Baskın Oran

Dertli ama şanslı: Tunus

Dertli ama şanslı: Tunus
Dertli ama şanslı: Tunus

Kentin ana bulvarında jiletli tel örgüler.

‘‘Demokrasiye Geçiş: Yeni Bir Tunus Gerçeğine Doğru” konferansı için Tunus-Kartaca havalimanına iniyoruz. Tekerlekler yere değince bir alkıştır kopuyor. Bavulları bekliyoruz, tam 1 saat sonunda geldi. Benim dizler mafiş. Popo iliştirecek yer yok. Tunuslular sakin, bekliyor. Feyhan mırıldanıyor: “Bagajlar gelince alkışlamalılardı, asıl. Biz, bizden daha geri yere gitmeyelim, mümkünse”.

Özal-öncesi durumlar

“Arap Baharı”nın başlatıcısı Tunus’un önünde epey uzun bir süreç var galiba. Bizim 1950 (tek partiden kurtulma) ile 1961’i (göreli özgürlük) birarada idrak ediyor gibi. Bir defa, kesinlikle Özal-öncesi bir Türkiye . İner inmez öğreneceğiz, hani bizde 1930 tarihli bir “Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun” vardı. Cebinde 1 dolar buldular mı, ört ki ölem idi. Burada da bunun Tunus versiyonu geçerli imiş. Girerken biraz Avro bozduruyoruz. Makbuzu saklıyorum. İyi ediyorum çünkü harcayamadığımız kısmını tekrar Avro’ya çevirmek için onu istediler, dönerken. Havaalanından şehre çıkarken, bavullar yine X makinelerinden geçiyor, ne hikmetse.
Büyükelçi Akın Algan Mülkiye’den. Sağ olsun, karşılayıcı yollamış. Yolda bilgi alıyoruz. Otelin bulunduğu mahalleyi Suudiler inşa etmiş. Nitekim otelimiz 5 yıldızlı, ama bira bile yok. Oysa Habib Burgiba bizim Kemalizm’in en (hatta, tek) sadık izleyicisiydi.

Otel şehir merkezine epey uzak. Ama taksiler burada çok ucuz. Herkes biniyor. En az yirmi dakika gittik, 0,40’la açıldı, 5,5 dinar tuttu. Dinar, bizim TL kadar. Taksimetre açmak istemeyenine tek bir kere rastladık. Burada dünyanın en büyük mozaik müzesi var: Bardo. Oraya giderken bindik, bıçkın bir genç , açmıyor. Aç, diyorum, ben taksimetresiz çalışıyorum, diyor. Hemen durdurdum, indik, başkasına bindik.

Şehrin merkezi, Medina denilen yer. Burada bizim Kapalıçarşı’nın Tunus versiyonu Sus var. Sokaklarda başörtülüsü de geziyor, mini eteklisi de. Tek bir peçeliye rastladık, onun da göz kısmı açıktı. Gezerken benim dizler sukoyverince bir kahveye oturduk. Bıçkın garsona çay ve Fanta söyledik. Feyhan çayı içemedi çünkü hani accık daha kaynatsalar karamela olacakmış; öylesine şekerli. Konferansta makinede kapsülle yapılan çay bile içilemeyecek kadar şekerliydi. Aklınızda olsun, âdet böyle Arap ülkelerinde. Yine Filistin’e gitmiştik konferansa, Ramallah’a, orada da öyleydi. Taze nane de koyuyorlar. Neyse, kalkarken bıçkın oğlan 4 dinar istedi. Taksiye oranla bana acayip geldi ama verdik tabii. Oradan çıktık, yürüdük, açık havada ağaçların altında çok hoş bir kahvehanede daha soluklandık, iki espresso kahve ve bir büyük şişe suya 1,6 dinar verdik. Bu işler böyle.

Kargaşa yok, iktidar boşluğu var

İhtilal olmuş bir hava yok eski şehirde, epey gezdiğimiz mahalle aralarında, Sus’ta. Ama buranın Şanzelizesi olan Fransa Caddesi ve onun devamı Burgiba Caddesi bir şeyler anlatıyor. Mesela Fransız büyükelçiliğinin önü jilet tellerle kaplı. Jandarma binasınınki de öyle ve ayrıca zırhlı arabalar.

23 yıllık eski rejimin, yani Bin Ali’nin üçlü mottosu: “Özgürlük, Düzen, Adalet”. Tabii, sadece ortadaki. Akdeniz’e nazır bizim büyükelçilik konutunun sağı Başkanlık Sarayı, onun da sağı Kartaca harabelerinin esas bölümü. Turistlerin Saray’ı görecek şekilde fotoğraf çekmeleri yasak imiş, bu “Düzen”de. Göllerin balığı da Başkan ailesinden insanlara tahsisli imiş.

Şimdi yeni anayasa yapacaklar. Ama insanların kafası son derece karışık. Konferansta açıklanan kamuoyu araştırmalarının da gösterdiği gibi, kimsecikler bilmiyor kime oy vereceğini. 1 ay içinde 3 hükümet değişmiş; ülkede bir iktidar boşluğu var. Diktatörlüklerden sonra genellikle görüldüğü gibi, özgürlük de kaos olarak anlaşılıyor. Eski şehir çöp, karasinek, koku: Çöpçüler durmadan grev yapıyormuş. 5 yıldızlı otelde oda kapısını kartla açıyorsun, ama duvarda kartı koyacağın yer çalışmadığı için lambalar açık kalabiliyor bütün gün. Bunu lobide “Müşteri İlişkileri” masasındaki çok hoş genç kadına söyledim, yazıp da vermemi istedi. Kardeşim, ben yazmak için zaman harcayacak olsam sana niye söyleyeyim? Sen yaz ben imzalayayım diyorum, duymazlıktan geliyor.

Konferansta sunduğum projeksiyonlu bildirinin adı şuydu: “Türkiye’nin diyalektiği: Jakoben Kemalizm ve İslamcı Parti ”. Zırt-pırt yapılan askerî darbelerin nasıl sonunda İslamcı partiyi iktidara getirdiğini, ama bu arada İslamcıların, küreselleşmiş dünyada nasıl değiştiğini anlattım. Şunu da ekleyerek: Eski İslamcı partiyi şiddetle engellemeye kalkışmayın, ama son derece dikkatle dengeleyin. İngilizce metni sitemde: www.baskinoran.com

Asker yok, elhamdülillah!

Şimdi demokrasiye geçecekler. Bir anayasa mahkemesi getirilmesinden bahsediliyor konferansta. Sorgulanıyor: Anayasada Tunus laik bir ülkedir veya Tunus’un dini İslam’dır, denecek mi? Bunlar hiç belli değil şu anda. Zaten, belli olmadığı için herhalde, 23 Temmuz’a takvimlenen seçimler 23 Ekim’e ertelenmiş. Ama sanki insanların İslam kavramına fazla itirazları yok. “Bizde İslam koyu değildir; akışkandır (fluide)” diyorlar. İslam anayasaya girerse S. Arabistan’dan teorik olarak ne farkınız kalır, diyemedim ama laiklik ile diktatörlük özdeş tutuluyor anladığım kadarıyla. Eh, malum, Türkiye ile Tunus bu açıdan “kardeş cumhuriyet”tir. “Laiklik” denen Jakobenlik “din’in bastırılması aşaması”nı artık terk edip, “inançlar karşısında tarafsızlık” aşamasına geçmediği takdirde bizzat kendisi bir din haline gelir; bunu da anlattım sunuşta.

Tunus’un daha epey işi var. Ama Türkiye 1923’te kurulurken böyle konferanslardan yararlanma imkanı yoktu; şimdi Tunus’un var. Ama bu ülkenin asıl şansı nerede biliyor musunuz, Şanlı Ordusu yok. Çok şanslı ülke.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı