Merak edenin adı, Fuat Turgut.
Böyle birini hatırlıyor musunuz? Sanmam. Oysa, çok önemli bir kişi. Hani, Öcalan’ın İmralı duruşmasında kalkıp da “Efendim, sorulsun: Babası Ermeni midir?” diyen ve mahkeme başkanı Turgut Okyay’ın “İnsanlık kavramı herşeyin üstündedir” yanıtıyla terslenen, “müdahil şehit avukatı” (04 Haziran 1999 tarihli gazeteler). Ayrıca, bizzat kendi avukatının temyiz dilekçesinde de söylediği gibi (s.4), “çete avukatı” diye de anılıyor.
Benim işim gücüm var; çoktan unutup gitmiştim adını da olayını da. Geçen gün kendisiyle Yargıtay’da duruşmamız vardı da, oradan hatırlayıp köşeme tekrar konuk ediyorum.
Duruşmamız vardı; çünkü o zamanlar yazdığım Aydınlık dergisinin 11 Haziran 1999 tarihli sayısında olayı tahlil eden “PKK Ermenidir demek, Türkiye’yi bölmektir” başlıklı bir yazı yayınlamıştım ve sayın muhterem bu yazı aleyhine “kişilik haklarını tahkir ve tezyif etmek, halkın hakaret ve husumetine maruz bırakmak, madde tayini suretiyle suç isnad etmek”ten, o zamanın parasıyla 2,5 milyarlık tazminat davası açmıştı. Beyoğlu 4. Asliye Hukuk’ta davası reddedildi. Yetmedi, Yargıtay’a başvurdu. O hikaye.
Muhterem kurnaz ya, özellikle Güneydoğu Anadolu gibi bir yerde Müslüman bir hatunun Ermeni kocaya varmasının mümkün olmadığını bilmez mi hiç; kendi aklınca “piç” diyerek hakaret etmiş oluyordu. Üstelik de, yine kendi aklınca “bir taşla iki kuş” vurarak hem Apo’ya hem de Ermenilere küfrediyordu.
Dahası var: Hem düşmanın “Aman Türkler bir hata yapsın da tepelerine binelim” diye gözlerini diktiği bir davada Türkiye’yi rezil ediyor, hem de ASALA muamelesi yaptığı Ermenilerimizi Türkiye’den soğutarak bölücülük yapıyordu.
* * *
Aslında, Başkan Turgut Okyay’ın o anıtsal yanıtı üzerine benim Yargıtay’da ekleyeceğim hiçbir şey olamazdı; yüksek yargıçlara bunu tekrar edip yerime oturmayı düşünüyordum. Ama muhteremin avukatının yazdığı temyiz dilekçesini okuduğumda, virgülü virgülüne şunların yazıldığını gördüm:
“…müvekkilim ve meslektaşım davacı Fuat Turgut, İmralı yargılamasında sanık Abdullah Öcalan’a ‘ilkel etnik savaş yürüttüğü’ (öyle ya bu ilkel etnik savaşın hangi etnik grup adına yürütüldüğünün ortaya çıkarılması gerekir), iddiasını açığa çıkarmak için -dava dilekçesinde de açıkça arz ettiğimiz gibi- aynı ifadelerle aşağıdaki soruyu sormuştur; … Senin baban Ermeni mi?”
Hani, padişah bir gün sıkılınca dalkavuğuna: “Öyle bir şey yap ki, özrün kabahatinden büyük olsun” demiş. Dalkavuk da kuytu bir yerde yaradana sığınıp (affedersiniz) bir parmak atmış. Zıplayan padişah “Ne yaptın bre nabekâr” diye kükreyince de, “Kusura bakmayın devletlüm, sizi hanım sultan sandım” demiş. Bu da özrü kabahatinden büyük bir durumdu ve Başkan Turgut Okyay’ın sözünü anımsatıp oturmak mümkün değildi. Yüksek yargıçlar bana söz verdiklerinde bunu belirttim ve davacı tarafın kimi şeyleri bu duruşma vesilesiyle öğrenmesinin çok yararlı olacağını söyledim:
1) Kimlik ikiye ayrılır: Objektif kimlik insanın annesinin karnından getirdiği kimliktir ve gayrı iradi olduğu için hiçbir anlam taşımaz. Sübjektif kimlik ise insanın aklı başına geldiği zaman kendine biçtiği kimliktir ki, bir tek o önem taşır. Burada davacı tarafa göre, Öcalan’ın babası Kürt ise PKK bu “ilkel etnik savaş”ı Kürt ayrılıkçılığı için yürütecektir, Ermeni ise Ermeni ayrılıkçılığı için!. Mantık bu denli acınacak bir mantıktır, çünkü objektif-sübjektif kimlik ayrımından bile haberi yoktur.
2) Millet ve devlet kurma olayı, iki temelden birine dayanır: Birincisi “kan” esasıdır ki, Alman yöntemi de denen bu kavram faşizmin temel taşıdır. İkincisi “toprak” esasıdır ki; Fransız yöntemi, Ernest Renan yöntemi, kültür yöntemi veya teritoryal yöntem gibi adlarla da anılır. Atatürk milliyetçiliği, millet’i “vatandaşlık” kavramını temel alarak tanımlamış ve böylece, bir mozaik olan Anadolu’da birincisini değil ikincisini uygulamıştır; birincisini uygulasaydı millet’i kurmaz, bölerdi.
Arkasından, ekledim:
“Davacı tarafın bunları biliyor olması da mümkündür. O zaman, kötü niyetlidir. Nitekim, bu kötü niyet dava dilekçesinin en az iki yerinde görülmektedir. Birincisi, PKK’nın açılımı “Kürdistan İşçi Partisi” olduğu halde, belki kafaları karıştırırım umuduyla “Kürdistan Komünist Partisi” diye yazmıştır (ilk dava dilekçesi, s.2). İkincisi, temyiz dilekçesinde (s.1) “Dava konusu yazının yayınlandığı Aydınlık Dergisi’nin dahi dava konusu yazıyı çok aşırı ve rahatsız edici bulduğu için davalı yazar Baskın Oran’ın yazılarına son verdiği duyumlarını almaktayız. Davalı Baskın Oran artık Aydınlık Dergisi’nde yazmamaktadır” demektedir. Oysa, bir yazımın dergi yayın politikasına uygun bulunmadığı gerekçesiyle basılmaması üzerine dostça ayrıldığım Aydınlık’ta, dava konusu yazıdan sonra tam 23 hafta daha yazdım. Ayrıldığımı bilen bunu nasıl bilmez?”.
Duruşmada tamamen bağlam dışı olduğu için bahsetmedim ama, kendi açtığı davaya Yargıtay’da ne kendisi ne de avukatı gelmeye tenezzül eden muhterem davacıma “kıyak” olsun diye bir ihbarda bulunayım: Bendeniz şimdi bir Ermeni gazetesinde yazıyorum.
Bir dahaki davada bunu da dikkate alır ve benim de babamı merak ederse, diye söylüyorum.