Baskın Oran

Bosna programından çıkarılacak dersler

Hasbelkader katıldığım bir TV programını dört gündür yazıyorum. Dua edin sık sık çıkmıyorum, yoksa yanardınız. Neyse, sadede gelelim. TV’nin korkunç bir kamuoyu şartlandırıcısı olduğu gerçeğinin yanı sıra, bu olaydan ne sonuçlar çıkarılabilir?

1) Bosna’ya atılmamış bir kimyasal bomba bahane edilerek, Taksim’de   gövde gösterisi yapıldı. Ankara’da ABD Büyükelçiliğine kadar girildi. Arkasından, TBMM’de milletvekilleri Ayasofya’nın ibadete açılması için imza topluyor. Bu gerçekleşse, müzeden camiye çevrilmesi istenecek. Necm-üd-din Hoca kesin gelecek de, “Kanlı mı geleceğiz, kansız mı”  gelecek, artık onu tartışıyor.

“Laik” devlet bunlara gıkını çıkartmıyor.  Sendika isteyen memurları dayaktan geberterek  kısa zamanda büyük ve haklı bir ün kazanan Ankara Emniyet Müdürü, dinci gösterileri “rica” ile önlemeye çalışıyor. Bu gösterilerin onda biri solcular tarafından yapılsa, kan gövdeyi götürürdü. Necmettin Erbakan’ın sözlerinin onda biri solcu bir parti lideri tarafından söylense, dokunulmazlığı   öğle vaktine kadar kaldırılır, tutulur, içeri atılıverirdi.

Bizimle programa çıkan Sayın Dr. Aktuna,  polisin dincilere kadife eldiven kullanışını “polisin artık dikkatli davranması”yla açıklamaya çalışıyor.  Ama polis bu sefer de parasız eğitim isteyen gençleri ve bu arada gazetecileri dayaktan geberterek Sayın Hükümet Sözcüsü’nün lafını ağzına tıkayıveriyor.

“Devlet” neden yapıyor bütün bunları? Bir zamanlar komünizme karşı seferber ettiği din’i şimdi de Kürtlere karşı kullandığından mı? Evetse, laik Kürtlerle başa çıkamazken, dinci Kürtlere karşı ne halt etmek düşünülüyor?

Yoksa, Bayan Çiller ABD gezisinde Clinton’dan para isterken, “Vermezseniz, dinci akımlar güçlenir” diyebilsin diye mi teşvik ediliyor şeriatçılık? Var mı bi anlayan? Çünkü, bu iş resmen ve alenen teşvik ediliyor!

2) Uluslararası İslam, Bosna üzerinden Türkiye’ye Panislamizm reeksportu yapıyor. Bizim adi medya da, iki kuruş fazla kazanacağım diye “Tek suçları Müslüman olmak” sloganı altında halkı kışkırtmaya devam ediyor. Kimse çıkıp da, “Bre geri zekâlılar, bu iş Müslümanlıkla ilgili olsaydı Sırplarla Hırvatlar  birbirini  yer miydi?” demiyor.

Bu ortamda Türkiye Bosna’ya Barış Gücü yolluyor. Allah korusun, bu askerlerden bir tanesinin burnu kanarsa Türkiye cayır cayır yanmıştır! Türkiye elini ateşe sokuyor. Bu ortamda, bu böyle! Bosna’dan Türk bayrağına sarılıp gelecek cenazeler, öyle Güneydoğu’dan falan gelenleri solda sıfır bırakabilir. Dinciler, polisin müdahale etmemesine alıştı nasıl olsa, ortalık birbirine girer, bizden söylemesi.

3) “Biz, soyu ve dini büyük milletiz. Bizden korktukları için karşımıza Hıristiyan birliğiyle çıkıyorlar. Ama, birlik ve beraberliğimizi korursak, bizi durduramayacaklardır”. Bu ülkede yıllardır iktidar, muhalefet, medya, hepsi elele verip kamuoyunu  böyle şartlandırıyor.

Bu işin, dışarıda ve içeride olmak üzere  iki sonucu vardır:

  1. a) Dışarıda: Boşuna hedef büyütmek. Kendisi muhtacı himmet olan Türkiye’nin canına okunması için bundan daha kestirme bir yol yoktur. Özellikle, Rusya böyle büyürken. Mustafa Kemal bu konuda daha 1 Aralık 1921’de uyarmıştı herkesi:

“Efendiler… [Pantürkizm ve Panislamizm gibi] yapmadığımız ve yapamadığımız mefhumlar üzerinde koşarak [düşmanlarımızı çoğaltmak yerine] haddimizi bilelim… Biz hayat ve istiklal listeyen milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı harcarız”.

Ocak 1923’te de şöyle demişti:

“Biz haddimizi bilir kimseleriz. Erişilmez emel sahibi değiliz. Bugün esaret elemleri altında inleyen birçok dindaşlarımız vardır. Bunlar için de, kendi muhitlerinde istiklallerini almaları ve tam bağımsızlık ile memleketlerinin refah ve yükselmesine gayret eylemeleri en büyük temennilerimizdendir”.

  1. b) İçeride: Tüm ülkeyi sonunda hayal kırıklığına boğmak. Büyüklük kompleksiyle karışmış bir paranoya ancak bu sonucu doğurur. Sonunda “Biz adam olmayız” deyip çıkmak, daha da batmak, kaçınılmazdır.

4) Bir de, şu saptamayı yapayım, bitirmeden:

Programdan sonra bana telefon eden gerek dinciler, gerekse onlara karşı olanlar, iki taraf da büyük hınç içindeydi. Dinciler, dahası var mı, beni hayatımla tehdit ettiler. Kemalistler, “Ne konuşturdun o herifi öyle?!” diye azarladılar. İki konuşmacının birbirini susturmasını istemek çok ciddi bir olay. Bu hınç böyle devam ettiği takdirde, pek yakında Kürt-Türk çatışmasına taş çıkartabilir. Bu ülkenin yeni bir oydaşmaya (konsensüse) gereksinmesi var. Bu kutuplaşmanın, bu kutuplaşmaların sivrileşmesine değil. Ne yapıp yapıp,  her iki tarafın aklı başındakilerin harekete geçip, bu korkutucu gidişi önlemeleri lazım.

Ama, herkesten ve herşeyden önce, Devlet’i temsil edenlerin aklını başına devşirerek, Refah iktidarmış gibi davranmaya bir son vermeleri lazım.  Solcu gösteri yapınca başka, dinci yapınca başka muamele eden polis müdürlerinin, müzenin camiye çevrilmesini isteyen milletvekillerinin, Necmettin Erbakan Türkiye’yi kana boğmakla tehdit edince kılı kıpırdamayan Cumhuriyet Savcılarının… Madımak Oteli’nden sabıkası daha zaman aşımına uğramamış olan bir Devlet yapıyor bunları, unutmayın!

Devletin aklını başına toplaması Türkiye için lazım ama, bizzat Refah için de gerekli. Çünkü hem Kemalistler fena hınçlanıyor, hem de Refah, kendi gücünün çok ötesinde vehimlere kapılarak başta kendisini uçuruma götürüyor.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı