Baskın Oran

Van’daki olayın tahlili

Millet artık bu sıcakta Bodrum yazıları beklerken, kusura bakmayınız, yine ciddi yazmak zorundayım.

Bendeniz, devlet’i babası gibi gören bir gelenekten gelmeyim. Ama devletin, anamın kocası olduğunu (bilmem bu edepli anlatım yeterince net olabildi mi) sonunda fark ettim. Ve devletten sıtkım sıyrıldı.

Bununla birlikte, bugünkü yazımın tema’sı şudur: Devlet, Van’daki son rezaleti asla geçiştirmemeli, “inceden inceye” mütalaa ederek mutlaka sonuca ulaştırmalıdır.

* * *

İki satırla gazetelerden özetleyeyim: Hamit Bayram adlı kişi Malatya narkotik polisine eroin satmak istiyor. Gözaltına alınıyor. Babası ve eski narkotik sabıkalısı ve ANAP eski Van milletvekili ve aşiret reisi Mustafa Bayram adamlarıyla karakolu basıyor, oğlunu kaçırıyor. M.Bayram önce serbest bırakılıyor, sonra tutuklanıyor. H.Bayram hâlâ kayıp.

Bundan sonrası daha ilginç: Hakkari CHP eski milletvekili Mikail İlçin basın toplantısı yapıyor:

“M.Bayram’la uğraşırlarsa pişman olurlar… Bu konuda bölgedeki aşiretler olarak tepkilerimizi eylemlerle dile getireceğiz” (Oktay Ekşi, Hürriyet, 03.08.2004) diyor. Bir başka kaynağa göre şöyle diyor: “M.Bayram’a siyasi amaçlı herhangi bir harekette bulunulduğu takdirde aşiretlerle beraber müdahale etmeye hazırız” (M.E.Özbey, Birgün, 04.08.2004).

Devlet, bu yazının yazıldığı âna kadar bu açık meydan okumaya herhangi bir şey yapabilmiş değil.

* * *

1925 Şeyh Sait isyanı üç farklı biçimde yorumlanmıştır:

1) Feodal tepki: Burjuva devrimi yapan cumhuriyete karşı gerici bir hareket; 2) Ulusal tepki: Bir Kürt milliyetçiliği hareketi; 3) Dinsel tepki: Bir irtica olayı.

Olay, çok kısaca söyleyeyim, “dinsel görünüm altında bir Kürt milliyetçiliği”ydi. Çünkü Şeyh, isyanı çıkartan çok gizli Azadi örgütünün (kuruluşu: 1921) lideri Cibranlı Halit beyin eniştesiydi. Laik bir subay olan Halit bey Kürt köylü kitlelerini etkileyemeyeceği için, eniştesini vitrin olarak kullanmıştı. Ama, ne olduğu önemli değil. Cumhuriyet kurulalı sadece 16 ay olmuştu ve silahlı isyan bastırılmazsa ortada Türkiye kalmazdı.

Mikail İlçin’in bu meydan okuması da üç biçimde yorumlanabilir:

1) Feodal tepki: Aşiret dayanışması icabı desteklemiştir; 2) Ulusal tepki: Kürt milliyetçisidir, onun için desteklemiştir; 3) Meslekî tepki: O da eroin işinin içindedir.

Burada feodal tepki olasılığı pek zayıftır. Feodal ahlak icabı “arkadaş”ını desteklediği söylenebilir, fakat feodal gelenekte bir kural daha vardır: Güce ve güçlüye tapınma. M.Bayram topun ağzındadır; onun için bu olasılığı bir kenara atabiliriz.

Ulusal tepki olasılığı hiç yoktur. Gerek M.Bayram gerekse M.İlçin milliyetçi değillerdir.

Geriye, dinsel ve mesleksel tepkiler kalıyor. Dinsel tepki falan yok. Meslekî tepkiyi ise ben “bilemem”; polis bilecek.

Ama bilmişim, bilmemişim, önemli değil. Burada çok açık bir durum var:

Bu üç olasılıktan hangisi söz konusu olursa olsun, ben anamın kocasını kayıtsız şartsız desteklerim. Çünkü, 2004 ortamı için bu olay, en az 1925 ortamındaki Şeyh Sait olayı kadar ciddi. Ciddiye alınmazsa, ortada insan yüzüne bakacak Türkiye kalmaz.

* * *

Bu olay geçiştirilirse ne olur?

Hiiiç.

1915 Ermeni katliamı üç idam dışında geçiştirildiğinde ne olduysa, o olur. Bakın bugünkü halimize. Katliamı, üstelik “jenosit” adıyla, tanımayan devlet kalmadı. Şimdi bir de Kaliforniya’dan sigorta tazminatları geliyor. Ve bu sadece buzdağının en uç noktası. Bekleyiniz.

Kasım 1996 Susurluk olayı birkaç kıytırık hapis cezası dışında geçiştirildiğinde ne olduysa, o olur. Bakın, Susurluk’u Kıbrıs’a da ihraç ettik: Bir otoparkta bir astsubayın özel arabası, içinde kilolarca resmî patlayıcıyla yakalandı ve astsubay aslanlar gibi geziyor. Hiçbir şey olacağı da yok.

Özet: Van olayı, yasaların izin verdiği en ciddi biçimde ele alınmalı ve sonuca götürülmelidir. Bu sonuç, bir ibret-i alem olmalıdır.

Çünkü, şu sırada devletin zorla asimilasyon uygulaması belasını defterden ebediyete dek silme görevimiz varsa, feodal artıkların şiddet tehditleri belasını defterden silme görevimiz haydi haydi vardır.

————————-

Not: K.Irak’a asker göndermek isteme ve yolsuzluk konularında arşiv tutmadıysanız, Melih Aşık’ın o günlerdeki yazılarını toplayan Açık Pencere’den 2000’li Yıllar-1 kitabını alınız.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı