Baskın Oran

Aldo ölmüş, ben bi özür dileyemeden…

Uzun adı Arnaldo. Arnaldo Ciucci. İzmir’e kimbilir ne zaman yerleşmiş İtalyan kökenli levanten ailelerden birinin oğluydu. Geçen gün küçük abim Taşkın aradı, Aldo’nun kalpten gittiğini söyledi.

Aldo’yla Saint Joseph’in orta’sından sınıf arkadaşıyız (o zamanlar İzmir’de lisesi yoktu). En arkada oturan ve hocaları delirten küçük grubun üyesi. İpince bir çocuk. Oysa, çok fazla yemekten, (ortak arkadaşımız Freddy’nin deyişiyle) çocukluğumuzda Fuar’da Sergi Sarayı ile gölün arasında Michelin reklamı olarak bir şişirilip bir söndürülen boğum boğum lastik adama benzemiş son zamanlarda…

Ona karşı çocukken çok büyük bir ayıp yapmıştım (kendime karşı da, aslına bakarsanız). Çok huzursuzdum. Hep, bir İzmir’e gidişimde abim aracılığıyla bulup, kendisinden adam gibi bir özür dilemek istedim. Bunu yapamadan ölmesi, kendi yaşımda bir arkadaşın ölmesinden çok öte sarstı beni.

Aldo’yla ortaokuldan önce tanışıyoruz tabii. Hep Alsancak velediyiz. Bizler, Alsancak vapur iskelesi civarında oturanlar, diğer mahallelere göre muazzam avantajlı: O zamanki iskelenin karşısındaki sokak boyunca (1479 Sokak?), İkinci Kordon’dan Mesudiye Caddesine (şimdi Kıbrıs Şehitleri Cad.) uzanan Sen Dominiken kilisesinin bugün otopark olmuş kocaman bahçesinde top oynayabiliyoruz! Önceleri duvardan atlayıp devasa demir kapının kolunu kaldırıyorduk, sonra papazlar baktılar ki olmayacak, üstelik lafları da dinlenmemiş oluyor, adam gibi kendi normal kapılarından benim girmeme ve ötekilere bahçe kapısını açmama izin vermeye başladılar. Daha bugün bile duyarım, bahçeye çıkmak için o alabildiğine loş koridorlarda aralarından süzüldüğüm aziz ve azize heykellerinin yanından geçerken her seferinde duyduğum ürpertileri…

Tabii, bu durumda bir rekabet, hatta bir sürtüşme var. Biz “Türkler” için kilise “bizim mahallenin kilisesi”, Hıristiyan çocuklar için de kendi ibadet yerleri. Bir gün, iki grup da aynı anda oynamaya geldi. Ben o zamanlar Aldo’yu uzaktan tanıyorum sadece. Bir an geldi, birbirimize hamle ettik. Öyle hayvanca yumruklaşmak falan yok, ama o sıcak İzmir öğleden sonrasında kapıştık işte tozların içinde. Dedim ya, ipince bir çocuktu; altıma aldım, göğsüne oturdum.

Tatsızlık bundan sonrasında.

Nedendir bilmiyorum; ilkokuldan almış olmalıyım çünkü bizim evde katiyen öyle gayrimüslim karşıtı söylem yok, Türkler şöyledir yok böyledir diye saçmalık yok; ama Aldo’nun göğsünden kalkmak gerektiği zaman bir ödün almak geçti çocuk aklımdan:

“Bağır ulan, ‘Yaşasın Türkler’ diye!”

“Bağırmam!”

“Bağırmazsan yatarsın. Söyle: Yaşasın Türkler!”

“Hayır”.

Aldo ‘Yaşasın Türkler’ diye bağırmıyor, ben de kalkmıyorum göğsünün üstünden. Bu keçiliği ne kadar sürdürdük, olmuş elli yıl, hatırlamıyorum. Ama şunu anımsıyorum ki Aldo böyle bağırmazsa ben ilelebet çocuğun üstünde oturamam; hava kararıyor, kararmadan evde olmam lazım babam kızar; ama bağırtmadan inersem de rezil olurum çocukların önünde.

O sırada, Hıristiyan çocuklardan biri, sonradan onunla da okuduk ama kimdi, adı neydi, hatırlamıyorum;  beni kurtaran ve aynı zamanda da o günkü aklımla bile utandıran bişey söyledi:

“Bağır da gönlü olsun, kalksın!”

Aldo yüzüme baktı, buruk bir tebessümle: “Yaşasın Türkler” diye mırıldandı.

İçim ezildi. Göğsünden yavaşça kalktım. Karşılıklı olarak üstümüzü başımızı silkeledik. Sonraları, Saint Joseph’deki arkadaşlığımız sırasında ben hep hatırladım bu sahneyi, o hiç hatırlatmadı. Sadece, abimle konuşurlarken benim konum geçtiğinde, o da bir seferinde, “Baskın biz çocukken çok milliyetçiydi, şimdi nasıl?” demiş.

* * *

Aradan yaklaşık kırk yıl geçti, abim Taşkın’la o uzun konuşmalarımızdan birinde Aldo’dan da bahis açılmıştı. Meğer Aldo olağanüstü güçlere sahipmiş. Arazilerde su buluyormuş; para falan almadan. Bakır bir teli çatal biçiminde iki eliyle tutuyor, arazide bir yere gelip de çatalın ucu yere eğilince “Burayı kazdır, su var” diyormuş. Mutlaka da çıkıyormuş dediği yerden. Bir gün, İzmir’in ilk röntgen uzmanlarından Halis Temel için su bulunca, “Tut, bak, omuzlarımdan” demiş. Halis Bey tutmuş, omuzları zangır zangır titriyormuş.

Çocukluğunda böyle marifetleri yoktu Aldo’nun. Sadece, kısa pantolonlu bir piçkurusunun “milliyetçi” hıyarlığını çelebice karşılayıp onu utandırma marifeti vardı, o kadar…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı