Baskın Oran

Sezonu kapıyoz gari…

Eh, herşeyin bir vakti-zamanı var. Gerçi bizim Mülkiye’de dekanımız Celal, bu yıl, allahaşükür, kepengi ilkokullarla aynı gün açtı (ve bir söylentiye göre, gelecek yıl ilkokullardan önce açılacağımızı müjdeledi) ama, burada da havalar serinleyitduru! Rüzgar bir kesilse, gitmeden bahçeyi ilaçlayacağım.

***

Serin hava Dalavera’yı da üşüttü. Geçenlerde iki kızkardeşiyle, Dalavera Leyla ve Dalavera Hesna’yla kahvaltıya geldiğinde keyfi fena değildi, hatta bir de tekerleme tutturmuştu: “Dağdan kestim bir ardeş, / Yedi kardeşten kaldık üç kardeş!

Dün sabah, Türkiye’nin kitap (benim son iki kitabı diyoruz, bittabii!) satan bakkalı Eraydın Market’e gazete almaya indiğimde, sokakta gördüm Dalavera’yı. Geceleri öksürüyormuş. “Öksürük şurubu iççem ama, komaya gircem diye korkuyom” diyor. Meğer, geçen yıl kaybettiğimiz kardeşi Dalavera İsmet bigün eczaneden öksürük şurubu alıp içmiş, şeker hastası olduğu için komaya girmiş, zor kurtarmışlar. Dalavera’da da şeker var, malum.

Gel Memet abi, kahvaltı edelim, ilaç da alırsın, diyorum; “Bulunur mu?” diyor terbiye icabı, hemen kabul etmeden. Ayıbettin abi, Feyhan eczacı değil mi, bavulla gezer, diyorum. Gidiyoruz, karnımızı doyuruyoruz. Nöbetçi eczanelerde diyabetliler için öksürük şurubu olmadığını telefonla öğrenince de, gece içmesi için ıhlamur veriyoruz giderken.

O sırada Feyhan mutfakta bir bardak düşürdü. Dalavera bağırıyor:

Alolayaaa!”

“Nedir abi bu, ne demek o?” diyorum; açıklıyor:

“Teknede böyle bişey kırıldı, de mi? Kaptan hemen, Alolaya der. ‘Başka laf edelim’ demek. Sağlık olsun, yani”. Sonra, denizden laf açıldı ya, devam ediyor:

“Üç balığın şarkısını deyivermiş miydim ben sene?”

“Yok abi, sen benden bisürü şeyi saklamışsın” diyorum. Başlıyor:

“$^%’())=(&’?)’%^$”%’(“=)(‘&%%RO%’’&%$^”!*”

“Abi, allahını seversen yavaş söyle!”

“$^%’())=(&’?)’%^$”%’(“=)(‘&%%RO%’’&%$^”!*”

Dört defa söylettikten sonra ben yine yazamayınca, teker teker yazdırmaya razı oluyor… (kitapta bunları az yaşamadık!).

Atinalardan Herkül Millas’a epostayla sorup ancak kağıda geçirebildiğim şarkının sözlerini aşağıya dercediyorum efendim; canınız balık çektikçe çığırırsınız:

Tis Sinaridas i ura, / Çe tu turna i mesi, / Çe tu fangriyu i çefali, / Psari na mu penesi!”

Eh, bu sefer de anlamadınızsa, pes: Sinarit’in kuyruğu, / Turna’nın ortası, / Fangri’nin kellesi. / Balık böyle methedilir!”.

Allah bilir siz; bu tekerlemenin dekapendasilavos vezninden olduğunu; hemen hemen bütün Yunan halk şiiri ve tekerlemelerinin 8/7’lik iki bölümden oluşan bu vezinle yazıldığını; ama bunun hece vezni olmadığını; aruz gibi kalıplarının bulunduğunu; Girit koşmalarının da dekapendasilavos’la oluşturulduğunu; bu önemli terimin deka, pente, silavos (on, beş, hece) sözcüklerinden meydana geldiğini; ama bunlar birleşince pente’nin penda haline gelmesi gerektiğini bile çıkartamamışsınızdır!

***

Daha hafiften alalım öyleyse. Geçen gün Dalavera’yla Çöpçü İbram’ın (bkz. Dalavera’nın Bodrum Tarihi, s.175) kızının evine gittik, babasının fotoğrafını istedik. Bu İbram çok hoş ve müthiş esprili bir adam. Zaten, fotoğrafta karısının elini çapkın çapkın yakalayışından belli; çocukların içinde (yanağından) öpüp öpüp kızdırırmış durmadan.

İbram’ın sevgili karısı Makbule günlerden bigün hakkın rahmetine kavuşmuş. Ama erkek bu; bir süre sonra Bodrum’da araziler para etmeye başlayınca İbram birkaç parsel satmış, eli para görmüş, erkeğin eli para görmeye görsün, “ikinci bahar” yaşamaya başlamış! Neyse, zaman geçmiş, Çöpçü İbram yaşlanmış, öleceğini anlamış, başlamış kendi kendine söylenmeye:

“İbram! Sen gidiyosun gari!”

Sonra, eğilip aşağı bakmış, bi tokat vurmuş,

“Sen de geliyosun!”

***

Eh, sezon bitti. Bizi şu anda ziyaret etmekte olan 79’luk ablam Nesrin’i de, bazı barların kapısında yazan “Sex on the Beach: 6 milyon” yazılarının umumi ahlaka mugayir bir durum arzetmeyip yalnızca kokteyl reklamına müteallik olduğuna ikna edip rahatlattık; artık biz de Ankara’ya dönüyoz. Durumumuz Çöpçü İbram kadar umutsuz değil, şükür. Ne yapalım, Alolayaaa!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı