Hadi buyurun efendim. Askerî ayrıcalıkları sürdürmenin böylesi bir sonuca götüreceği hiç aklınıza gelmiş miydi? Var mı çokhukukluluk istemek üniter devlette? Ama önce askerlerimizin bu çokhukukluluğu nasıl sürdürmeye savaştıklarından başlayalım.
Yöntem: Türkiye Cumhuriyeti’nde her vatandaşın tabi olduğu yasa ve adaletten bağışık tutulmak için cumhurbaşkanının kapısına gidip, yeni yasayı vetolamasını istirham eden arzuhal sunmak.
Oysa, 367 hukuk skandalına rağmen Gül cumhurbaşkanı seçilince, askerlerimiz onu tanımadıklarını göstermek için, yemin töreni başta olmak üzere birtakım resmî merasimleri boykot etmişlerdi. Ama ne oldum dememeli, ne olacağım demeliymiş. Mesela, hatırlarsanız, Erdemir’in yabancılara satılmaması için kampanya açan ulusalcı TSK’nın 7,5 milyar dolar varlıklı OYAK Holding’i, Oyakbank’ın tamamını Hollandalılara sattı; yeni adı İNG Bank.
TSK’nın ayrıcalıkta ısrar gerekçeleri
TSK cumhurbaşkanına 3 gerekçe sunmuş (M. Yetkin, Radikal, 05.07.09):
1) “Yasa değişikliği Anayasa’ya aykırı. Geçiniz, çünkü hem böyle olduğu fevkalade şüpheli, hem de nasıl olsa CHP Anayasa Mahkemesi’ne abone.
2) “Askerî ve sivil yargıyı karşı karşıya getirir”. Zaten karşı karşıya. Şemdinli sanıklarını sivil mahkeme 39,5 yıla mahkum etti, askerî mahkeme ilk duruşmada tahliye etti.
Aynı olayda kalabalığın üzerine ateş açarak 1 kişiyi öldürüp 5 kişiyi yaralayan Uzman Çavuş Tanju Çavuş da, 18.01.06’daki ilk duruşmasında yine askerî mahkemece serbest bırakıldı. Hani, Org. Büyükanıt’ın “Tanırım, iyi çocuklardır” dediği olay (Radikal, 15.12.07). Sonunda Çavuş, “adam öldürme”den müebbet aldı ama cezası “tahrik ve iyi hal”den 8 yıl 4 aya indirildi (Radikal, 21.05.09). Kendisi şu anda bir davadan daha yargılanmakta: Eğirdir’deki “150 altın sikke” olayında müteahhit Salih Uçar’ı “tasarlayarak öldürmek”ten (Bianet, 23.05.08).
3) “Ordunun masuniyetini bozar, Kışla’ya siyaset sokar”. Geçiniz, çünkü Kışla zaten 27 Mayıs’tan beri boğazına kadar siyasetin göbeğinde. Darbeler ve muhtıralar bir yana, Devlet Memurları Kanunu md. 125’e rağmen her Cuma basın toplantılarıyla gündem ve siyaset belirliyor. Askerler memur değil mi?
Masuniyete (dokunulmazlığa) gelince, öğrendiğimize göre TSK’nın buradaki asıl endişesi: Asılsız ihbar mektuplarıyla TSK personelinin sivil yargıya ve polise muhatap olma ihtimali. Bu konudaki en öğretici lafı, otuz beş yıllık arkadaşım ve İstanbul eski baro başkanı Yücel Sayman etti: “Eğer asılsız ihbarlar üzerine dava açılıyorsa bu herkes için büyük tehlikedir. O zaman askerin, kendisi için ayrıcalık değil, bu sistemin değişmesini talep etmesi gerekir” (Taraf, 07.07.09).
Tevhid-i tedrisat ve tevhid-i hukuk
Anahtar kelimeye yine gelip tosluyoruz: Ayrıcalık. Asker, 27 Mayıs’tan beri adım adım inşa ettiği ayrıcalıklarına, İzmir tabiriyle, “elleşilmemesini” istiyor. Mesele bu-ka-dar-ba-sit.
Yirmi beş yıllık arkadaşım Herkül Millas’ın bu konuda fevkalade çarpıcı bir gözlemi var; o kadar ki, özetlemeye falan girişmek günah olur. Şöyle diyor:
“Daha geçen haftaya kadar üniter devlet konusu beni pek ilgilendirmezdi. Bazı insanlar kendi cemaatleri çerçevesinde kendi alışkanlıklarına uygun yaşamak istiyorlarsa varsın yaşasınlar, derdim. Ama bugün artık kesin üniter devlet diyorum. Askerî/sivil hukuk tartışmalarından sonra görüş değiştirdim. Paralel hukukların varlığı gündeme gelince kafamda her şey birdenbire değişti”.
Herkül bundan sonra başlıyor tırmalamaya: “Toplumumuzun en saygın insanlarından doktorları ele alalım. Kendi alanlarındaki hataları kendileri yargılamak isterlerse ne olacak? Gözlerinin içine bakarak, siz lonca psikolojisiyle kendi esnafınızı korursunuz diyemem ki”.
Arkasından eczacılara, milletvekillerine, etnik gruplara, “Lozan artığı” azınlıklara geliyor. Sonunda şöyle diyor: “Kafama dank etti ki, özgürlük ve eşitlik istiyorsak bazı grupların özel hukuku olmamalı. Özel hukuk olacaksa bütün grupların olmalı; ya da hiçbir grubun. Çokhukuklu bir devlet kaygan bir zemin üzerindedir. Üniter devletin sonunun ilanıdır”.
Ve nihayet, bitirici vuruşu yapıyor: “Tevhid-i tedrisat’tan sonra tevhid-i hukuk da arıyorum. Üniter devlet taraftarlarını göreve çağırıyorum” (Zaman, 07.07.09). Herkül TSK’yı göreve çağırıyor.
TSK’nın ayrıcalıkları birer iç adli kapitülasyon
Bunlara ne eklenebilir? Çok önemli bir husus: TSK’nın şu andaki yargı ayrıcalığı, Türkiye’nin 1923 Lozan’da kaldırttığı adli kapitülasyonlar gibi. Tek farkı: “Dış adli kapitülasyonlar” yabancılara tanınıyordu, bu “iç adli kapitülasyonlar” TSK mensubu Türklere tanınıyor.
Ama, çok can sıkıcı 3 fazlası da var:
1) Dış adli kapitülasyonlarda hiç olmazsa Osmanlı vatandaşlarını yargılamak yoktu. Mesela İstanbul’daki Fransız başkonsolosluğu mahkemesi ancak iki Fransız arasındaki davaya bakabilirdi.
Ama bugünkü iç adli kapitülasyonlar öyle değil. Anayasa md. 145’e göre askerî mahkemeler sadece askerleri yargılamakla kalmıyor: 1) Asker kişiler arasındaki suçları, 2) Askerlerin askerî suçlarını, 3) Askerlerin askerî mahallerdeki suçlarını, 4) Askerlerin askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili suçlarını yargılamanın yanı sıra sivilleri de yargılıyorlar: 1) Sivillerin askerî suçlarını, 2) Sivillerin görevleri sırasında askerlere karşı işledikleri suçları, 3) Sivillerin askerî mahallerde askerlere karşı işlediği suçları. Tabii, yargılayan askerî savcı ve yargıçlar genelkurmay başkanının emrinde.
2) Dış adli kapitülasyonlar sadece hukuk davalarında geçerliydi. İki yabancının ceza davasına Osmanlı mahkemeleri bakardı. Bugün askerî mahkemeler ceza davalarına bakıyor asıl.
3) Dış adli kapitülasyonların sağlam bir meşruiyeti vardı: Osmanlı’daki dinsel (şer’i) hukukun çağdışı oluşu. Ama TC’de “normal” hukuk askerî hukuktan çok daha demokratik.
Ne kırk katır, ne kırk satır
Yeni getirilen yasa değişikliği anayasal düzene karşı işlenen suçlar ile askerî darbe, cunta, terör, çete suçlarında askerî yargıyı devre dışı bırakıyor. Olay bu. “Yasa 23.30’da çıkarıldı!” diyenlere de hatırlatmak lazım: Hiçbir CHP’li aleyhte el kaldırmadı. Ayrıca, TBMM’de şu saatle şu saat arası çıkan yasalar geçerlidir, onun dışındakiler geçersizdir” diye bir kural henüz yok.
TSK bu ayrıcalıkları nasıl böyle rahat rahat savunabiliyor? Tabii ki silahlı oluşu sayesinde değil çünkü artık o unsur demode. Depase. Out. Geçen hafta söyledim: “Sert kuvvet” bitti, “yumuşak kuvvet” dönemindeyiz. Peki?
1) Sivil iktidarların lâgarlık ve korkusu sürdükçe, askerlerin cesareti de sürüyor.
2) Sivil yargı kimi inanılmaz tutumlarını sürdürdükçe askerî yargı güçleniyor. Yargıtay Şemdinli’yi askerî yargıya havale ederken acaba bombalanan kitapevini “askerî mahal” mi sanmıştı? Yukarıda Anayasa md. 145’e ilişkin saydığım dört şıkkın hangisi Şemdinli’de vardı da “sivil” Yargıtay Şemdinli’deki astsubayları askerî yargı’ya havale etti?
3) AKP bütün yurtta fiilî içki yasakları getirmek gibi saçmalıklar yaptıkça askerler güçleniyor.
4) Başbakan “Polis, rejimin teminatıdır” gibi sözler söyleyince, 12 Eylül’de zorunlu din derslerini Anayasa’ya koydurmuş “laik” asker, Fethullahçılıkla özdeşleşmiş polise karşı güçleniyor.
TSK, diaspora, PKK
Bu neyi anımsatıyor, biliyor musunuz? Diasporanın Türkiye düşmanlığını Türk inkarcılığı sayesinde sürdürmesini. PKK’nın o sinsi mayın patlatma işini, mesela Diyarbakır’daki parka Kürtçe isim verilememesi (Antenna, no. 25, 15.08.08) gibi olaylar sayesinde devam ettirmesini.
İhtiyar halam Nigar Hanım bizimle yaşardı. Yatma saatim gelince yanında halıya otururdum, annemlerin Kula’da dokudukları halının üstüne, masalın o geceki bölümünü anlatırdı bana. Bunlardan biri de “Kırk Katır’la Kırk Satır” idi. Ama bu dediğim tam 60 yıl önceydi. Bu masallar ve öcüler artık bitti efendim. Sadece, bittiğini bazılarının algılaması için vakit geçiriyoruz, o kadar.
Yoksa, “Ne kırk katır, ne kırk satır! Ne Devlet, ne Cemaat Baskısı! Ne Kışla Ne Karakol! Sadece İnsan, Sadece İnsan!” diye bağırmanın zamanı çoktan geldi, geçiyor.