1970’lerin başından bu yana ülkemizi içte ve dışta rüsva eden 1936 Beyannamesi rezilliği şükür sona erdi.
Yalnız, bu güzel haberin nedeni hazin: Biz kendimiz sona erdiremedik, AİHM sona erdirdi. Fakat hüzün burada kalmıyor. Haber üzerine basında çok ibret verici şeyler yazıldı ve söylendi Bunların adlarını vermeyeceğim. Çünkü derdim polemik yapmak değil, ideolojik yaklaşımın nasıl olayları çarpıttığını ve gözleri bağladığını göstermek.
Bunların söylediklerini 3 noktada özetlemek mümkün:
1) “Bir bakıma iyi oldu. Şimdi bunu Balkanlarda kullanır, biz de Osmanlı vakıf malları için AİHM’ye gideriz”.
Kendi ülkesinin böyle bir hukuksuzluktan kurtulduğuna sevinmiyor da, başka ülkelerde yapılan (veya, yapıldığını varsaydığı) hukuksuzlukları AİHM’ye götürebileceğine seviniyor. Tam bir “Dışarıdaki soydaşım ve dindaşım, içerideki vatandaşımdan ve adaletimden önce gelir” biçimindeki Türk-İslam Sentezi felsefesinin mümtaz bir örneği.
İkincisi, Balkanlarda bu vakıflarımıza hangi koşul ve kurallar dahilinde el konduğunu bilmeden (Bakan M.Ali Şahin, bu konuyu şimdi araştırmaya başladıklarını söyledi-Milliyet, 11.01.07) kamuoyunu böyle bir umuda kaptırıyor. Ondan sonra, bu davaları açıp da kaybedersek, “Haçlı Zihniyeti!” yorumlarını seyrediniz.
Ayrıca, bu sonuca varmak için söyledikleri yanlış. İddia ettiklerinin aksine, AİHM, “Vakıf senetlerinin yargı kararıyla bile iptal edilemeyeceği”ni falan söylemiyor. “Vakıfların herhangi bir tarihte tapu kaydıyla sahip olduğu taşınmazların, devletlerin veya mahkemelerin kararıyla başkalarına devredilemez” olduğunu da söylemiyor. Aksi halde vakıf malları yasal olarak ve kamu yararı gerekçesiyle kamulaştırılamazdı. Nitekim, bizzat bu davada tazminata sebep olan Protokol no. 1 md. 1 buna izin veriyor.
2) “Biz mülkiyeti ihlalden (Prot.1, md.1) mahkum edildik. AİHM bizi ayrımcılıktan (AİHSözleşmesi md.14) mahkum etmeyi reddetti. Bu durumda Lozan hukuken daha da güçlenmiştir”.
Tamamen yanlış. Çünkü AİHM “Türkiye ayrımcılık yapmamıştır” demedi. Şöyle dedi: “Prot.1, md.1 konusunda söyledikleri açısından, Mahkeme bu konuya [ayrımcılığa] girmeyi gerekli görmemiştir”.
Çünkü AİHM’nin içtihatı böyle. Eğer somut bir maddeden ihlal bulursa, soyut bir madde olan Md.14’e (“Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma… hiçbir ayrımcılık yapılmadan sağlanır”) girmiyor. Ayrımcılığı doğrudan yasaklayan Kasım 2000 tarihli bir Prot.12 var ama, Türkiye bunu imzalamadı (Yd.Doç.Dr. Kerem Altıparmak’a teşekkür ederim). Aslında, AİHM’nin bu tavrı hukuken acayip. Ayrımcılık daha başka nasıl olur? Anlaşıldığı kadarıyla AİHM siyasi bir tavır alıyor ve hem soyut hem sert bir hüküm olan Md.14’i uygulamaya cesaret edemiyor.
Kaldı ki, bütün bunları başımıza çıkartan 1936 Beyannamesi bizzat Lozan’ın, açın bakın, 40. ve 42/3. maddelerinin açık ihlali.
3) “AİHM masa başında, keyfî, hiçbir ölçüye dayanmayan kararlar veriyor. Haksız ticarî kazanç kapısı haline gelirse saygınlığını yitirir”.
Bunun söyleyenin gerekçesi şöyle: “AİHM, Beyoğlu’nda Rumların 505 metrekarelik taşınmazına 910.000 Avro tazminat hükmetti. Oysa yine Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfının yine Beyoğlu’ndaki 86 metrekarelik taşınmazı için tam 2.200.000 Avro değer biçiyor”. Hani, “hangi bir yerini düzelteyim” dedikleri cinsten.
Bir kere, Ermenilerin taşınmazı 86 metrekare değil. Eskiden İGS’nin bulunduğu koskoca bina, İstiklal Caddesi üzerinde ve tam hisse. Rumlarınki Beyoğlu’nda bir çıkmaz sokakta ve üç ortaklı; Hükmedilen tazminat, FRELV’nin 32’de 12 hissesine (Milliyet, 10.01.07).
İkincisi, bu miktarlar keyfî falan değil: Ermenilerin taşınmazı için Hazine dava açıyor. Daha dava devam ederken satılığa çıkartıyor ve 4 trilyon 160 milyar liraya ihale ediyor. İşte, 2.200.000 Avro’ya emsal olan miktar bu. Ben bunu çok yazdım, herkes de yazdı ve Maliye Bakanı satışı iptal zorunda kaldı. Şu anda bu dava karar bekliyor, çünkü Türkiye uzlaşma talep ettiği halde işi uzattı. Rumların taşınmazında ise miktar bağımsız bir ekspertiz şirketi tarafından saptandı. Hatta, AİHM kararına göre (requête no.34478/97), Rumlar mahkemeye üç tane ekspertiz raporu sunmuşlar, AİHM bunu seçmiş.
***
Bunlara ilaveten, bir de bizzat Rum cemaatinin içinden bir zat çıktı: Balıklı Rum Hastanesi Vakfı Başkanı Dimitri Karayani. “AİHM’ye başvurmayı vatana ihanet olarak görüyorum” deyince Hürriyet (13.01.07) hemen manşeti attı: “Dimitri Duruşu”.
“Burası Türk vakfıdır” da diyen Karayani’nin, 06.07.1971’de Yargıtay bizzat kendi vakfı için “Türk olmayanlar” terimini kullandığı zaman ne yapmış olduğunu şimdi hatırlamıyorum. Ama FRELV’nin avukatı Gülten Altan’ın şu sözlerinin sonucu herhalde ilginç olacak: “16 Ocak Salı 17’ye kadar ‘vatana ihanet’ sözlerine açıklık getirmez veya tekzip etmezse, suç duyurusunda bulunacağım. Bir kişiyi veya kurumu vatana ihanetle suçlamak başlı başına suçtur” (Hürriyet, 14.01.07).