben bunları öğrenince duramıyorum, “Sen bir de sübyancı imişsin be” diyorum. “Tir git lan. Feyhan, ne diyor yine bu!” diyor. Şerrimden her zamanki gibi Feyhan’a sığınıyor. Feyhan da en meraklı olduğu rolü, Mayrik rolünü memnuniyetle benimsiyor. “Feyhancııım, canıııım! Bu hıyar bizi kıskanıyor!” deyince koşuveriyor sarılmaya, ama neticede o koca kollar Feyhan’ı sarıyor, kaybediyor. Ben de: “Bir de ırz düşmanlığı cabası!” diyorum.

***

Geçen kış Etyenlerle bizi ziyarete geldiler Bodrum’a. Serap, Rakel, Feyhan deniz kıyısında geziyorlar, bunlar bütün gün evde benim tepemde. Her gün 16.30’a kadar at yarışı oynuyorlar. TJK-TV pürdikkat izleniyor, Lider Form bülteni didik didik ediliyor, saatlerce oturup falanca at geçen hafta ishaldi acaba düzeldi mi gibi konular tartışılıyor, sonra İstanbul’a telefon edilip yazdırılıyor.

Diyorum ki, millet de sizi adamdan sayıp ciddi dinli dinliyor, takdir ediyor, kızıyor. Bilse kumarbaz olduğunuzu tefe kor. Bunu derken bir de farkına varıyorum ki, bunlar açıkoturumların yanı sıra gerçek hayatta da eküri! Bunu söyleyince, Etyen diyor ki: “Ama, kurdele onda!”. Meğer, bir at sahibinin birçok atından bir tanesine kurdele takarlarmış takım kaptanı gibi. Etyen zavallı, ne bilsin, tam bir yıl sonra ben bir 19 Ocak akşamı telefon edeceğim, “Kurdele artık sende Etyen” diyeceğim…

***

Bitmek bilmez bir insan koridoru. İki yanda, sıra sıra, simsiyah giyinmiş kravatlı gençler. Heykeller gibi. Kafamı kaldırıp bakamıyorum.

Perde perde, sanki duracağı yer belli olmazmış gibi yükseldikçe yükselen bir orgun eşlik ettiği muazzam koroya, insanın tüylerini diken diken eden çan sesleri karışıverdi…

Yahu Hrant, ne zalim adammışsın sen yahu. “Ben cinayetten bir gün önce bir rüya gördüm. Rüyamda siz geceleyin ellerinizle toprağı kazıyordunuz. ‘Hocam, merhaba, hayırdır, ne yapıyorsunuz’ diye sordum, siz de bana ‘Mezar kazıyorum evladım’ dediniz. Ben şoke oldum ve ‘Aman hocam ne mezarı, iyi misiniz, sağlığınız yerinde mi? Durun, daha çok erken, nereye?’ diyorum, siz de bana “Merak etme çocuğum, kendime değil başkasına kazıyorum’ cevabını veriyorsunuz. Aynı gün saat 15.00’te Hrant Dink öldürüldü”. Yeni mezun öğrencim Pırıl’ın bu rüyası da dururken, sırf bana eşek şakası yapıcam diye kalk, bir zavallının enseden sıktığı üç kurşundan yararlanıp senden 9 yaş büyük adama senin cenazeni kaldırma cezası ver. Seninle birkaç kere dalga geçti diye bu yapılır mı be? Bu kadarı da yakışır mı be kardeşim?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı