Baskın Oran

‘Üniversiteli efendiler!’

'Üniversiteli efendiler!'
'Üniversiteli efendiler!'

Emile Zola

Eski topraklarını yitirmiş bir ülke. İç savaş benzeri bir durumdan çıkalı çok olmamış. Sınaileşme ve kentleşme sancıları yoğun. Anayasal bir rejime, demokrasiye geçmeye çabalıyor. Din ve ordu büyük ağırlığa sahip. Ülkenin çoğunluk kamuoyunda her an hınç gösterileri patlıyor. Basın bu ateşin üstüne körükle gidiyor. Tüm ülke, çoğunluğun etnik/dinsel yapısından farklılık arz edenleri dışlamaya ve düşman ilan etmeye dayanan bir ulusalcılığın pençesinde.

Efendim, burada bir saniye. Yukarıdaki paragrafı tırnak içine almalıyım. Çünkü yazarı ben değilim. Paris’te lise öğretmenliği yapan, www.turquieeuropeenne.eu sitesinin editörü François Skvor. Bahsettiği de, Fransa’nın Haziran 1898’deki (yani, 19. yy sonundaki) fotoğrafı. Devam edelim, gerisi bildik:

Sırası mıydı?

O tarihte bir romancı çıkar: Emile Zola. Bir gazetede cumhurbaşkanına “İtham Ediyorum” diye tam sayfa açık mektup yayınlar. Yüksek rütbeli askerleri adaleti saptırmak ve Yahudi düşmanlığıyla suçlar. Çünkü Divan-ı Harp, Yahudi aileden gelen Yüzbaşı Alfred Dreyfus’ü Almanlara casusluk iddiasıyla vatan haini ilan etmiş ve 1894’te Fransız sömürgesi Guyana’daki Şeytan Adası’na müebbet yatmaya yollamıştır. Fransız karşı-casusluk örgütünün Dreyfus aleyhine sahte belgeler ürettiği ve halkın “Yahudilere Ölüm!” diye sokağa döküldüğü bir ortamda. (Bu ada, H. Charriëre’in meşhur Kelebek romanında anlattığı adadır).

Zola yazınca ortalık fena karışır. Büyük olasılıkla, memleketin “iyi niyetli” insanları da “Şimdi bu mektubun da sırası mıydı?” demiş olsalar gerek. Bu arada gerçek suçlu olan binbaşı 1896’da ortaya çıkarılmış fakat duruşmasının ikinci günü askerî mahkemece beraat ettirilmiştir. Her neyse, Dreyfus dosyası 1899’da tekrar açılacak, belgelerin sahteliği kanıtlanacak, Dreyfus Yargıtay tarafından 1906’da aklanacak, itibarı iade edilerek ve Lejyon Donör verilerek görevine geri alınacaktır.

Fakat bu sırada Emile Zola, Adalet Sarayı önünde göstericilerin “Sendikacı!”, “Clown!” (Soytarı), “Kahrolsun Yahudiler!”, “Subaylarımız sana hesap mı verecekler?” çığlıkları arasında duruşmaya çıkarılmıştır. Göstericiler bir de şöyle bağırırlar: “Métëque!” (Pis Yabancı). Çünkü Zola çoğunluğun dininden yani Hıristiyan olmakla birlikte, İtalyan bir babanın oğludur. Şubat 1898’de 1 yıla ve para cezasına mahkum edilir. Taşıdığı Lejyon Donör nişanı da geri alınarak. F. Skvor bu mahkumiyetin, 29 Temmuz 1881 tarihli Fransız Basın Yasası’nın ünlü 30. ve 31. maddelerinden verildiğini yazıyor. François’nın her iki maddede de bir rakam eksik yazmış olduğunu sanıyorum.

Ülke ikiye bölünüyor

Bunun üzerine Fransız aydınları imza toplamaya başlarlar. Fransa, ‘Dreyfusards’ (Dreyfuscüler) ve ‘anti-Dreyfusards’ olarak, çok asimetrik de olsa derin biçimde ikiye bölünür. Büyük çoğunluğu oluşturan ikinciler, azınlıkta kalan birincileri “Ulusun çıkarları söz konusu olduğunda evrensel kanunlar geçerlidir” diye susturmak isteyecek ve ünlü milliyetçi Maurice Barrës’in meşhur ettiği şu ilginç sözle aşağılayacaklardır: “Messieurs de l’Université!” (Üniversiteli efendiler!)

Herhalde Zola 1906’da davanın sonucunu görünce bütün üzüntülerini unutmuştur, diyeceksiniz. Ama göremeyecektir. Çeşitli suikastlardan kurtulan romancı 1902’de bir sabah ölü bulunur: Soba zehirlemesi. Yıllar sonra, bir çatı tamircisi bacayı siyasi nedenlerle tıkadığını ölüm döşeğinde itiraf edecektir. Zola’nın kemikleri 1908’de, Fransız sağının “Bu İtalyan’ı, bu vatansızı nasıl buraya nakledersiniz!” çığlıkları arasında, Fransız büyüklerinin yattığı Panthéon’a, Victor Hugo’nun yanına taşınır. 1998’de yani “İtham Ediyorum”un 100. yıldönümünde Katolik gazete La Croix, dava sırasındaki Yahudi düşmanı başyazıları için özür diler. (Daha fazla okumak isterseniz: Wikipedia, ‘Dreyfus Affair’ ve ‘Emile Zola’; ayrıca A. Hür, Radikal İki, 23.07.06)

İşte, tam 110 yıl önce Fransız aydınları toplumsal tartışma alanına ilk defa böyle girerler ve ordu, din, basın ve kamuoyu gibi kurumları günümüze dek sürecek bir biçimde demokrasi yönünde zorlama sürecini başlatırlar. Fransa’da “Cumhuriyetçilik” bu olay sayesinde güçlenip yerleşecektir.

Bizim ‘üniversiteliler’

Üniversite deyince internetin başına geçtim, bizimkilerin bu tutucu unsurları demokrasi yönünde nasıl zorladıklarını görmek için bir süre Google’ladım.

(Geçen hafta ‘Sn. Oran; emin olun ki benim için hiçbir önemi yok ama Ermeni asıllı Türk vatandaşımız mısınız?’ dediğini yazdığım) Ankara Üniversitesi öğretim elemanı yine makine başında:

‘Israrla, Milletime hakaret edilmektedir. Elbette ki bunun bir sebebi vardır. Ben de demokratik hakkımı kullanarak Sn. Oran’a soruyorum. Her ne kadar beni ilgilendirmese de etnik bir probleminiz mi var da ısrarla benim milletim adına haksız yere özürler diliyorsunuz diye soruyorum… Bu vatan için elbette ki, bu uydurma bildiriye karşılık vermek durumundayım. Çünkü; EY TÜRK GENÇLİĞİ! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk…’ Bundan sonrası komple 10. Yıl Nutku metni.

Mart 2005’te Genelkurmay’ı izleyen bir basın bildirisi yayınlayarak Mersin olayında adı geçen çocuklara “Sözde Vatandaş” diyen Ankara Üniversitesi Senatosu, rektör değişince aynı tutumu tekrarlamadı. Ama başka üniversitelerimiz açığı kapadı. Yorumsuz veriyorum:

Marmara Üniversitesi Senatosu: “Özür Dileme Girişimini haksız, insafsız ve maksadı meçhul bir hareket olarak değerlendiriyor ve şiddetle kınıyoruz”.

Atatürk Üniversitesi Senatosu: “[Bu kampanya] Ermeni terör gruplarının gerçekleştirdiği eylemlerde hayatlarını kaybeden aziz şehitlerimize karşı bir ihanettir”. Sakarya Üniversitesi: “İşgalci olan Ermenilerdir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türklerin Ermenilerden özür dilemesini gerektirecek ne hukuki ne de tarihi hiçbir gerekçe yoktur”. İstanbul Üniversitesi Senatosu: “Kışkırtıcı bir yaklaşımla toplumda huzursuzluk çıkarmak ‘düşünce özgürlüğü’ kapsamında değerlendirilemez” (Vahap Coşkun, Taraf, 26.12.08).

Bunları okuyunca bir düşündüm de, kimse bizimkileri 110 yıl önce “Üniversiteli Efendiler!” diye aşağılayamazdı.

Bir de, François’ya epostayla sordum, “Fransız emekli diplomatları bu olayda Zola’yı hain ilan etmiş miydiler” dedim, “Neyi sorduğunu anlamadım” diye cevap geldi.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı