Nasıl bileceğiz; tabii ki birincisi bâşımızın tâcıdır, ikincisi ise başımızın belası. Özellikle de herkesin “AB müdahalesi egemenliğimizi ihlal ediyor!” dediği şu sıralarda. Ama beyinlerin çok net ve aynı fikirde olduğu durumlar tehlikelidir. Kafalarımızın biraz karışması iyi olabilir.
Önce: Bu hikaye yeni değil. 60 ve 70’lerin antiemperyalist/Marksist ortamında “Onlar Ortak, Biz Pazar” diye yürürdük. Emperyalistler toplandılar, Türkiye’yi sömürecekler. Bugün fark şu ki, madalyonun öbür yüzünü hatırlatır biçimde, Marksistlerin “sömürülmek” korkusunun yerini Kemalistlerin “parçalanmak” korkusu aldı.
Ulus ve ulusal egemenlik nedir?
Ulus, bir ülkede “birlik ve beraberlik sağlama” projesinin adıdır. Benzer projeler tarihte çoktur. Orta Çağ’da bu iş din’le yapılırdı, şimdi milliyetçilik’le yapılmaktadır. Ulusu oluşturmak için ülkedeki başat (dominant) etnik, dinsel, sınıfsal gruplardan biri Devlet’i temsilen üst-kimlik’i belirler ve başat olmayanlara (yani alt-kimliklere) empoze eder. Amaç hasıl olur.
Mu acaba? Çünkü, alt-kimliğinin saygı görmesi karşılığında devlete itaate hazır insanlar varken, paşa gönlüm böyle istiyor diye bu işi böyle zorla yapmak mümkün değildir. “Birlik” yapayım derken “teklik” yaparsın ve isyan çıkar. Ulusun içindeki alt-kimlikler saygı gördüğü oranda toplumsal barış oluşur, görmediği oranda da toplumsal çatışma (bkz. Tablo 1) .
Buradan egemenlik kavramına geçebiliriz. 2 anlamı var:
1) Dış anlamı: Diğer devletlerle eşitlik demektir. Bunun ön koşulu bağımsızlıktır. Bağımsızlık, bir devletin egemenliğinin uluslararası planda yalnızca kendi iradesiyle (imzaladığı antlaşmalarla, vs.) sınırlanabilmesidir.
2) İç anlamı: Toplumsal sadakatin sınıfa, hanedana, aşirete vs.’ye değil, yalnızca “ulus”a yönelmesi demektir.
Tamam da, hangi ulusa? “Teklik” ve dolayısıyla toplumsal çatışma üzerine kurulu ulusa mı, “birlik” ve dolayısıyla toplumsal barış üzerine kurulu ulusa mı? Ulusal egemenlik, bağımsızlık kavramına sığınacak bir ulus-devletin içerdeki alt-kimlikleri “ezme lisansı” anlamına gelecekse, ulus’un hali haraptır. Tam tersine, nasıl ulus alt-kimliklere saygı oranında güçleniyorsa, ulusal egemenlik de ancak alt-kimliklerin devlet tarafından ezilmemesi oranında gerçekleşir. Tarihsel bakarsak: 19. yüzyılda “çoğunluğun iradesi” olarak tanımlanan demokrasinin 21. yüzyıldaki tanımı artık “alt-kimliklere saygı”dır.
Fakat azgelişmiş ülkelerde iç dinamik çok tembeldir ve bu yüzden 19. yüzyıla takılmış vaziyettedir. Bu durumda, eğer “Benim olsun, 19. yüzyıl olsun” gibi hoşluklara girişmeyecekseniz, iç dinamiği Batı demokrasisiyle tetikleyip 21. yüzyıla taşımaktan başka çare yoktur.
Farkındaysanız bu, ulusal egemenlik’in iki anlamının birbiriyle çatışması demektir. Çünkü dış anlam “bağımsızlık” adına dış müdahaleyi reddetmektedir, oysa iç anlam “toplumsal barış” için demokratik müdahaleyi zorunlu kılmaktadır. Dış müdahale kavramı da işte böyle kafa karıştırıcı bir durumda devreye giriyor.
Dış müdahale nedir?
Tabii ki askerî müdahale “Meclis’ten dışarı” olduğu için cevap basit: Dış ülkelerin kendi düzenlerini başkaları da uygulasın diye bastırması. Ör. Atatürk, Afgan Kralı Emanullah Han’dan Türkiye’nin laik düzenini uygulamasını istemişti; hem de 1930’larda. SSCB’nin dağılmasından sonra yine Türkiye Orta Asya ülkelerine dört ilkesi için bastırdı: Bağımsızlık (Rusya’dan), laiklik, demokrasi, kapitalizm. 12 Eylül döneminde de B.Avrupa Türkiye’ye kendi düzeni için bastırmıştı: Demokrasi. (Kapitalizmi hiç söylemiyorum, çünkü Türkiye uluslararası kapitalizme 12 Eylül’den önce dalmıştı).
O zaman, soruyu daha kışkırtıcı biçime sokalım: “Dış müdahale iyi bir şey mi, kötü bir şey mi?” Buna, en Batıcı olanımız bile şöyle diyebilir: “Dış müdahalenin niyetine bağlıdır”. Oysa galiba burada müdahaleyi yapanın niyetinden başka şeyler daha önemli. Ör. Cumhuriyet başlarken dış müdahale (azınlık hakları, vs.) B.Avrupalı büyük devletlerin değerlerini yansıtıyordu. Ama çağdaşlaşmak isteyen Türkiye’nin yararına oldu. 12 Eylül’den sonra da tekrarlanan aynı şeyi şimdi de 301 için yaşıyoruz.
O zaman özetleyelim. Dış müdahale konusunda karar verebilmek için iki şeyi bilmek lazım: 1) İç düzenin niteliği: Bu düzen demokratik mi, antidemokratik/baskıcı mı? 2) Dış müdahalenin yönelimi: İç düzeni demokrasi yönünde mi etkiliyor, tersi yönde mi?
Bu soruların niye önemli olduğunu sanırım izaha gerek yok. İçteki düzen antidemokratikse, demokratik yönde bir dış müdahale ulusun lehinedir (bkz. Tablo-2). Buna karşılık, şu sorular biraz daha izaha muhtaç: 1) Dış müdahale demokrasi “ihraç” etmeye çabalıyor mu? 2) İç düzende demokrasiyi “ithalat”a yönelmiş bir unsur var mı?
Çünkü, demokrasi zorla ihraç edilemez. Ederim diyen açıkça emperyalizm yapıyordur; aynen bugün Irak’taki ABD gibi. Ama, azgelişmiş ülkede Batı’nın çağdaş değerlerini özümsemiş bir “ithalatçı” varsa, demokrasi bal gibi ithal edilir. Düşünün isterseniz: Kemalizm 1920’lerde bu ithalatı yapmamış olsaydı biz şu anda sokaklarda hâlâ “Kadınlara Oy Hakkı!” diye yürüyor olabilirdik. Aman, “Yaşanmamış bir tecrübeyi ithal iyi sonuç verir mi!” de demeyin. Tabii ki ağrılı olur ve oluyor. Alternatifini düşünün. Sonra da, “301 değişikliği AB baskısıyla oluyor!” çığlıklarını Türkiye insanı açısından değerlendirin.
GONGO’lar
2000’ler Türkiyesinde bu “ithalatçı”nın adı Sivil Toplum Örgütleri’dir. İngilizcesiyle, NGO. Egemenlik-müdahale ilişkisi açısından tam bir anahtar kavram. Çünkü NGO’lar üçe ayrılır:
1) Karma NGO’lar: Bunlar mesleksel/sınıfsal örgütlerdir. Duruma göre sınıf çıkarları yönünde (12 Eylül döneminde TÜSİAD) veya demokrasi yönünde (1990 sonrasında TÜSİAD) çalışırlar.
2) Gerçek NGO’lar: Bunlar, insan’ı devlete ve cemaate karşı korumak için çalışırlar. Ör. İHD, TİHV, İHOP.
3) GONGO’lar: Bunlar devletin insan/birey aleyhine güçlenmesi için çalışırlar. Ama sivil toplumu çağrıştıracak adlar taşımaya özen gösterirler. Ör. Azınlık Raporu’nu hazırlayan İnsan Hakları Danışma Kurulu’nda en büyük muhalefet “Hukukun Üstünlüğü Derneği”nden geldi. Rapor 22.10.2004’te basına tanıtılırken yine bu Kurul’un üyesi olan “Toplumsal Düşünce Derneği”nin başkanı toplantıyı bastı. Arkasından aynı kişi Rapor’un yazarı ve Kurul’un başkanı hakkında “vatana ihanet”ten savcılığa suç duyurusunda bulundu. 01.11.2004’te Rapor resmen açıklanırken bu sefer Kurul üyelerinden başka bir “NGO” olan Kamu-Sen genel sekreteri saldırarak Rapor zannettiği kağıtları TV’ler önünde yırttı. Onun içindir ki bunlara NGO değil, GONGO (government oriented NGO; devlet yönelimli NGO) diyoruz. Tabii, bana kalırsa bir de CONGO’lar var: Cemaat oriented NGO!
Bunlar ibret verici şeyler. Düşünün ki, “Gerçek NGO” dediklerim 1920’lerdeki Kemalist “ithalat”ın bugünkü meyvesi. Bunlar şimdi 21. yüzyıl modeli Batı’yı ithale çalışmakta. “GONGO”lar ise Kemalizm’in bugün geldiği vaziyeti temsil etmekte.
Acaba bütün bunlar ulusal egemenlik ve dış müdahale konusunda kafanızı karıştırmaya yardımcı olabildi mi?
Tablo-1:
Bireyin tutumu | Devletin tutumu | Sonuç |
Üst-kimliği kabul, kendi alt-kimliğinde ısrar | Alt-kimliğe saygı | Toplumsal barış |
Üst-kimliği kabul, kendi alt-kimliğinde ısrar | Asimilasyonda ısrar | Toplumsal çatışma |
Tablo-2:
İç düzenin niteliği | Dış müdahalenin yönelimi | Örnek |
Antidemokratik | Antidemokratik | Kuveyt, S.Arabistan, L.Amerika |
Demokratik | Antidemokratik | Castro Kübası, Allende Şilisi |
Antidemokratik | Demokratik | 12 Eylül Türkiyesi |