Sabah uyandım, inceden bir salâ yine. Bu kaçıncı yahu geldiğimizden beri? Büyük şehirlerde okunmaz mı bu, yoksa biz mi duymayız? Sadece Bodrum’da mı okunur mübarek? Seçim ertesi herkes seçim yazarken benim M. Ali Bakkal’ın salâsı üzerine yazacağım okunur mu peki? Bence ballar gibi okunur çünkü bu hafta herkes seçim yorumundan gık diyecek.
İspita’nın 117’lik damadı
M. Ali Bakkal, Gâvur Mahallesinde yani bizim Kumbahçe’de bakkalmış; ben buraya 96’da “enişte” atanmadan çok önce emekli etmiş kendini. Rekor bir yaşta öldü. Bodrum milletine soruyorum M. Ali Bakkal’ı, The Garden’ın sahibi Murat-Barbaros kardeşlerden Barbaros diyor ki: “Son zamanlarda takma dişlerini kullanamıyordu artık; yeni dişleri çıktığı için…” Anlayın artık. Oğluna sorarsan, onun yalancısıyım, 117 diyor. Şöyle hesaplıyor: “Venizelos Girit Kandiye’de [Heraklion] tren istasyonunu açtığında babam, kardeşini omuzuna alarak gitmiş seyretmeye.” Hesaplıyorsunuz, M. Ali Bakkal 117 yaşında öldüyse 1894 doğumludur, Venizelos 1864 doğumlu, istasyonu 40 yaşında açmış olsa, M. Ali Bakkal 10 yaşında. Eh, kardeşini omuzuna alabilir. Neyse, Allah gani gani rahmet eylesin, ama kendisinin bir önemli niteliği daha var: Aynı dükkanda icra-i sanat etmiş İspita Bakkal’ın damadı oluyor. İspita Bakkal, peki?
Yapmayın. Boşuna mı yazdık o kadar, Dalavera Memet’in ağzından. Memet abem aynen şöyle anlattıydı: “Bugünkü Dinç Pansiyon’un yerinde otururdu, altında da bakallık [bakkallık] yapardı. İspita, yani şimşek demek, kıvılcım demek, ateş demek. Ufak bi teknesi vardı bunun; Fethiye, Marmaris, bakal gibi alışveriş yapardı. Alaman harbında bunun teknesi battı, iki kişi boğuldu. Bu İspita pazara da çıkardı. Patates satardı. Ama Türkçesi çok az, kırk beş diyeceğine ‘Kirki beş, kirki beş!’ diye bağırıyor. Köylünün biri duyuyo bunu, gelip ayırdı patatesi bu kadar bi yığın yaptı, parayı veriyo. ‘Ne more bu’ dedi İspita, ‘yok more yok, kirki beş!’ Adam almadi gari patatesi, pahalı geldi. İspita diyo okkası kırk beş, adam anlıyo kırk okkası beş.”
Ahtapot sepeti
Göçenlerden söz açmışken bitireyim de bitsin bu tatsız konu. Ahtapot Sepetinin tanınmış simalarından Bedia Abla, biz adını Veda diye bilirdik çünkü herkes öyle söylerdi, o da kalkıp gitmiş biz yokken. Ahtapot Sepeti? 1969’da dinamit koyarak çatır çatır yıktığımız ve yerine şimdiki beton gudubet Halk Eğitim Merkezi’ni diktiğimiz o güzelim taş Kilise’nin meydanına çıkan, bir metre genişliğindeki çıkmaz sokaklardan birinin iki başında birer beyaz yaşmaklı kadın otururdu bütün gün; iki aslan misali. İçeride Seyfi Bar var, ama gündüz girmeye kalkarsan müdahale ederler: “Oğlum, burası çıkmaz! Kimi aramıştın?” İşte bunlardan biri Bedia Abla idi. Yakın arkadaşımız Nazan’ın halası idi. O da ölmüş. Nasıl ölür böyle insanlar Ya Hû?
Dalavera anlatıyor
Onu bırak, tarih gibi İbrahim Denizaslanı öldü bizim geldiğimizin ertesi günü! Onun da salâsını dinledik. Kumbahçe’nin ezeli ve ebedi muhtarıydı. Yine Dalavera anlatıyor, 2004’te: “Babası kaptandı. Vaporlara koca mavunalarla giderlerdi, harup [keçiboynuzu] falan götürürlerdi. Yalan dolan bilmez. Bi yanlılık [yanlışlık] oldu mu, bunu git düzelt [der]. Mahalle çok tutuyo. Aday bile olmadan seçiyolar. Seksen yaşında vardır.” Hakikaten ilginç adamdı Denizaslanı. Fazla kısa etekle veya şortla gelenlere nüfus sureti falan vermez, giyinip geldikleri zaman verirdi.
96 yazı, ben Feyhan’la yeni evlenmişim, bir kırmızı mobilet almışım, ehliyet için ikametgâh lazım, gittim, “Ben Derviş Bey’in damadıyım” dedim. Cevap buz gibi: “Derviş Bey’in damadı öldü!” Sahtekârsın, diyor resmen. Önceden sıkı tembihliyiz ya, sakince cevap veriyorum: “Ben Feyhan’ın yeni kocasıyım.” Yumuşuyor: “Haa, öyle mi, otur, otur bakalım şöyle. Nasılsın, iyi misin? Söyle bakayım, Feyhan’ın halası nasıl; neydi adı onun? Onun kızının adı neydi?” Ben yine sakin sakin cevaplamalarda: “Nebile Hanım İstanbul’da. Çok iyidir. Büyüğü Ziba, sizlere ömür. Kızının adı da Artemis; hatırlamadınız mı?” Bunun üzerine sakinleşiyor. Hani, ABD’de Yeşil Kart için ancak bu kadar soruşturma yapılıyordur.
“Size iyi muamele ediyor mu?!”
Bu kadarla bitse? Birkaç gün sonra Neyran gidiyor otomobil ehliyeti için, onu da alıyor mu tezgâha: “Baban nasıl? Ondan memnun musunuz? Size iyi muamele ediyor mu?” İşte asıl bu ikinci seanstan sonra aramız alabildiğine iyi olacaktır Muhtar Amca’yla. Bir gün Hasan’ı askerlik için aradıklarında eve kadar gelip haber verecek (bizim ev de yokuştadır, hani), kimseyi bulamayınca da, rüzgardan uçar falan diye kağıt bırakmayacak, bir daha gelecek, yine bulamayınca bu sefer Feyhan’ın dükkanına gidecektir. Tam 31 yıllık muhtarlıktan sonra Mart 2004’teki yerel seçimlerde görevi aynı mahalleden Artemis Aral’a devretti. Çok da burkuldu; biliyoruz. Allah gani gani rahmet eylesin…
Şimdi buraya kadar yazdığımı okudum; berbat. Sırf ölüm. Ama Bodrum bu insanlarla varsa var. Bunlar buranın asıl tarihi. Bunlarsız Bodrum bugün var yarın yok.
Bugünkü Bodrum? Çok iyi gördüm bu sefer. Belediye Başkanı Kocadon (soyadı böyle vallahi) yapabildiği her yeri yaya bölgesi yapmış. Şehrin eli yüzü çok temizlenmiş. Henüz tam gezemedim. Gezince raporumu ayrıntısıyla arz edeceğim. Fotoğraflarıyla. Şimdilik bu aziz ölülerle idare edin. Bunlar olmasa, Bodrum diskotekleriyle mi olacaktı sanıyorsunuz?