Şubat 1989’da Herkül Milas bir kitap yazmıştı: “Tencere Dibin Kara”. Yunanistan ile Türkiye’nin kendi azınlıklarına yaptıkları muamele yüzünden değil birbirlerine söyleyecek lafları, yatacak yerleri bile yoktur; onu söylüyordu.
Yalnız, AB’nin etkisi ve valilerin artık seçimle gelmeleri sonucu Yunanistan bu konuda epey değişmeye ve 1993’ten itibaren Batı Trakya’da baskıyı azaltmaya başladı. Sorunlar bitmiş değil ama, çok kısaca: Türk azınlığı vatandaşlıktan atmakta kullanılan ırkçı 19. madde kaldırıldı, verilmeyen meslekî ruhsatlar verilmeye başlandı, Yasak Bölge’ye giriş yasağı çok hafifletildi, gayrimenkul satın alma ve onarma yasağı bitti, kamulaştırmalar ve vakıflara baskı durduruldu.
Daha önemlisi: Yunanca eksikliği ve kötü eğitim yüzünden üniversiteye giremeyen Türk azınlık gençlerine 1995’te binde beş kontenjan verildi. Aynı kontenjan, devlet memuru olmak isteyenlere de 2008’de tanındı ki, şimdiye kadar Türkler memur yapılmıyordu.
Esas sorun: yargıdaki zihniyet
Ama işin bir de fakat’ı var. Yunan yargısı, yürütme ve yasamanın bu çağdaş açılımlarına ayak uydurmadı. Ör. 1927’de kurulmuş İskeçe Türk Derneği’ni (İTB) insanın içini bayıltan bir süreç (1984-2005) sonucu kapattı. Rodop İli Türk Kadınları Kültür Derneği’nin (RİTKKD) kurulmasını da reddetti. Sebep? “Lozan’da sadece Müslüman azınlık vardır. Türk (etnik) azınlık yoktur. Dernek isimlerindeki ‘Türk’ kelimesi kamu düzenini bozmaktadır”. Aynen böyle vallahi.
Ben çocukken mesela yüzümüz şiştiği zaman teyzem derdi ki: “Benzetmek gibi olmasın ama, falancaya benzedin”. Sanırsın ki bizim Anayasa Mahkemesi parti kapatıyor: TİP (1971), TEP (1980), TBKP (1991), SP (1992), HEP, ÖZDEP, STP (1993), DEP (1994), EP (1997), DKP (1999), HADEP (2003), DEHAP (kapatılmamak için kendini feshetti, 2005). DTP de yolda inşallah. Sebep? “Adıgeçen parti azınlıklar bulunduğunu ileri sürerek azınlık yaratmaya girişmiştir ve dil-ırk farklarını vurgulayarak ‘devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü’ ilkesini ihlal etmiştir”. Aynen böyle vallahi. Unutmadan ekleyeyim: TİP hariç (o zaman daha AİHM işi yoktu), bütün bu kararlar Türkiye’nin mahkumiyetiyle sonuçlanmıştır.
27 Mart 2008 günü AİHM her iki dernek (İTB ve RİTKKD) konusunda kararını yayınladı. Bizim de kulağımıza küpe olması gereken şu sözleri söyledi:
“Demokrasinin işleyişi için dernekler de siyasal partiler kadar önemlidir. ‘Kamu düzenine tehdit var’ demek için bir sebep yoktur. Aksine, azınlıkların ve farklı kültürlerin varlığı demokratik bir toplumun tolere etmesi, hatta koruması ve desteklemesi gereken bir şeydir. RİTKKD davasında daha dernek açılmamıştır ki kamu düzenini bozduğu iddia edilsin. İTB ise 1927’de kurulduğundan beri hiçbir sorun yaratmamıştır.”
Bundan sonra AİHM kararı şöyle devam etti, çok dikkat:
“Kaldı ki, bu derneklerin gerçek ve tek amaçları Yunanistan’da bir etnik azınlığın olduğunu ileri sürmek olsaydı bile, bu da demokratik topluma tehdit oluşturmazdı. Bu derneklerin tüzükleri üyelerini şiddete ve anti demokratik başka yöntemlere teşvik etmekte değildir”.
“Şiddet” olmadan kapatamazsınız
Daha da önemlisi şöyle ekledi, daha da dikkat buyurun:
“Hatta, bir grup insan otonomi veya ülkeden ayrılma isteseydi bile, Yunanistan devletinin yaptığı türden müdahaleler meşru olmazdı. Çünkü dernekler şiddete çağrı yapmamıştır. Dernek özgürlüğünü kullanmak, insanların etnik kimliklerini ifade etme özgürlüğünü de içine alır”. AİHM, bu sözlerin ardından, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Md. 11’in yani toplantı ve dernek özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vererek Yunanistan’ı mahkum etti.
Ama bundan çok daha önemlisi, azınlığın kendi kimliği hakkında karar verebileceğini ve bunu ilan edebileceğini kabul ediyordu. Bu, Yunanistan’ın “Lozan’da sadece Müslüman azınlık kabul edilmiştir, bende etnik azınlık yoktur” ve “‘Türk’ terimi Türkiye vatandaşı demektir, oysa bunlar Yunanistan vatandaşıdır” biçimindeki klasik söyleminin çökmesiydi. Allah hiçbir devleti bu hale düşürmesin, amin.
Bakın, tam burada ibretlik ne var: İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun Ekim 2004’te yayınladığı Azınlık Raporu özetle “Ülkemiz vatandaşlarına Türk değil Türkiyeli dememiz gerekir, çünkü ‘Türk’ etnik ve dinsel bir terimdir. Oysa ‘Türkiyeli’ sadece toprakla/vatanla ilgili, en kapsayıcı terimdir” diyordu (bu yüzden Prof. Kaboğlu’yla birlikte hâlâ 5 yıl istemiyle yargılanmaktayız). Eğer Türkiye’de “Türkiyeli” terimi geçerli olsaydı, Batı Trakya Azınlığı kendisi için “Türk” terimini kullandığı zaman Yunanistan böyle itiraz edemezdi. Çünkü BT azınlığı “Yunanistanlı Türkler” olurdu; bu kadar basit.
Bizde de “Türkiyeli Rumlar”, “Türkiyeli Ermeniler”, ne bileyim, “Türkiyeli Kürtler” olduğunu artık idrak etmek için illaki uluslararası mahkeme kararı şart midur?
“Ayrımcılık” yok mu?
Batı Trakya azınlığı AİHM’ye asıl md. 14’ten (ayrımcılık) gitmişti. Mahkeme oraya girmedi. “Md. 11’den ihlal buldum. Bu durumda 11 ile 14’ü birlikte ele alıp bir de 14’ü incelemiyorum” dedi.
Bu savunulabilir bir tutum değil. Bunlar farklı maddeler. Ama içtihadı böyle. Yukarıda saydığım Kürt partisi kapatma davalarında da AİHM hep 11’den ihlal verdi. 14’e girmedi. Büyük olasılıkla, devletlerle çatışmak istemiyor ve kaçak güreşiyor.
Ama son zamanlarda ufak ufak başladı: Bundan sonra Md. 14’ten kaçmak kolay olmayabilir. Nitekim, SBF’den Kerem Altıparmak’ın hatırlattığı gibi, bir Çingene’nin gözaltında öldürülmesiyle ilgili Bulgaristan-Anguelova davasında yargıçlardan Bonello artık isyan etti: “AİHM içtihadına bakan biri, elli yıldır demokratik Avrupa’da hiçbir ırkçılık, hoşgörüsüzlük ve yabancı düşmanlığı vak’ası olmadığını sanır. Kürtler, Renkliler, Müslümanlar, Çingeneler durmadan işkence görüyor veya öldürülüyor fakat Mahkeme bir kere bile bu olayları bu insanların etnik kökenine bağlamıyor. Bu grupların başına durmadan işler geliyor, ama hepsi tesadüfen oluyor”.
Bizim yargı da, md. 14 devreye girmeden uyansa iyi olacak. Ama “devleti kurtarmak”tan “milleti kurtarmak”a vakit bulamıyor.