Boston- Harry abi telefonla arıyor: “On dakika ben geliyoring.” Anladınız tabii: “Geliyor” ile İngilizcenin şimdiki zaman eki “ing”. On dakika sonra Friends’in toplantısına yola çıkıyoruz. Şimdi, izah edecek epey şey var. Altı konferans vermek için Boston’da olduğumu(zu) sanırım söylemiştim.
Harry, ailesi Kayseri’den buraya göçmüş, kendisi burada doğmuş Harry Parsekian. Hrant Dink’in Dostları Derneği başkanı. Yıllardır, Kayseri’ye ve köylerine gidiyor. Ayrıca Sibirya, Vietnam ve Çin gibi ilginç yerleri de gezmiş. Bildiğiniz gibi bir âdem değil. 21 kere Boston Maratonu koşmuş. Bugün bize uğradığında bisikletle 15 mil yapıp öyle gelmiş.
Abi’lik şuradan menkul ki, benden en az beş yaş küçük gösteren Harry’nin benden tam 10 yaş büyük olduğunu öğrenince utanıp Harry abi demeye başladım. Harry baba desem daha da mantıklı çünkü burada bizi bir an bile yalnız bırakmıyor. Müzeden yemeğe, yemekten konferansa, konferanstan göbek dansına kadar durmadan taşıyıp babalık yapıyor.
Friends? Bizde de oynayan TV dizisiyle ilgisi yok tabii. Savaşa, şiddete, askerliğe, silaha tümden karşı olan barışçı Quaker mezhebinin gerçek adı. “Quaker bize dışımızdan verilen isimdir. ‘Shaked’ [titreyen], Tanrı’nın karşısında titreyen anlamında. Biz kendimize ‘Friends’ [Dostlar]deriz”. Yani, Türk (Turuk, Török) adı nasıl Çinliler, Türkiye (Turchia) adı nasıl Avrupalılar tarafından konmuşsa, öyle.
Quaker toplantısı
Yeşillikler içinde iki büyük ev. Friends’in “Toplantı Evi”, yani cemevi! Sağdakinde kocaman bir salon, birbirine dönük sıralar, insanlar oturuyor. Süzülüyoruz. Ama ne bir ses, ne bir nefes. Bazen gıcırdayan sıraların ve nadir kesik öksürüklerin dışında tek ses, devasa şöminedeki kütüklerin çatırtısı. Harry abi anlatmıştı: “Öyleee oturuyor. Meditasyon yapıyor. Sonra bir herif kalkaaar, yahut bir garııı, başlar gonuşmaya. İçinden geleyor çunkü.”
Gerçeküstü. Uzun süre, salondaki 150 kişiden gık yok. Bazılarının gözleri kapalı, yarı trans durumu. Sonunda, ayaklarında kısa çoraplar olan bir kadın kalktı, hissettiklerini anlatıyor. Bir diğeri alıyor: “Tanrı; evleri, kaleleri, evrenleri, içimdeki mikropları yarattı.” Yine on dakika susuş. Toplam altı kişi epey aralıklarla yüreklerine doğanları birkaç cümleyle dile getirip tekrar oturdular. Bir kadın hastanede yatan 93 yaşındaki komşusundan, bir erkek 94 yaşındaki annesinden bahsetti. Huzur dolu sakin konuşmalar.
Son kalkan genç baba çok ilginç. İki yaşındaki kızı önce adamın bacaklarına sarıldı, sonra kucağına çıktı, sonra da maymun gibi omzuna! Evladım, bırak da baban konuşsun; yahu kardeşim şuna söyle de biraz tek dursun! Yanında ise annesi gıkını çıkartmadan ve müdahale etmeden oturuyor, şeytanî ufaklık zavallı adamın tepesine çıkarken. Neyse, güç bela bitirdi adam; ne dediğini hiç anlamadım seyretmekten bu acayip durumu.
O bitirince biraz sonra hep birlikte kalkıyoruz. Herkes, civarındaki herkesin elini sıkıyor. Son olarak, “yeni”ler kalkıp kendini takdim ediyor, biz de ettik, “Welcome!” dedi herkes koro halinde. Dışarıda da, gelip toplantılarına katıldığım için teşekkürleri kabul ettim.
Harputlu Çarli
Hani Berlin’de Türkiyelilerin Kreuzberg’i vardır ya, burada da Ermenilerin Watertown’ı var. Tamek konserve, Filiz çay, çaydanlık, ince belli çay bardağı, Pınar ve Ülker ürünleri, Trakya beyaz peyniri, nazarlık, simit, çekiçte zeytin, Türkiye’den ithal aklınıza ne gelirse satan Bakkal Sevan da burada. Karnıyarık ve imambayıldılar yerel imalat.
Bugün Pazar. Amerika’daki bütün dükkanların aksine Sevan kapalı. Yakındaki Starbucks’a yöneliyoruz. Dört kişi güneşin altına oturmuşlar, bir tanesi iyice yaşlı, güneş gözlüklü, bastonlu: Charlie. 97 yaşındaki Harputlu Garabet Mosesian buraya yedi yaşında gelmiş. Bir fırın açmış, ABD’deki ilk donmuş pizzayı icat etmiş. Önce emlakçılığa sonra müteahhitliğe soyunmuş ve çok para kazanmış. Şimdi, tek başına yaşadığı evden her gün siyah bir kızın kullandığı arabasına biniyor, 12.00-13.00 arası mahalledeki Ermenilerle çene çalmaya bu Starbucks’a geliyor. Kahveye çıkıyor, yani.
“Charlie”? Meğer, gemilerin ilk yanaştığı meşhur Ellis Adası’nda sıradaki herkese sorarmış Amerikalı gümrük memuru: “Adın ne?” Anlamadı mı, ki Garabet’i anlamadığı tahmin olunur, yazarmış: “Charlie”!
Bu gerçeküstü durumun mütemmim cüzü de olacak tabii. Charlie’nin yanında oturan Armen bir Marksist Amerikalı. Türkçe bilmeyen nadir Ermenilerden. Geçenlerde Vietnam’a davet etmişler konferans vermesi için. İmtihan ediyor beni: “Sence nereye gidiyor Çin ve Vietnam ekonomisi?” Cevabını da veriyor: “Sürdürülebilir ekonomiye!”
Ermeni okul yemeği
Oradan kalkıyoruz, bir Ermeni ilkokulu yararına verilen yemeğe. (Bir arkadaşım yazmış soruyor, orada herkes kendi dilini okutabiliyor mu, diye. Bırak onu, geçen gün yan daireye yeni taşınan mağaralar radyoyu öyle bir açtılar ki sabaha karşı, uykumuzdan fırladık. Tak tak vurmak işe yaramadı, “Sıfır”ı aradım polis için, bir bant çıktı önce: “İngilizce için 1’e, İspanyolca için 2’ye basınız”).
Önce, başta humus olmak üzere mezeler ve “lüle kebap”. Arkasından tavuk şiş, şehriyeli pilav. Harry abinin kayınvalidesi Kayseri Efkere’li 87 yaşındaki Siranuş hanımın yanına oturmuşum, kulağıma eğiliyor: “Yersen şânın, yemezsen malın artar!” Yanımızdaki masalardan birine konsomasyona gidiyorum, Beyrutlu bir hanım Amerika’dan yakınıyor: “Oranın komşuluğuuu buranın hısımlığından eyyidir, yakındır!” Bir İstanbullu, tabii bütün bunlar tamamen Türkçe, anlatıyor: “En nihayetinde Amerika’ya göçüyoruz, 15 komşum kapıya çıktı, vallahi 10 tanesi Türk, nasıl ağlıyorlar ‘Gitme, biz sana bakarız!’ diye…”
Çıkınca kahveleri içmeye evlerine gidiyoruz, biraz gecikince Harry abi mutfağa sesleniyor: “Gayfe Yemen’den geleyorr?” Siranuş hanım, kızının geç kalmasından mahcup olmuş gibi, damadını müdafaa etmekte: “Bir dirhemlik kocan olsun, bin dirhemlik yerin olur!”. Kahveden sonra tuvalete gidiyorum, Pe-Re-Ja limon kolonyası. Sonra, Harry’nin gidip Beyrut’tan aldığı güler yüzlü Hrım nanım, Türkçesi enfes, duvardaki resimleri anlatıyor. “Bu tasviri Efkere’ye gittiklerinde çektirmişler”.
Türkiye’deki gerçeküstücülük
Akşam eve dönünce bilgisayarı açıyorum, gazetede Yargıtay 8. Ceza Daire’den resmî açıklama: “Dairemizin bir kararıyla ilgili olarak ‘Cinayet Çağrısında Suç Bulunamadı’ başlıklı haberde [geçen hafta yazdığım ‘1 şehide 5 DTP’li öldürülsün’ haberi] kamuoyu yanlış bilgilendirilmiştir. Dairemiz kararın esasına girmemiştir, çünkü yasal itiraz süresinin geçirildiği görülmüştür. Sayın basın mensuplarının daha titiz ve hassas davranması…”
Oysa, soruşturma açılmasını savcı ve yerel mahkeme esastan reddetmiş; süreden değil. Gerçekte de süre sorunu diye bir şey yok çünkü davanın avukatına tebligat yapılmamış. Şimdi, bu durum gerçeküstü değilse ne gerçeküstüdür? Gerçeküstülüğü eski öğrencim bir dostun yazdığıyla bitireyim mi? “Yargıtay’ın verdiği O. Pamuk kararını anlıyorum zira her bir Türk evladı kendisine hakaret edildiğini düşünebilir. İyi de, böyle bir dava yargıç önüne gidince ne olacak? Yargıç Türk evladı değil mi? Hukuktaki ‘çıkar çatışması’ ilkesi gereğince davadan çekilmesi gerekmez mi? O zaman yurt dışından yargıç mı ithal edeceğiz?”