Baskın Oran

Kürtçe’nin nârına yanan Yunanca

Kürtçe'nin nârına yanan Yunanca
Kürtçe'nin nârına yanan Yunanca

Kamu-Sen üyesi bir grup TRT?nin Kürtçe yayınını protesto ediyor. Fotoğraf: Fevzi Kızılkoyun/DHA

“Evvela, şimdi Batı Trakya’dan aldığım haberi vereyim. Bilmiyorum haber ajansları size de geçti mi: Şu anda Yunan hükümeti B. Trakya’daki 120.000 Türk’ün kamusal alanlarda Türkçe konuşmasını yasaklamış bulunuyor. Türkçe eğitim ve yayın da yasaklandı.”

Bir TV kanalının “TRT-6’nın Kürtçe yayınına ne diyorsunuz?” sorusuna telefonda cevap veriyorum. Spiker resmen bir sarsılış sarsılıyor, iki saniye sessizlik, sonra: “Bu söylediğinizi bir daha tekrar eder misiniz, çünkü çok önemli bir haber bu.”

“Etmeyeyim. Bizim ulusalcılar anadili yasaklamanın ne demek olduğunu belki böyle anlarlar diye uydurdum.”

Oysa, Yunanistan’da durum tam tersine: “Burada Türkçe dil kursu çok. Mesela B. Trakya’da 6 tane. Bitirince, Selanik’teki Balkan Dilleri Merkezi’ne (IMXA) gidersin. 150 euro ödeyip sınav günü alırsın. IMXA binasında TÖMER’in imtihanına girersin. TÖMER’in Türkçe diplomasını alırsın. Yunanistan’da da geçerli.” Bu sözler, B. Trakya’yı en çağdaş biçimde dile getiren yayınlardan ‘Azınlıkça’nın sorumlusu Evren Dede’den. TÖMER 10 şubesi, yılda yaklaşık 55 bin öğrencisi, 20’ye yakın dil öğretmesiyle dev bir Ankara Üniversitesi kuruluşu. Üç dış ülkede de diploma veriyor.

TÖMER kursları kaçak mı?

Peki Türkiye’de Yunanca? İstanbul’da birkaç Rum genci bir buçuk yıl önce şirket kurup “Yunanca Dil Merkezi” açacaklar, meslek derneği ÖZKUR-BİR uyarıyor: “Açamazsınız. Yunanca kursları müfredatta yok”. Olacak iş değil, üstelik dört üniversitemizde Yunanca bölümü, TÖMER’de de Yunanca kursları var. Milli Eğitim’e yazılıyor, yanıt olumsuz: “Türkiye’de eğitimi ve öğretimi yapılacak yabancı diller, Bakanlar Kurulu kararıyla tespit edilir.” 1983 tarihli yasaya göre, ülkemizde kursu açılacak yabancı dile Bakanlar Kurulu’ndan izin lazım! Kürtçe paranoyasına bakar mısınız! Çok ilginç: Yunanca, Kürtçe’nin nârına yanmış.

TÖMER nasıl Yunanca veriyor peki? Bütün ilgililerin dediği: “TÖMER kaçak kurs veriyor; şikayet edebilirsiniz.” Bir de, B. Trakyalılar endişeli: “Bir AB ülkesinde yaşıyoruz ama Türkiye böyle giderse bize de Yunanlılar ‘mütekabiliyet’ deyip bürokratik sorun çıkarabilirler.”

Hep böyle olmadı mı B. Trakya’da? Biz kendi vatandaşımıza “yaptık”, onlar kendi vatandaşlarına. Oysa bu mütekabiliyet daha doğrusu “mukabele bilmisil” denen bela, insan haklarında yasaktır. Turgut Tarhanlı’dan aktararak bin defa yazdım: 1969 BM Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, Md. 60/5. Ama ne gam! Ulusalcı ideoloji insan haklarını ihlale karar verince en çok bu hukukdışı hukuk kavramını kullanır.

Kürtçe başlayınca…

Şimdi TRT Kürtçe yayına başlayınca bakalım yargıçlarımız 6 aya nasıl mahkum edecekler q, x, w harflerini kullananları. Kaymakamlarımız nasıl yasaklayacaklar Kürtçe park isimlerini. Bunlar artık olmayacaksa, ne değişti hukuk olarak? Olacaksa, Lozan 39/4 “Her TC vatandaşı istediği dili kullanır” demişken buna “hukuk” mu diyeceğiz?

Ulusalcılarımız da canlandı. Azınlık Raporu’na saldırmada başı çeken, adını sevdiğiminin “Hukukun Egemenliği Derneği” bildirisi şöyle diyor: “TRT anayasal suç işlemektedir. Bu yayınlar bilinmeyen bir dili bilinir hale getirmeyi, suni bir toplum yaratmayı ve giderek bölünmeyi getirecektir.” Haklı, çünkü “bilinmeyen bir dil” diyen bizzat TBMM tutanakları. (Bianet, 29.12.08).

Bu TV yayınına ulaşabilmek için Kürtleri bu ülkeden soğutmak ve ayrıca kırk bin kurban vermek şart mıydı? Bir de, mecbur muyduk kendimizi bu kadar gülünç etmeye? Hatırlatayım:

Kürtçe’nin öyküsü: 32 kısım tekmili birden

Reform: Hükümet 26.03.2002’de Basın Kanunu’ndaki ‘yasak dillerde yayın’ yasağını kaldırdı.

Reaksiyon: Bunun üzerine ulusalcı bürokrasimiz Yabancı Dilde Eğitim ve Öğretim Kanunu (YDEÖK) ile Radyo ve Televizyon Kurumları Kuruluş ve Yayın Kanunu’ndaki (RTKKYK) yasakları devreye soktu. ‘Hazırlık yapıyorum’ diyen (Milliyet, 16.10.02) TRT’nin de yeni yönetmeliğin iptali için Danıştay’a gizlice dava açtığı ortaya çıktı (Milliyet, 12.06.03).

Reform: Hükümet 03.08.2002’de YDEÖK’deki sınırlamaları büyük ölçüde kaldırdı.
Reaksiyon: Bunun üzerine ulusalcı bürokrasimiz: ‘Yalnızca TRT yayın yapabilir’ diyerek özel radyo ve TV’leri dışladı. TRT zaten yapmıyordu.

Reform: Hükümet 19.06.2003’te RTKKYK’yı bir daha değiştirerek özel radyo-TV’leri yayın yapabilir kıldı.
Reaksiyon: Bunun üzerine ulusalcı bürokrasimiz bu programlarda dil öğretilemeyeceğini, çocuk programı yapılamayacağını, bire-bir Türkçe altyazı olacağını, radyoların haftada beş, TV’lerin de dört saatle sınırlandığını ilan etti. Ayrıca, sadece bütün Türkiye’ye hitap eden radyo-TV’ler program yapabilecekti.

Maçın sonucu: 07.06.04’de TRT radyosu yayına başladı. Sabahın 06’sında. Günde 60 dakika. Tabii, gülünçlüklerin son örneği, RTÜK’ün süreci yavaşlatmak için Diyarbakır Valiliği’ne yazıp sormasıydı: “Orada hangi dil konuşuluyor?” (Radikal, 08.06.04).

Öyle ki, 2004 sonunda bu “yayın”lar toptan unutuldu gitti. Fakat hükümet Haziran 2008’de TRT yasasında değişiklik yaptı. Böylece kurumun “farklı dil ve lehçelerde” 24 saat yayın yapmasının önü açıldı (Bianet, 26.06.08). Şu anda o noktadayız.

Sadece Kürtçe olmaz

Adını sevdiğiminin “Hukukun Egemenliği Derneği” protesto ediyor: “TRT-6 Kürtçe’yi TRT-7 Ermenice, TRT-8 Rumca’mı izleyecektir.”

Enfes imlalı bu soruya hemen cevap: İnşallah. Bütün ezilmiş ve dışlanmışların dilini bu kervana katmak şarttır. Haklarıdır! Üstelik, hem yalnızca Kürtçe yayın yapılması ayrıcalık sahibi oldular diye Kürtleri hedef gösterir, hem bu Kürtlere “azınlık hakları” demektir hem de “Lazımsa komünizmi de biz getiririz” zihniyetinden kaynaklanan bu yaklaşımın kimsecikleri memnun edememe olasılığı büyüktür.

Yalnız, çok daha doğru olanı bütün yasakları kaldırmak ve “İsteyen yayınını başlatsın, devlet de mali ve teknik destek verecek” diye ilan etmektir. O zaman kimse ayrıcalık (azınlık hakkı, “pozitif hak”) sahibi olmaz, herkes eşit hak (insan hakkı, “negatif hak”) sahibi olur. Bu, bölünme tehlikesinden korkanların derdini de halledecektir ama titremekten kavrayamıyorlar.

Tabii, adını sevdiğiminin “Hukukun Egemenliği Derneği” gibiler böyle hukuki incelikleri bilmeyebilir. Onların bütün derdi Türkiye’ye üniformayı çıkarttırmamak. Ama artık çok geç. Türkiye renkli tişört giyiyor. Kutlu olsun!

Not: İsrail’in Gazze rezaleti iki rezalet daha doğurdu: 1) “Etrafınızdaki Yahudileri rahatsız edin!” rezilliğini; 2) “Dört karılı Hamas kaşındı” rezilliğini. Bunları daha uzun yazmalıyım.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı