Baskın Oran

Ya yasalarımız Genelkurmay’a da uygulanırsa?

Genelkurmay İletişim Dairesi Başkanı Tuğg. Metin Gürak, 27 Şubat günü hukuk devletine büyük umut ışığı yaktı. Bir gazetecinin “Sayın Ahmet Türk’ün TBMM’deki DTP grubunda Kürtçe konuşmasını nasıl buluyorsunuz?” sorusuna şu cevabı verdi:

“Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Herkesin Anayasa ve yasalara uygun şekilde hareket etmesi gerekir. Hukuk devletinde yasalara aykırı hareket edenler karşısında yargının harekete geçmesi de doğal bir husustur.” (Radikal, 28.02.09)

İyi de, Genelkurmay’ın bir siyasi parti gibi haftalık basın toplantılarına başlayarak “yasalara aykırı hareket edenlere karşı yargı harekete geçmelidir” demesi ya Genelkurmay’a da uygulanırsa? “Umut ışığı” derken bunu kastediyorum ve bakınız hangi Türkiye Cumhuriyeti yasalarından bahsediyorum:

Hangi yasalar, hangi maddeler?

657 s. ve 14.07.1965 tarihli Devlet Memurları Kanunu. Md. 125, “Kınama cezası gerektiren fiil ve haller” arasında şunu da saymakta: “Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına ve radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek.”

Yani, devlet memurlarına demeç yasağı var. Bu madde örneğin KESK üyesi memurlara durmadan uygulanmakta. Üstelik, sadece memur sorunlarıyla ilgili olarak demeç verdiklerinde. Askerler de devlet memuru olduğuna göre onlara da uygulanacak.

Kaldı ki, Atatürk siyasetin “okula, camiye, kışlaya” sokulmamasını emretmişti ve yalnızca asker kişiler için çıkarılmış bir yasa daha var: 1632 s. ve 22.05.1930 tarihli Askerî Ceza Kanunu.  Md. 148 “Siyasi Faaliyetlerde Bulunanlar” başlığını taşıyor ve kınama cezasıyla da yetinmiyor: “Askerî şahıslardan: Siyasi amaçla nutuk söyleyen, demeç veren, yazı yazan veya telkinde bulunanlar”a 1 aydan 5 yıla kadar hapis cezası öngörmekte.

Tuğg. Gürak sadece askerleri ilgilendiren bir konuda konuşmuyor. TBMM çatısı altında yapılan siyasi bir konuşma üzerine konuşuyor. Bu ‘siyasi demeç vermek” değil de nedir? Bir demeç daha nasıl “siyasi” olabilir?

Ya yargıyı etkileme suçu?

Askerlerin devlet mekanizması üzerindeki muazzam etkisi malum. Bu konuşma Genelkurmay tarafından sırf bu işle görevlendirilmiş bir general tarafından, askerî üniformayla ve askerî mahalde yapılıyor. Bu, yargı üzerinde baskı kurmak değil de nedir? Aynı şeyi Bakkal Mehmet Efendi’nin göbeğini kaşıyarak mahalle kahvesinde söylemesiyle bir mi?

Türk Ceza Kanunu bu konuyu “Yargı görevi yapanı etkileme” başlığı altında md. 277’de düzenlemiş: “… yargı görevi yapanlara emir veren veya baskı ya­pan veya nüfuz icra eden veya her ne suretle olursa olsun adı geçenleri hukuka aykırı olarak etkile­meye teşebbüs eden kimseye” 2 yıldan 4 yıla kadar hapis öngörülmüş.

Tabii, 12 Eylül cuntasının yaptığı 82 Anayasası askerî yargı alanını alabildiğine geniş tuttuğu için, bu siyasi suç sırf “askerî mahalde” işlenmiş olmak nedeniyle normal adli yargıya değil de askerî yargıya gidecek.

Bu “Askerî yargıya gitmek” noktasına bir balmumu yapıştırıp bir saniye bekleyelim. Yukarıda bahsettiğim Askerî Ceza Kanunu md. 148’in devamı şunların da suç olduğunu söylüyor:

“Herhangi bir sebeple yalnız veya toplu olarak siyasi mahiyette beyanname hazırlayan, hazırlanmış beyannameyi imzalayan, imzalatan ve yayın organlarına ulaştıran veya dağıtanlar”.

Ne geldi aklınıza? Tabii ki Genelkurmay’ın seçimle gelmiş meşru hükümetlere verdiği muhtıralar. Muhtıra vermenin artık mümkün olmadığı yakın zamanlarda da, bazı gece yarıları (gazetecilere de haber vererek) veb sitesine koyduğu basın bildirileri yani “E-muhtıralar”. Şimdi, bunlar bu 148. maddeye girmiyor da nereye giriyor?

Darbe teşebbüsü suç değil mi?

Bunlar 148’in yanı sıra bir de TCK’nın “cebir ve şiddet kullanarak Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçunu tanımlayan dört maddesine giriyor: 309., 311., 312. ve 313. maddelere. Mesela, 27 Nisan e-muhtırası gerek içeriği gerekse yarattığı sonuçlar bakımından parlamentonun görevini kısmen yapmasını engellemeye teşebbüs suçu (TCK md. 311) oluşturdu. Bu maddelerin cezası: “Ağırlaştırılmış müebbet hapis”.  (Darbe suçları için bkz. Ümit Kardaş, Zaman, 02 ve 03.03.09)

Peki, bu maddeler uygulanıyor mu? Ne gezer. 2003-2004 darbe girişimlerini anlatan güncelerin yazarı E. Oramiral Özden Örnek ve burada adı geçen generaller Askerî Ceza Muhakemesi’ni düzenleyen 353 s. kanun md. 17 uyarınca normal adli mahkemelerde yargılanmalıydı. Çünkü hem bunlar artık muvazzaf değil emekli, hem de iddia olunan suç askerî suç değil.

Oysa bu paşalar hiç yargılanmadılar. Adlî mahkemede yargılanmadılar çünkü Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı (aynen Şemdinli Davası’nda Yargıtay gibi) yetkisizlik kararı verdi ve dosyayı Askerî Savcılığa gönderdi. Orası Genelkurmay Başkanlığı’na havale etti. O da işi şöyle bitirdi: “İddia hakkında gerçek, somut ve tutarlı bir bilgi ve belge bulunmaması nedeniyle herhangi bir işlem yapılamamıştır.”

Hatırlamamak mümkün mü: Şemdinli Davası askerî yargıya gönderilince, müebbetle yargılanmakta olan sanık astsubaylar ile PKK itirafçısı ilk duruşmada tahliye edilmişlerdi. Burada, günceleri Nokta’da yayınlayan gazeteci Alper Görmüş yatıp kalkıp şükretmeli, çünkü E. Oramiral Örnek’in açtığı “iftira ve hakaret” davasından beraat etti. Oysa Şemdinli iddianamesini yazan savcı Ferhat Sarıkaya meslekten öyle bir atıldı ki, avukatlık bile yaptırılmıyor.

Bu konuların Türkiye’deki başlıca uzmanı Emekli Hakim Albay Ümit Kardaş’ın bütün bunları anlatan Taraf yazısını (14.02.09) mutlaka okuyun çünkü bir de traji-komik bilgi veriyor. Diyor ki: Bunlar hakkında aslında zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök soruşturma açtırmalıydı. Ama açtırsaydı dahi Genelkurmay Askerî Mahkemesi’nde söz konusu kuvvet komutanları, “onların amiri olmayan daha kıdemli iki general” bulunması imkansız olduğundan ve bu yüzden mahkeme heyeti oluşturulamayacağından, yargılanamayacaklardı.

El insaf ama artık. Yani, bütün bunların adı Tuğg. Metin Gürak’ın bahsettiği “hukuk devleti” mi oluyor?

“İç Hizmet Kanunu”?

Geçen hafta da yazdım, Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir kanun veya kural TBMM grup toplantılarında Kürtçe konuşulmasını yasaklamıyor. Bu konuşma hakkında Tuğg. Gürak’ın yaptığı gibi “yargının harekete geçmesi doğal bir husustur” demek yine geçen hafta söylediğim gibi yasaları lastik gibi sündürmek demek.

Ne gibi, aynen askerlerin siyasi demeç vermeyi savunmak için 27 Mayıs askerî darbesi döneminde çıkarılmış bir maddeyi sündürdükleri gibi:

“Efendim, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi bize bu yetkiyi vermektedir. Çünkü ‘Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır’ demektedir”.

Tabii, bu durumda yapılacak tek şey, dükkanı kapatıp anahtarları Genelkurmay’a teslim. İktidara bizzat buyurun, makamında.

Ama geçmişi unutalım efendim. Geleceğe bakalım. Gelecek Cuma, Tuğg. Gürak’ın bu sefer de Özür Kampanyası imzacılarının niçin yargıya gönderilmesi gerektiği konusundaki demecini bekliyoruz.

Tabii, yine “bir gazetecinin sorusu üzerine”…

 

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı