Geçen gece Berk’ten çıkarken Prof. Taner Berksoylara rastladık. Sonra da Torba’daki otellerinde buluştuk. İskelede yayılmış bira içerken karşıdan tanıdık bir sima laf ata ata geliyor: Ali Poyrazoğlu! Bir adamın ağzından bu kadar mı bal akar? Bir insan, kültürü bu kadar mı özümseyerek işler? Yazdığı yeni oyunu anlattı. Daha bitmemiş, kafasında yazıyor, hatta bize anlatırken de kimi yerleri oracıkta yazdı.
İstanbul’un muhafazakar bir semtinde geçiyor. Ahmet, mahallenin kabadayısı. Bir tokat oraya, bir tokat buraya. Bıçkın, fırlama, kavgacı, ama nasıl! Zampara, ama nasıl zampara, bir uçanla bir kaçan kurtuluyor. Ama gerçek bir Robin Hood. Fakir babası. Herşey ondan soruluyor. Asayiş berkemal. Her şey acayip düzgün. Mahalleli tapıyor Ahmet’e.
Kısmet bu; Ahmet evinin karşısında zaman zaman perdeyi açan kıza aşık oluyor. Sonunda kızla evleniyor, karısını alıp iş kurmaya yurtdışına gidiyor. Mahalleli üzgün, ama Ahmet’in de geleceğini garantilemesi lazım.
Aradan yıllar geçiyor, mahalleli bir bakıyor ki Ahmet’in karısı elinden tuttuğu çocuğuyla geri dönmüş. Boşanmışlar. Yine yıllar geçiyor, kız tekrar evleniyor.
Birdenbire, muazzam bir haberle sarsılıyor mahalle: Ahmet dönüyor! Semt ayağa kalkıyor, bez pankartlar hazırlanıyor, cümbür cemaat havaalanına karşılamaya gidiliyor.
Vee uçağın merdivenlerinden Ahmet iniyor, ama cinsiyet değiştirme ameliyatı olmuş, bir kadın olarak iniyor. Mahalleli perişan, pankartları yırtıp atıyor, ana avrat küfrederek gerisin geri dönüyor. Bundan sonrasını Ali anlattı ama, epey karışık, sadece çok dramatik ve fantastik olduğunu söyleyeyim.
***
Biz Torba’da Ali’yle meşgulken, Türkiye de E.Korg. Altay Tokat’la meşguldü. A.Tokat mert, gözünü daldan budaktan sakınmayan, vazife aşkıyla yüklü, hedefe varmak ve vatanı korumak için her şeyi yapabilecek nitelikte bir asker. Kamuoyu onu ilk defa 13.8.1989’daki şu açık sözlülüğüyle tanıdı: “Devlet İstanbul’da uyguladığı kanunu burada aynen uyguluyor. Benim sistemimde olsa kısa sürede bunları yok edebiliriz. Sistemimde değil insan, ot bitmez”.
Paşa, TSK’nın şimdiye kadar K.Irak’a yaptığı en büyük (200.000 asker) ve en uzun (2,5 ay) harekatı, Çekiç Harekatını yönetti. Bu ve benzeri başarılar sonucu “TSK Üstün Liyakat Madalyası”, “Üstün Başarı Madalyası” ve “Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası”yla ödüllendirildi. Emekli olduktan sonra memlekete hizmetini siyasi alanda da sürdürdü. MHP’ye girdi. MYK üyesi seçildi.
Bu sırada adı tekrar duyulmaya başladı, ama bir kaçakçılık davası sanığı olarak. Halen devam eden davada Paşa, Ulaştırma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Kemal Albayrak ve 30 sanıkla birlikte, bir şirketin gazyağını “solvent” olarak gösterip 2 trilyonluk ÖTV’den kurtulması için bürokraside aracılık yapmakla suçlanıyordu. İddianameye göre rüşvetin 42.000’er avroluk havale dekontları ele geçmişti. Polis, Paşaya hediye edilen 06 AJ 0102 plakalı Passat’a da el koymuştu. Savcıya göre, Paşanın Antalya-Alanya ve Kars-Tiflis demiryolu projeleriyle ilgili 10 milyon dolarlık rüşvet girişimleri ve başka kaçakçılık suçları da dosya kapsamındaydı (Sabah, 17.06.2004; Milliyet, 28.07.2006).
Bunlar kamuoyunda yankı yapmadı. Yankıyı, Paşa’nın Aktüel dergisinden (27 Temmuz 2007) Semin Gümüşel’e açık sözlü demeci yaptı: “Şemdinli’deki bomba ‘Arkadaş, dikkat et, onu yapma’ demek için atılmış olabilir. Ama bunu beceriksizce yaptılar. Ben olsaydım, öyle yapardım, ikaz edersin, ikaz olmazsa hesabı görülür. Ne yapacağız yani? Neymiş, hukuk dışıymış. Böyle hukuk olmaz”.
Arkasından da şu geldi: “Benim zamanımda ben de bomba attırdım. Batıdan gelen memurlar, hakimler işin ciddiyetini anlamıyor. Şunlar bir hizaya gelsin diye evlerine yakın iki yere attırdım. Bunu hemen ‘Aman, bomba atmak yasaktır’ falan diye yorumlayamazsın”. Olay patlayınca verdiği izahat ise, bütün meselenin en önemli cümlesini içeriyordu: “Bunların hepsi eğitim amaçlı, harekat planlarının bir parçası. Alnım ak”.
Harekat planlarının bir parçası. Yani yukarıda harekat planları yapılıyor. Bunu daha önce de duymuştuk: “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?” E.Org. Sabri Yirmibeşoğlu gazeteci Fatih Güllapoğlu’na söylüyordu (Tanksız Topsuz Harekat, İst., Tekin Yay., 1991, s.104).
Yirmibeşoğlu’na pek tepki gelmemişti. Ama Türkiye AB zoruyla bir parça da olsa değişmiş olmalı ki, buna geldi. İlginç tepkilerdi. Suç duyuruları yapıldı. G.Kurmay ve savcılık soruşturma açtı. MHP açıklama yaptı: “Paşanın açıklamaları bizi bağlamaz. Zaten üç toplantıya katılmayanın üyeliği düşer” (www.internethaber.com).
Ama esas ilginç tepki, bu ekibin 83 yaşındaki kalemşoru Altemur Kılıç’tan “Oldu mu paşam?” başlığıyla YeniÇağ’dan (30.07.2006) geldi: “Bu konularda devlet sırrı kavramı ve titizliği her yerden fazla geçerlidir. Kol kırılır yen içinde ilkesi TSK’yı dış müdahalelere karşı ayakta tutan unsurdur”. Arkasından, A.Kılıç’ın asıl derdi geliyordu: “Paşa bir Pandora Kutusu açmıştır, bizlerin de TSK konularında savunma gücümüzü kırmıştır. Bunları açıklamanın yeri ve zamanı mı idi aziz Paşam?”
***
Bunlar, bizim boyumuzu aşan işler. Yine güzel Bodrumumuza dönelim biz. Ali’nin bu oyunu nasıl bitireceğini deliler gibi merak ediyorum. Çok dramatik ve fantastik.