Ben bir “gri”yim. Bu yüzden, beyazlar ve siyahlar beni pek tutmaz. “Ermeni Kırımı” deyişim (ayrıca, devletin özür dilemesini ve tazminat ödemesini isteyişim) nedeniyle Türkler, “Ermeni Soykırımı” demeyişim nedeniyle de Ermeniler ve şimdi kimi Türkiyeliler.
Matem, nereye kadar?
24 Nisan anmaları bizde daha yeni doğdu sayılır ama kendini tekrar etmeye başladı bile. 10 Kasım’a dönüşmesini önlemek lazım. Mezar başı törenleri insanları bir noktadan sonra rutinleştirir, resmîleştirir, hatta bıktırır. Siyaset biliminde “ideolojinin olumsuz işlevi” dediğimiz durumu, yani amaçlananın tersini yaratabilir.
İstanbul ve diğer medeni kentlerde o gün sembolik bir anma yapılmalı. Mezarlar da ziyaret edilmeli. Fakat temel olay, hem Ermenileri hem de 76 milyon Türkiyeli’yi etkileyecek başka bir mecraya dökülmeli. Yurt dışından gelecek Ermenilerle ortak birliktelikler sergilenmeli: Ortak konferanslar ve sanat projeleri, özellikle de, Osmanlı Ermenilerinin yaşadığı mekanlara ortak ziyaret ve geziler.
Oteli şart koşmayan konukları, evleri müsait olanlarımız evlerinde misafir ederek. Ermenilerin 1915’teki 2.538 kilisesinden, 451 manastırından, bir zamanlar 173.000 öğrenci okutmakta olan 1.996 okulundan, bilmem kaç tane yetimhanesinden her yıl birer veya ikişer tanesini seçip ziyaret ederek.
Ama sadece harabe gezilmemeli. Her yıl, Ağırnaslı Koca Sinan’ın ve İstanbullu Balyanların eserlerinin biri veya ikisine gidilmeli. Mesela Süleymaniye Camii’ne, Beylerbeyi Sarayı’na, Darphane-i Amire’ye, Mihrimah Sultan Camii’ne, Çırağan Sarayı’na, Davutpaşa Kışlası’na, Beyazıt Kulesi’ne, Harbiye Nezareti’ne, Akaretler’e, Çırağan Sarayı’na, Valide Camii’ne, Dolmabahçe Sarayı’na…
Böylece, şu büyük gerçek bir daha yaşanmalı ve 76 milyona ilan edilmeli: Osmanlı Ermenilerinin bir insanlık suçu biçiminde etno-dinsel temizliğe uğratılması yalnız Ermenileri değil, esas olarak Anadolu’yu perişan etmiştir, bugün Kürtler için yapmaya çalıştığımız yerinden yönetim reformuna o zaman gitmek Babıali’ye zor geldiği için daha kolay bir iş yapılarak Anadolu’nun en büyük uygarlığı yok edilmiştir, Anadolu insanı ve toprağı çoraklaştırılmıştır.
24 Nisan’ı dışarıdaki Ermeniler nasıl anarlar, böyle bir mecraya gitmek isterler mi, ona karışamayız. Ama bunları Türkiyelilere (ve dünyaya) anlatmanın en sağlam yolu sanırım budur. Biz artık bu acı günü mumların yakıldığı bir matemden, yavaş yavaş, iki sivil toplum arasındaki bir ortaklığa doğru götürürsek, tüm dünyanın hızla benimsediği “second track”e yani resmiyet dışı ikinci yol’a da uygun hareket etmiş oluruz. Aynı zamanda, Türkiye’ye çok ciddi bir aşama yaptırırız çünkü devlet, “Onlar bizi öldürdüler” gülünç kaçınca icat ettiği “Mukatele” (karşılıklı katliam) zavallılığından öteye geçebilecek gibi gözükmüyor.
Kendini mazlumiyetle tanımlamak
İşin bir de karşı yakası var. Her insan/grup kendini iki biçimde tanımlar: 1) Kime karşı olduğuyla; 2) Kim olduğuyla. Daha kolay ve yaygın olan birincisi, insanı/grubu bir noktadan sonra ve her şeyden önce kendi gözünde yıpratır. Epey sayıda Ermeni’nin öfkesini çekme ihtimalini göze alarak söyleyeyim ki, Ermeniler, Türk devletinin rezil inkarcılığı yüzünden gelişen ve en azından 1965’te başlamış bu birinci tanımlama biçimini ilelebet devam ettiremezler. Hrant bunu 2004 başında şöyle yazmıştı:
“Ermeni kimliğinin sağlığını Fransız’ın, Alman’ın, Amerikalı’nın ve ille de Türk’ün soykırımı kabul edip etmemesine endeksli bir durumda bırakmak, Ermeni dünyasının artık terk etmesi gereken bir hatadır (…) Ermeni kimliğinin ‘Türk’ten kurtuluşunun yolu gayet basittir: ‘Türk’le uğraşmamak… Gayrı Ermenistan’la uğraşmak. Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur”. Tabii, muhterem yargımız son cümleye takmış, “Türklüğü aşağılamak”tan mahkum etmişti Hrant’ı, orası da ayrı… Bu kararı vermiş olanların torunları ileride çok utanacaklardır.
Hayatta her şey bir aşamalar dizisinden oluşur; bir tutturdun mu sonuna kadar ray üstünde yağ gibi giden tek bir parçadan değil. Suçsuz/her şeyden habersiz insanları (Türk diplomatlarını) öldürmek son derece gayri insanî olduğu halde Diaspora, aynen Kürtlerin silahlı PKK aşaması gibi, ASALA aşamasını da 1915’teki rezaleti insanlara artık duyurmak amacıyla 1973-85 arasında uyguladı. Peki. Ermeniler açısından başarıyla yürüttü, buna da peki. Ama sonra bu evre işlevini tamamladı ve hatta Ermenilere zarar vermeye başladı. Başlatanlar, sona erdirdi.
Parlamentolarından ve uluslararası kuruluşlarından kararlar çıkartma aşaması da buna benziyor. Henüz rutinleşmediyse bile çok yakında rutinleşecek; hatta Fransa’da ve AİHM’de siyasal ve hukuksal fireler vermeye başladı. Ne kadar zor gelirse gelsin, Ermenilerin artık yeni bir aşamaya geçmesi doğru olur. Yani, sözünü ettiğim ortak birliktelik projeleri aşamasına. Türkiye’deki tüm inkarcılara vurulabilecek en büyük darbe ve insan vicdanına en ciddi uyarıyı/katkıyı yapacak aşama budur.
Yaklaşan 2015 yılını atlatmak için devletimizin yürüttüğü utanç verici projeye, TC-Azerbaycan işbirliğine verilebilecek en iyi cevap da budur. Ermeni meselesinde, Abdülhamit açısından 1890’dan sonraki Hamidiye Alayları ne idiyse, bugün de Erdoğan açısından Azerbaycan aynen odur.
Kürt meselesiyle ilgisi
1.Dünya Savaşı’na İttihat ve Terakki sırf, Ermeni korumacılığını Rusya’ya veren 8 Şubat 1914 Rus-Osmanlı Yeniköy Antlaşması’nı kadük etmek için girmiştir ve Ermenileri sırf, bu antlaşmanın objesini ortadan kaldırmak için katletmiştir. Peki Babıali bu korkunç belgeyi niye imzalamak zorunda kalmıştır? Sırf, 1850’lerden beri Ermeni konusunda yerel yönetim reformu yapmamakta inatla direndiği için! (yerim kalmadı; bkz. 39 ve 40 numaralı saydamlar, bknz
Bunu iyi anlamak ve anlatmak lazım. Lazım ki, Kürt meselesinde de nasıl bir hezimete gidiyoruz, şimdiden görülsün