Baskın Oran

Bodrum’da wireless tavuk sote

Bodrum'da wireless tavuk sote
Bodrum'da wireless tavuk sote

Feyhan’ın çimçim karides ve deli sarpa yollayan sınıf arkadaşları.

Dalavera’m gitti, kurudum; Ergenekon geldi tiksindim. Bodrum yazamıyorum. Ama Kanada Toronto’dan olgun dostum Hayik Bey diyor ki: ‘…bu günler de geçer ve tekrar sabırsızlıkla beklediğim Bodrum yazılarınızın zamanı ve keyfi gelir’. Genç isterseniz, ‘…henüz 18 yaşında daha üniversiteye girmesi bile belli olmayan fakat nerdeyse 4 yıldır Baskın Oran okuyup…’ diyen kalem arkadaşım Firdevs’ten son mesaj: ‘Ya hocam, benim bi sorum var. Tatil başlayalı epey oluyo siz Bodrum’da değil misiniz anlamadım ki. Hocam artık şu Bodrum günlerinizden bahseden bi yazı yazsanız da içimiz açılsa=)’. Eh, marifet iltifata tabiymiş.

Liman açılmış!

İlk sabah kepenkleri açtım. Geçen yıl diktiğim mavi boru çiçekleri çatıya çıkan merdiveni ele geçirmiş! Koca merdiven yeşil ve mavi kesmiş! Komşudan sarkan begonvilde yaprak aramayın; sırf çiçek! Kaç yıl önce diktiğim ama ayakta zor duran kavuniçi begonvilimiz onlardan utanarak resmen azmış! Önde, alt kat komşumuz Nilgün Hanımın sokağa diktiği begonvil, gölgeliğin geçen sene kırılan yerinden yol bulup fışkırmış, bizim balkona doğru hamle etmekte…

Gözüm biraz uzağa takılıyor. Yok artık! Şalvarağa Tepesi’nin altındaki liman bitmiş! Gemi gelmiş! 30 yıldır Bodrum esnafı bu limanı engelledi büyük başarıyla. Neden, çünkü herkes kendi dükkanına yakın istiyor. İnen turist koşa koşa dosdoğru ona gelecek ya. Esnaf kardeşlerimiz nerden bilsin teoriyi: 1) O gemiyi hangi acente getiriyorsa dayar otobüsü, götürür Bilmemne Center’a; 2) Gemi turisti Bodrum’un alıştığı biracı kokoz turiste benzemez; ortayaş üstü ve paralıdır. Bu nedenle, damlasa ihya eder. Öf, yine ciddileştik. Güzele dönüyorum.

‘Hanım nerde, hanım?’

Bizim Paşatarlası Plajı limana kadar, yani iki kat uzatılmış. Kumlar döktürmüş belediyemiz; Paris’te Seine kıyısı mübarek. ‘Aile plajıdır. Koltuklar ve şemsiyeler parasızdır. Dışarıdan yiyecek-içecek getirmeyiniz’ yazıyor. Feyhan yaşadı; çayları yuvarlar artık. Tabii, burası Maalesef Türkiye, kaçınılmaz aksesuarlar hemen getirilip kondu: İki kocaman hoparlör.

Ne olmuş diyeceksiniz. Bir kere, bozuk. Durmadan bir carta çekiyor ki, ölüyü sıçratır. İki haftadır da tamir edilemedi şükür. İkincisi, bırakmıyorlar ne çalıyorsa o çalsın. Orta yerinde biri parmak atıyor, başka ve hiç benzemez bir şey başlıyor. Üçüncüsü, parayla girilen moda “beach”lerde çalınan “müzik” her ne halt ise herkesi tatmin eder. Çünkü oralara gidenler ya aynı sınıftandır yahut o sınıftan olduğunu kendine ve herkese ispat için çırpınandır. Ciddiye yine vurmak istemiyorum ama, buraya her cins insan geliyor. Mesela ben geliyorum, çok kısık sesle çalsın (hatta, hiç çalmasın) istiyorum. Bir başkası sonuna kadar açılsın istiyor. Kaliteden hiç söz etmiyorum tabii.

Allahtan iki gündür yoklar, horoz adadım gitsinler diye, birkaç kişilik bir hatun grubu var, zavallı Samandağlı Serkan’a (Muğla’da üniversite okuyor) sesleniyorlar: “Kardeş! Azcık aç şunu! Bir hava koysana!”. Hava dedikleri, göbek havası. Serkancık, bir gözü bende ne olur kızma der gibi, koyuyor, seninkiler bellerine bağladıkları gibi masa örtülerini, vallahülazim en ufak abartım varsa şu yazıyı bitirmek nasip olmasın, başlıyorlar dörtlü beşli karşılıklı göbek atmaya. Eğlenmek bu kadar olur. Biz boşuna yaşamışız ve yaşıyoruz.

‘Koklamadan yemeyin!’

Uyumak haram tabii. Kalkıyorum, doktorum Safiye Hoca’nın tavsiyesine uyarak denizin içinde yürüyorum menüsküslerim için kıyı boyunca. Önümde elli santim suda çimmekte olan üç kadından biri benim arkamdaki birine sesleniyor:

“Hanım bugün gelmedi mi?” Geçiyorum, bu sefer bana sesleniyor:

“Abii! Hanım yok mu bugün hanım?” Meğer bana söylüyormuş. Şaşırmış, otomatik hesap veriyorum:

“Denizde.”

“Yani gelmedi mi?”

“Yüzüyor, yüzüyor!”

Feyhan’ın yanına varınca diyorum ki böyle böyle. Bakıyor, meğer geçen gün de onun yanına gelen ve ‘Ben senden önce geliyom, senden çok yatıyom güneşte, niye sen daha çok yanıyon?’ diyen hatun imiş…

Güzelliklere devam. Tekrar uyumuşum. Çünkü bizim Serkan çaktırmadan hoparlörlerden bize yakın olanın hattını kesmiş. Zaten Hatay’ın insanı çok hoştur. Tam o sırada emekli başkomserim geçiyor: “Fındıııık! Bir liraya fındık! Böyle fındık yemediniz! Sakın koklamadan yemeyin! Bir liraya!”. Bütün gün fındık satar. Bana da laf atıyor: “Hocam, sabah şerifler hayırlar olsun!” Denize girme vakti geldi demek; zaten koruma polisi arkadaşım Adnan da güneşten bunalmıştır. Yunus Hanım zıplarken yanından usulca geçerek salıyoruz kendimizi. Yunus Hanım, bütün vücuduna boydan boya siyah taytlar giyip başına da siyah bir örtü bağlayarak durmadan denize zıplayan bir hanımdır. Yüzmez, durmadan atlar yunus gibi. Çok iyi anlaşıyoruz. Geçen gün saati sordu, uzun uzun sohbet ettik. Ara sıra döner, yan şezlongda yatan üstsüzle de çene çalar. Tabii, kadının Türkçe bilmesi şartıyla. Bu sene üstsüzlerden ve tangalılardan yana sıkıntımız yok, şükür.

Yüzme derken, TV bütün gün olimpiyatları veriyor. Benim de aşağılık duygularımı azdırıyor çünkü yüzmem beş para etmez. Ama dizlerim ve boynum için mecburum. Oflaya puflaya ilerlerken hem ağzıma su kaçmasın diye dikkat ediyor hem de Feyhan’a diyorum ki:

“Gelecek olimpiyatlara yüzmede ben de katılacağım!” Şaşırıyor:

“Ne olimpiyatı?”

“Sakat Olimpiyatları”.

“Hangi kategoride peki?”

“Menüsküslü kurbağa kategorisinde”.

Hemşinliler gibisi olamaz!

Lokantalardan soracak olursanız, Ege yemeklerinde Berk tabii ki 1 numara olmaya berdevam. Geçen gün 1971’den suç ortaklarım Hüseyin Tanrıöver’le Akın Atauz’u alıp ailecek gittik, hoşluklar yaşadık. Sırf mezeyle rakılarken bir baktık, bir tabak çimçim karides! Daha kim gönderdi anlamadan bir tabak deli sarpa ızgara! Döndük, arkadaki dört kişilik masalardan üç kişi kalkmış tezahürat yapıyor: “İlkokul arkadaşım! Afiyet olsun!” Feyhan’ın mektep arkadaşları. Arkasından bir de Berk’in sahibi Tombiş Mustafa ahtapotlu pilav gönderdi, tam ihya olduk. Sırf meze ve rakı parası verdiğimiz için de altı kişi 150 lira ödedik; Akın’la Hüseyin’in aklı tavana vurdu.

Ama hayatta her şey karşılıklı. Akın’ın makinesiyle fotoğraflarını çektirdiler. Alışkanlık icabı “Hemen internetten gönderiyorum” deyince dördü birden itiraz: “Yoo, enişte, biz anlamayız, basılmış olacak!” dediler. Memori stik de yok ki yanımda; bilgisayarı yüklenip benim kırmızı mobilete atladım, bastırttım, bugün Feyhan götürüp verecek mektep arkadaşlarına. Berk’in dışında en çok Zeyno’ya ve bir de esas The Garden’a gidiyoruz, masamız kumun üzerindedir, çok memnunuz. Adına bakmayın, sahipleri Bodrumludur.

Son olarak, biliyorsunuz limandaki Cafe Bodrum’da garson Sarı var, müsteciri Ali Bey var. Hani, işleri bittikten sonra vaat ettikleri parayı ödemeyen iki İngiliz oğlanını iki karayağız delikanlıdan kurtarmıştı (Agos, 15.08.2003), anlatıyor.

Geçenlerde Hemşin’den bir akrabaları yeni başlamışken işe, elinde laptop’la bir adam gelmiş ve oturmadan sormuş:

“Sizde wireless var mı?” Oğlan bir an tereddüt geçirmiş, sonra:

“Yok abi, ama çok iyi tavuk sotemiz bulunur” demiş. Ali Bey yatıyor yerlere!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı