Baskın Oran

Türkiye (ve AKP) nasıl kurtulur?

Batılılar Türkiye’de askerin rolünü anlamakta zorlanırlar. Oysa tarihten bakınca çok basit:

Batı’daki ulusal devletleri burjuvazi kurdu; hele Hollanda’da. Oysa Osmanlı’yı da TC’yi de askerler kurdu. Dahası, ikisini de bir noktaya kadar askerler modernleştirdi. Sonuçta ülkenin modernlikten ne anladığını da onlar tanımladı: Demir gibi bir askerî disipline uygun laiklik, üniter devlet, “demokrasi”, vs.

Neticede, askerler inandılar: “Bu işleri bizden başkası yapamaz, yapmaya kalkarsa bozar”. Ve kendilerine çok ayrıcalıklı bir mevki bina ettiler. Ayrıcalıktan vazgeçmek dünyanın en zor işidir. Orduevlerindeki fiyatlardan bahsetmiyorum tabii.

Askerlerde ciddi şok yarattığını tahmin ettiğim son olay, Diyarbakır’da okunan ve TRT-Şeş’ten yayınlanan Kürtçe Mevlit. Duble şok. Oysa, bir kere, “birlik-beraberlik” açısından bu müthiş sevindirici bir olay; ikincisi, bunu beklemeliydiler:

12 Eylül rezaletinde Türk-İslam Sentezi’ni getiren, devlete itaati emreden ayet ve hadisleri uçaklardan attıran, affedersiniz bok yedirme ve cop sokma dahil işkencelerle Kürtlük bilincini coşturan kimdi acaba?

Kurmak başka, sürdürmek başka

Türkiye’nin “laik ve üniter” ulus-devlet açısından örnek aldığı ülke, malum, Fransa. 1925’te milli eğitim bakanı şöyle demişti: “Fransız tarihsel birliği için Brötoncanın bitirilmesi gerekir”. Bugün Fransa “azınlık” kavramını hâlâ reddediyor ve Anayasa md. 2 “Cumhuriyetin dili Fransızcadır” diyor ama, sadece Avrupa’daki Fransa sınırları içinde tam 16 dil “Fransa dilleri” ilan edildi. Resmî dil Fransızcanın yanında bunların konuşulup yazılması, öğretilmesi, yayın ve sanat konusu yapılması, vb. tamamen serbest.

Fransa deli mi? Çok akıllı. 1981’de Başkan Mitterrand’ın ağzından dinleyiniz: “Fransa’nın kurulabilmesi için, geçmişte, güçlü ve merkeziyetçi bir iktidar gerekmiştir. Bugün ise, dağılmaması için, siyasal iktidarın ağırlıklı olarak yerel yönetimlere bırakılması zorunlu hale gelmiştir.” (bkz. benim Türkiye’de Azınlıklar, s. 154)

Demek ki kurmak başka, sürdürmek bambaşka. Ellerinle kurduğun için sonsuz sahiplendiğini 80 yıldır aynen sürdürmeye kalkmak hiç farkına varmadan ona büyük kötülük edebilir. Çocuğunuzun hep 03 yaş zekasında kaldığını düşünün. Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar”ındaki o dev gibi Lennie o narin kızı sevgiyle okşarken öldürdü. Hitchcock’un “Psycho”sunda, A. Perkins’in canı ciğeri annesinin çoktan iskeletleşmiş cesediyle aynı evde yaşamaya devam ettiğini hatırlıyor musunuz?

Onun için, ister inanın ister inanmayın hem DTP’nin Meclis’teki varlığı hem de AKP’nin iktidarı şu sırada Türkiye için bir nimet. Çünkü DTP Kürtlerle bir senteze ulaşmamıza olanak verecek, AKP de İslam’la. Türkiye Cumhuriyeti’nin, tek parça halinde ve Batı uygarlığı çizgisinde sürebilmesi için bu iki meseleyi çatışma zihniyetiyle değil uzlaşmayla halletmesi şart.

Sentez (veya uzlaşma) derken?

Yani,  laikliği ve üniterliği terk mi edeceğiz? Dinciliğe ve aşiretçiliğe teslim mi olacağız?

Hayır! Cumhuriyet’in temel yapısını ve simgelerini değiştirmeye hiç gerek yok. Sadece, askerler ve asker zihniyetli siviller (CHP) 1930’ların “yasaklamak” ilkesi yerine 2000’lerin “yasakları kaldırmak” ilkesini benimseyecekler, o kadar. Devlet hizmeti verdiği için profesörün başı yine açık olacak ama, hizmet alan üniversiteli kıza karışılmayacak. Resmî dil yine Türkçe olacak ama, Sur Belediyesi vatandaşların anadiliyle de broşür yayınlayabilecek.

RP’den çok farklı olarak AKP Eski ile Yeni’yi, Osmanlı ile Cumhuriyet’i, Geleneksel ile Modern’i, İslam ile Laiklik’i vs. uzlaştırma iddiasına (ve potansiyeline) sahip farklı bir yapının temsilcisi olarak ortaya çıktı. 2001’de başlayan AB reformlarını artırarak sürdürdü. Bu konuda rakibi olmadığı için oylarını artırarak yeniden seçildi.

Bu reformlar sivil alanı genişletti, 1960’tan beri yayılan askerî alanı daralttı. Ör. MGK Genel Sekreteri’nin sivil olabilmesi, MGK’ye gizli bilgileri verme zorunluluğunun kaldırılması, DGM’lerin kaldırılması, Genelkurmay temsilcisinin YÖK’ten çıkarılması. Genelkurmay “e-muhtıra” yayınlamaya kaldı. Maazallah AKP yerine iktidarda CHP olsaydı Ergenekon davasının E’si başlatılamazdı. Botaş kuyuları?

AKP tarihî işlevini fena harcıyor

Fakat AKP, sınıfsal dönüşümünü tamamlayamamak yani henüz adam gibi burjuvalaşamamak yüzünden hata üstüne hata yapıyor. Lideri kendini tutamıyor: “Ananı al da git”in yanı sıra bir de karakolda “misafir” ettirmelerden tut (Radikal, 09.03.09), İstanbul’da göstericilere pompalı tüfek sıkan için “Kendini koruyor ama sabretsin” demelere kadar (Taraf, 04.11.08).

Parti ve bürokrasi de kendini tutamıyor tabii: Darwin’in TÜBİTAK yayınından atılması son günlerin eseri. Biraz geriye gidersek malzeme mebzul: Diyarbakır’da düz liseliler mahzende (R., 11.03.09), Adana’dakiler de damda namaz kılıyor (R., 17.01.09); “Silahlı direniş olmadıkça polis ateş etmesin” teklifini AKP reddediyor (R., 22.11.08); Adana valisi taş atan çocukların ana-babasının yeşil kartlarını iptal etmek istiyor (29.10.08); 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmak isteyen işçilere feci dayak, hastane acil servislerine kadar da gaz bombası atılıyor…

Ama bunlar önemli değil. İnsanların ödünü koparmak için AKP’nin tek bir eylemi yeter çünkü başkalarının hayatına müdahalenin simgesi: İçkinin gittikçe yasaklanması. Sana zorla içiren varsa söyle, insan hakları adına ona derhal karşı çıkalım. Ama benim içmeme ne cesaretle karışırsın?

Bırak taşrayı, başkent Ankara’da bir tek Çankaya’da içki içilebiliyor; o hale geldik. Orada bile Alevi bir bakkalı karakola 300 m. mesafedeki dükkanında şişeyle yaraladılar, saldırganlar salıverildi (R., 23.09.08). K. Toptan’ın da itiraf ettiği gibi,  TBMM’ye bağlı Yıldız Sarayı restoranında da içki yasak (R. 10.08.08).

Dış politikaya gelince…

“Çok eksenli” politika izlemek, Hamas’sız barış olmayacağını söylemek, İran’ı dışlamamak. Bunların hepsi güzel. Davos’ta direnmek de. Ama bunları yaparken hem AB reformlarını durdurmak güzel değil, hem üslubu bozmak çirkin. Hamas’a yaklaşmak için İsrail’le ilişkileri bozmak şart mı? Moderatörün omzundan çekiştirmek, sonra da çekip gitmek? Bu bir parti mitingi değil; insanın ve temsil ettiği ülkenin gradosunu fena düşürür. Kasımpaşalılıkla veya kan şekerinin düşmesiyle de anlatamazsın.

Ama herhalde hiçbir şey, Sudan’daki hata kadar büyük olamaz. “Soykırımla suçlanan Türkler, soykırımla suçlanan  Ömer El Beşir’i”, ülkelerinde üst düzeyde ağırladılar. Hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı tutuklama talep etmişken (R., 20.08.08). Tutuklama hükmünden sonra şimdi de adama sahip çıkılıyor. Resmî gerekçe bir felaket: “Halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı”. Elhak! Aynen K. Evren’in halkın seçtiği hükümete 1980’de darbe yaparak 82’deki anayasa referandumuyla kendini cumhurbaşkanı seçtirmesi gibi. Halkın seçtiği Sadık el-Mehdi’yi 89’da darbeyle düşürüyor, parlamentoyu dağıtıyor, kendini 93’te başkan seçtiriyor. Tek fark, Evren orgeneral ve Beyaz idi, bu tuğgeneral ve Siyah. Şimdi de mareşal.

AKP tarihsel işlevini nasıl yerine getirir?

Bütün bunlar beni bir noktada çok ilgilendiriyor: Yukarıda söylediğim sentezi yapma misyonuyla gelen AKP, bütün bunları yapmak yüzünden 1930 modeli Kemalizm’i güçlendiriyor. Askerin alanını yine genişletiyor: Başbakanlık gibi, haftalık “basına bilgi verme” toplantılarına başladı Genelkurmay. Hangi yasaları ihlal ederek, geçen hafta yazdım. Oysa, dış politikada ilke “Güçlü Asker, Güçlü Diplomasi”dir ama, iç politikada ilke şudur: “Zayıf Asker, Güçlü Demokrasi”. Yani, askerler sivillere yukarıdan konuşur durumdaysa demokrasi mafiştir. Böyle bir ülke de içte (ve dışta) sürünür.

AKP bu misyonunu nasıl başarabilir? Basit: MazlumDerleşerek. Her türlü ayrımcılığa hayır diyerek. Ermenilerden Özür kampanyasına sahip çıkarak. İnsan hakları ihlallerini ödünsüz kınayarak. Tolon ve Karadayı ses bantlarına suç duyurusu yaparak. Dinsel tercihini hiç karıştırmadan hep “mazlum insan”ın yanında yer alarak. Hem Gazze’de, hem Darfur’da.

İslami kanattan bazıları El Beşir’e yüklenilmesine karşı. Diyorlar ki: Efendim UCM Filistin’de niye harekete geçmiyor; Batılılar İslam’a karşı; bu olayı abartanlar petrole şehvetle yaklaşanlardır, vb. (www.mazlumder.org/yazar.asp?yaziID=4973)

Ama bakın Genel Başkan Gergerlioğlu ne açıklama yapıyor: “[Tutuklama kararı] stratejik siyasi hesaplara tabi tutulmamalıdır. Çok vahim katliam iddiaları [nı]… siyasi gerekçelerle [ve] dinî tarafgirlik refleksiyle yorumlamadan önce insan hakları kriter alın[malıdır].” (www.mazlumder.org/haber_detay.asp?haberID=4958)

Mazlumder, Türkiye’yi (ve AKP’yi) kurtaracak tek yolu gösteriyor.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı