Baskın Oran

Ucube, bencil ve destan

Ucube, bencil ve destan
Ucube, bencil ve destan

Hrant ve Rakel Dink.

Halkı bir türlü acayip. Başlamamış diziye 75 bin ihbar gönderiyor. Kardeşim, Kanuni kadın düşkünü olsa öp de başına koy. Aynen Eski Yunan, Roma ve Bizans gibi, Osmanlı’nın daha nelere meraklı olduğunu sanki bilmiyoruz. Makbul/Maktul İbrahim Paşa’yı da mı hiç duymadın?

Muhalefeti bir başka türlü. SP ‘Muhteşem Yüzyıl’ı oynatacak Show TV’nin binasına yumurta atıyor (tanıdık geldi mi?), dizi billboardlarını yırtıyor. DP Çiller’i başına geçirmek istiyor; aman tanrım. CHP her zamanki gibi en büyükleri: Kürtlerin Lozan 39/5 icabı Kürtçe savunma yaptıkları KCK davasına gözlemci olarak, Kürtlerin Lozan’da böyle bir hakkı filan olmadığını trampetle ilan etmiş Süheyl Batum’u gönderiyor. Kılıçdaroğlu , TSK’nın 1974’ten beri Kıbrıs’ta bulunmasını övüyor. Bu yüzden şamar oğlanı oluşumuz umurunda değil.

İktidarı bir başka. Kars’taki anıta sinirlenip yık emri. Yahu, Sayın Başbakanım, sende gizli şeker mi var? 2001’de Buda heykellerini yıktıran Taliban’dan ne farkın kaldı şimdi? Daha kötüsü, “Tükürürüm böyle sanatın içine” demiş Melih Gökçek’ten? Taliban içkiyi yasaklamıştı, bizde de TAPDK içki yönetmeliği çıktı şimdi. İkram firmaları başta, herkes panikte. Korkulanlar olur veya olmaz, ama korkuttuğun bir gerçek. Bir iktidar, asker vesayetini kaldırmak gibi hayırlı ve cesur bir iş yaparken, kendisine doğru yaptıkları için destek verenlerin yaşam biçimini nasıl tehdit eder? Böyle giderse yanında hacı-hoca takımı dışında kim kalır? Bu zihniyetle yeni anayasa nasıl yapılır?

Misafir şerefine jet uçuşu

AB’yle ilişkileri belaya sokan temel sebep yani limanların açılma meselesi nihayet gündeme gelmişken (Sabah, 01.01.11) Papandreu’yu Erzurum’a davet ediyor, o da kendi kamuoyuna rağmen geliyor, ama hır çıkıyor. Erdoğan “ Türkiye ve Kuzey Kıbrıs hep versin! Kusura bakma. Sorunu çözmek istiyorsan masaya geleceksin karşılıklı çözeceğiz” diyor? Niçin, çünkü o sırada sekiz Türk savaş uçağı Yunanistan’a ait 100 hanelik Eşek Adası üzerinde uçurulmuş, Yunan kamuoyu feryadı basmış, sıkışan Papandreu “Türkiye neyi ispatlamak istiyor?” diye dikleniyor, Erdoğan da arkasından.

Tabii, buradan dosdoğru geliyoruz Genelkurmay’a. Bir defa, Yunan başbakanı Erzurum’da misafirken Yunan basınını tutuşturuyor. İkincisi, Papandreu’ya Dışişleri yerine cevap yetiştiriyor internet sitesinden: “Yunanistan’ın Sakız meydanından kalkan bir adet Yunan helikopteri hava sahamızı 11 dakika müddetle ihlal etmiştir”. Genel tabloyu ise Taraf’ın “Genelkurmay Bunu Hep Yapıyor” başlıklı haberi çiziyor: Son bir yıl içinde Erdoğan ile Papandreu dört kere buluşuyor, bunların üçünde Türk savaş uçakları Yunan adaları üzerinde uçuyor ve it dalaşı çıkıyor (A. Yıldız, 09.01.11). Kılıçdaroğlu’nun “TSK Kıbrıs’ta işgalci değildir” diyerek muhabbete katılması, bu ortamda.

Bireylik ile bencillik

Yazmakla bitmez, üniversitesi de başka. Bir öğrenci kalkmış, “Ben bitirme tezi olarak porno çekeceğim. Evde daha rahat olurdu ama üniversitenin stüdyosunu kullanacağım çünkü akademik özgürlüğün sınırlarını görmek istiyorum” diyor. Koçum benim. Bunu test etmek, kadını aşağılamaya dayanan pornoya ve sana kadar düştü demek. Özgürlük testi istiyorsan, Kürt ve gayrimüslimlerin bunca ıstırabı var. Etnik istemem cinsel olsun diyorsan, eşcinsel ve transseksüellerin çektikleri var. Arkasından da gidip baş kadın oyuncusuyla birlikte Tempo’ya demeç veriyor.

Genç her zaman aşırıya kaçabilir. Bu gençliğin şanındandır ve iyi ki de kaçar çünkü biraz yaşlanınca muhafazakârlaşacaktır. Ama onun nereye kadar gidebileceğini hocası söyler. Çünkü birey olayım derken bencil oluverebilir genç; kantinleri sigarayla zehirlemek rezilliği “birey oluyorum” gerekçesine dayanır. Bu olayda hoca, bu zıpçıktılığa akademik özgürlük adına izin vermemeliydi, ama tartışılabilir. Tartışılamaz olan rezalet, üniversiteyi yeni devralan yönetimin yaptığı: Prof. Ali Nesin’in isabetle dediği gibi, “Elalem ne der sonra?” diye üç hocayı üniversiteden atıyor, sıkılmadan bir de savcılığa duyuruyor.

Hangi üniversite bu? Bize Cemil Çiçek’in “Arkamızdan hançerlediler” dediği rezil 2005 ortamında Osmanlı Ermenileri Konferansı için kahramanca kucak açarak bir destan yazan Bilgi Üniversitesi. Hani, E. İnönü’ye bile girişte yumurta atılan konferans; bu “özgürlük eylemi” orada başlamıştı. Artık durayım, ikrah geliyor. Destan dedim, onunla bitireyim.

Destan/tragedya

Üç gün sonra, 19 Ocak’ta, iyi ki bu günleri görmemiş diye züğürt tesellisi buluyorum canım ciğerim Hrant’ın 4. katledilme yıldönümü. Samast’ın da tahliyeler kervanına katılmasından bahsedildiği şu sıralarda, ‘Hrant’ adlı destan/tragedya’yı okuyun. “Khent [Deli] Hrant” başlıklı birinci bölümü destan, “Baron [Beyefendi] Hrant” adlı ikinci bölümü tragedya olan o olağanüstü biyografiyi. Bu kitapta yazar nâmevcut; Hrant’ın en yakınları konuşuyor sadece. Bir de Hrant, yeri geldiğinde, o tarihteki yazılarıyla. Tûba Çandar, bölüm başlarındaki takdim satırları dışında, aynen Yunan tragedyalarında mâşeri (toplumsal) vicdan’ı temsil eden “Koro” misali en sonunda yarım sayfayla giriyor ve bitiyor. Tragedya’nın sonu başından belli: Bakmak, Dokunmak, Görmek, Bilmek, Ölmek. Olağanüstü bir makastar bu, bütün bu tanıklıkları ince ince doğrayan ve tekrar destan/tragedya biçiminde birleştirip kreasyonu oturtan.

Çok yakınlarının bile bilmediği neler varmış. Kumarbaz babası ile mazlum annesi (zaten intihar edecektir) yine kavgaya tutuşunca ağabey Hrant (7) evden fırlıyor, arkasından da diğer iki oğlan. Üç gün sonra polis onları balıkçı barınağında, balık sepetlerinden birinde büzüşmüş bulacak. Aç, susuz, titrek. Bu üç kardeş Ermeni yetimhanesi sayesinde nasıl hayatta kalıyorlar. Anneleri ilik açarken nasıl kesekağıdı yapıp maçlarda satıyorlar. Nasıl ilk aldıkları işin avansını kullanarak saat pazarlamacılığı, fotoğrafçılık, ardından kırtasiyecilik yapıyorlar. Bu arada Hrant, yetimhanede tanıdığı ve aşık olduğu Rakel’le kendisi 23, Rakel 17’yken nasıl evleniyor. Nasıl o sayede liseden en yakın arkadaşı Orhan Bakır (Armanek Bakırcıyan) gibi dağa çıkıp öldürülmekten kurtuluyor. O ufacık kırtasiye delice risk alma ve güven telkini sayesinde nasıl çokkatlı iki kitabevine ulaşıyor. Agos nasıl kuruluyor ve Hrant, tuzu kuru İstanbul Ermenileri karşısında mazlum Anadolu Ermenilerinin sözcüsü oluyor. Sabiha Gökçen’in Hatun Sebilciyan olduğunu yazınca olay nasıl yokuş aşağı gitmeye başlıyor…

“Anlayın halden…”

Kilisedeki o iç parçalayıcı merasimde Patrik Mesrob, Rakel’e dayanarak, Hrant’ın son dönemde iman ettiğini söylemişti. Tören icabıdır, diye dinlemiştik. Destan/tragedya’nın en çarpıcı yeri sonu, doğal olarak. Benim gibi yakın arkadaşlarının nedense okumadığı yazılarında Hrant, Güvercin Tedirginliği’nin artık dayanılmaz hale gelmesi üzerine çocukluğuna dönüyor, “Hey solcu arkadaşlar, hey ateist kardeşler, ayıplamayın beni 23. Mezmur’u mırıldansam şuracıkta biraz. Anlayın halden… Anlayın artık… İhtiyacım var” diyor ve başlıyor, Kitabı Mukaddes’ten çocukluğunda ezberlediği Mezmurlar bölümünü terennüm etmeye.

Bir yakın arkadaşı dayanamıyor, hikaye boyunca yer yer dayanamamıştı zaten ama burada artık iyice sapıtıyor, sel olup akıyor, yerlerin dibine geçiyor, diyor ki bu hale gelene kadar biz bu çocuğun bu yalnızlığını nasıl anlamadık, şikayet etmesi şart mıydı, nasıl bu kadar kendi başına erimeye, boğulmaya bıraktık, katledilmesine engel olamazdık ama böyle acı çekmesine de mi olamazdık…

Önceki Yazı
Sonraki Yazı