Baskın Oran

Aziz Nesinlik olmak…

1890 doğumlu babam, rahmetli, solculardan zerre kadar hazzetmezdi. Gene de,

“Çok iyi yazıyor  teres; bi de komünist olmasa!” dediği Aziz Nesin’in kitapları çıkar çıkmaz, İzmir’in o zamanki tek büyük çarşısı  Kemeraltı’ndan alıp getirir, devrine göre bayağı geniş olduğunu çok sonraları anlayacağım kitaplığımıza katardı.

Çocukluğumun İzmirinde, tatil aylarının cehennemî öğleden sonralarında metazori yatırıldığım o öğle uykusu azaplarına, büyük lüksümü oluşturan soğuk su şişesi (çok az evde buzdolabı vardı)  emzik gibi ağzımda uykuya varmadan önce, biraz da, saatlerce Aziz Nesin okuyacağım diye katlanırdım.

Sonradan, uzun yıllar sonra, Aziz Nesin’i daha yakından tanımak nasip oldu. Hazırlığını Fadıl’la (Kocagöz)  yaptığımız Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları’na koskoca bir önsöz yazdı. Üstelik, geçenlerde de, yeni baskıya verdiğim Devlet’e Karşı Devlet’i,  gözleri az gördüğü halde, Vakıf’taki çocuklarına yüksek sesle okutup -gene sağ olsun-  övücü bir arka kapak yazısı yazdı.

Ben de böylece, bilmeden bile olsa, hayatımda ilk kez elimi çabuk tutmuş oldum. Aziz Nesin şimdi idam edilecek; asıldıktan sonra gel de yazdır. Üstelik şimdi kitabım Duygu Asena’dan bile fazla satabilir. “Aziz Nesin’in idam edilmeden önce arka kapak yazısı yazdığı son kitap” diye köşeleri dönebilirim. Ortaçağda, asılanın yağlı ipi “uğur” sayıldığı için,  uyanıklar santim santim satar, dünyanın parasını vururlarmış. Onun gibi.

Aziz Usta, Devlet’e Karşı Devlet için  yazdığı yazıda,

“Yoo, hayır, ben de (…) Baskın Oran’a öykünmek istemiyorum. En iyisi, benim az gören gözlerimle beğenerek, severek okuduğum bu kitabı siz de okuyun” diyerek büyük alçakgönüllülük sergiliyor ama, şurası ortada ki, bunca yıldır, biz hiç farkına varmadan, böyle “Kara Mizah” açısından olsun hepimizi birer küçük Aziz Nesin yaptı, çıktı. İstisnasız hepiciğimizi kendisine öykünür hale getirdi.

Özellikle son yaptığı “Tam Aziz Nesinlik” olan, Ankara DGM Başsavcısı Sayın Nusret Demiral’ı bile.

Sivas Madımak Oteli Katliamı davasının gizli oturumlarında sırayla bütün “sanık”ları tahliye ettiren Demiral, biraz gecikmiş de olsa, Kara Mizah’ta İranlı mollalara kafiye tutturuyor.

İranlı mollalar, Aziz Nesin için “Katli vaciptir” diyorlar.

Demiral, dava başladıktan 13 ay sonra, “İdamı vaciptir” diyor.

Karşındaki  absürd’e kaçmaya başladı mı, artık hiç korkma, . Diyalektik hiçbir yerde işlemese, böyle yerde işler. Büyük tepkiler doğmaya başladı. Ankara’dan Ceza Hukuku Profesörü dostum Nevzat Toroslu’yla telefonda konuşuyoruz,

“Ulan, şurada 34 yıldır  ceza hukuku okutuyoruz; televizyonda haberi duyduktan sonra dedim ki, artık ben bi daha bu ülkede bu dersi vermem! Kıytırık bi ders isteyeyim bu yıl, dedim” diyor.

Çeşme’de abimin evindeyim, siteden tanıdıklarla konuşuyoruz, tutturdular:

“Bu Demiral mutlaka muayeneye sevkedilmeli! Müşahedeye alınmalı!”

Şiddetle karşı çıktım. Hazret son derece sağlıklı ve de bilinçli. Ne yaptığını  çok iyi biliyor.

1) Türkiye’de birisi seni karakola şikayete gitti mi, paçayı kurtarmanın en klasik yolu şudur: Şikayetçiden şikayetçi olmak!

Aziz Nesin’in idamını isteyeceksin, mahkum edemeyeceksin. 37 kişiyi diri diri yakmaktan yakalananları da mahkum edemeyeceksin, ödeşilmiş olacak.

2) Sivas katliamı, Türkiye’de ilk kez, “entellektüel” dincileri fena halde   açık düşürdü. Olayı “Çevremiz ne der?” belasına kınayamayınca, maskeleri düşüverdi. Dolaylı olarak da olsa, Aziz Nesin’i bu yönden affedemeyecek  bitakım çevreler.

3) Artık Türkiye’de resmî ideoloji Kemalizm falan değil, Türk-İslam Sentezi! Her resmî ideoloji farkına varmadan bütün bireylerin en azından biçemini (üslubunu) etkiler. Dikkat edin, televizyona her çıkan her laiklik taraftarı, “Biz de Müslümanız ama…,” demeden söze başlayamıyor.

Aziz Nesin yeni resmî ideolojiye ilk dikilen oldu. “Müslüman olmaya mecbur değilim” diyor. Sahiden, mecbur mu? Mecbur muyuz? Atatürk Türkiyesinde var mı böyle bir mecburiyet? Varsa, açık açık tartışalım ve bilelim. Biz de boynumuzu kibarca uzatıp, “Biz de Müslümanız ama,” diyelim.

Din, diğerleri gibi, bir ideoloji. Nerden gidersen git, son tahlilde varacağın nokta bu.

Küfür etmeden, hakaret etmeden, “Ben bu ideolojiyi tutmuyorum. Ondan yana değilim. Dahası, onun dışındayım, hatta karşısındayım!” demek nasıl suç oluyormuş, nasıl “Halkı tahrik” oluyormuş onu bilelim. Halk dalkavukluğunun kaç tane adı varmış, onu biyol not edelim.

“Faşizm  zararlı bir ideolojidir” dendiği zaman  faşistler “Hislerimiz rencide edildi” diye dava açabiliyorlar mı? İslam’ı soğukkanlılıkla eleştirmek ne menem “Halkın dinî hislerini rencide etmek”miş, onu biyol öğrenelim bakalım.

Bu ülkede ilk kez, 20 gün önceki prostat ameliyatının narkozundan sonra artık gözleri daha da az gören 80’lik Aziz Nesin  gördü bu Aziz Nesinlik durumu ve karşı çıktı. Tabu yıkıyor. Tehlikelidir; arkadan gelenler olabilir! Sayın Demiral, bu tehlikeyi beşikte boğmak istiyor, hepsi bu.

4) Bitmedi. Bişey daha var. Sayın Başsavcı gelecek yıl yaş haddinden emekli.

Bir başka “büyük hedef”i, 12 Mart Faşizminde Anayasa Profesörü Mümtaz Soysal’ı elinden gelse idam edecek olan Askerî Savcı Baki Tuğ emekli olduğunda, Başsavcı Demiral’ın neredeyse adaşı olan şimdiki Cumhurbaşkanımız tarafından elinden tutulup Yüce Meclis’e getirildi. Parti Genel Başkan Yardımcısı yapıldı.

Savcı’sı emeklilikte böyle yapılırsa, Başsavcı’sı bekleyin bakın neler yapılacak.

Çeşme’deki dostların güneş başına geçmiş. Başsavcı Demiral çok sağlıklı ve  ne yaptığını biliyor. Son derece iyi hesap yapıyor.

Sadece, iki küçük konuda hariç: Çocuklarının ve torunlarının ne olacağını düşünmüyor, bir de, adaleti Türk-İslam Sentezine böylesine pervasızca alet etmenin kaçınılmaz olarak 180 derece ters sonuç yaratacağını bilmiyor.

Bırakın, Türkiye’nin bu kadar da şansı olsun.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı