Baskın Oran

Seçime giderken iktidarın özel halleri

Artık haller tek kelimeyle vahim. Sayıları da o kadar arttı ki, anlatması değil listelemesi bile zor. Ör. son 4 ayda 14 festival yasaklandı. Ör. aynen DP’nin 1957 sonrasındaki yayın yasakları gibi, erişim yasakları ve erişim yasağına da erişme yasakları yağıyor. Ör. üniversitelerde artık “adrese teslim” kadro ilanlarından ve kişisel veri skandallarından geçilmiyor.

Ör. Dürüst ve uzman iktisatçı Mahfi Eğilmez’in işsiz sayısını 8,4 milyon ve geniş işsizlik oranını da %24,6 hesapladığı ülkede AKP Gn. Bşk. ve CB Erdoğan şöyle diyor: “Bir de utanmadan sıkılmadan diyorlar ki işsizlik var. Ne işsizliği ya? Yeter ki iş istesin vatandaş, iş. İş çok“.

Ve Erdoğan, geçen yıl (2021) 280 kadının erkeklerce öldürüldüğü, 217 kadının ise şüpheli şekilde ölü bulunduğu () ülkede Gülşen’i isim vermeden hedef alıyor: “Son günlerde milletimizin en büyük gücü olan kardeşliğine yönelik provokasyonların ibadethanelerimizi ve imam hatiplerimizi hedef alacak şekilde çok ciddi boyutlara ulaştığını görüyorum.”

Bunları atlayalım. Sadece en sıcak iki konu, yargı ve rüşvetler üzerine konuşalım. Yargı işine Gülşen olayından başlayarak.

***

Tutuklama talep eden savcı göreve başlayalı 1 yıl bile olmamış. Ama geçmişi yüklü:

1) Sezen Aksu’yu 2017 tarihli şarkı sözlerinden (“Selam söyleyin o cahil Havva ile Adem’e”) ötürü “Dillerini keseceğiz, beyinlerine sıkacağız” diye tehdit eden 15 Temmuz Şehitler ve Gaziler Platformu Başkanı Erol Bulut hakkında, bu sözleri “sert eleştiri” sayarak, kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş.;

2) Sedef Kabaş’ı cumhurbaşkanına hakaretten gözaltına alıp tutuklamaya sevk etmiş.

Tutuklayan yargıcın Sulh Ceza Hakimliği’ndeki tecrübesi 13 günlük. Zaten o inanılmaz gerekçeyi de başka türlü yazamazdı.

***

Gülşen orkestra üyeleriyle şakalaşırken, “imam” lakaplı bir arkadaşları için “zaten imam hatip mezunu” demiş; bunun için ânında tutuklandı. Oysa kin ve nefret saçan, hatta dayak ve ölüm tehditlerini kürsüden veya camiden okuyan imamlara karışan yok. Aklımda kalmış örnekler:

1)Sokaklar kasap dükkanı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor artık” sözleriyle gündeme gelmiş ve bu Ocak ayında da “Biz o makamı [Hilafeti] geri istiyoruz arkadaş. İslam adına istiyoruz” demiş olan Ankara Melike Hatun Camii İmam Hatibi (yani, devlet memuru) Halil Konakçı dayak tehdidinde bulundu:

Namaz kılmamanın, oruç tutmamanın dinde cezası var. Sopalama var. Demek ki [dinde] zorlama var“.

2) Deve sidiğini şifalı ilan etmesiyle hatırladığımız, Yalova Üniversitesi’nde Yrd. Doç. (yani devlet memuru) Ebubekir Sifil daha net: “Keyfi olarak namazı sürekli biçimde aksatıyorsa cezaya çarptırılır. Çağırılır, azarlanır. Çağırılır, tekdir edilir. Çağırılır, dövülür. Devam ederse taziren [ceza olarak] öldürülebilir.” Ama yine de çok hoşgörülü bi adammış: “Öldürülür” diyebilirdi, demiyor, “Öldürülebilir” diyor. Helal olsun.

3) İsmailağa Cemaatinin TV kanalında kendisini imam olarak tanıtan (muhtemelen, devlet memuru) Mehmet Akdemir konuştu:İnsan müzikle uğraştığı zaman şeytan omuzlarına çıkar vurmaya başlar. İnsanı zinaya iter.

4) Şanlıurfa Mevlana Halid Camii İmamı (yani, devlet memuru) Mehmet Şükrü Dörtbudak, küçük çocuklara niye tecavüz edildiğini izah etti:Çocuğun kolu, göğsü, her tarafı açık, atlet gibi elbiseler, mini etek bacak açık ondan sonra pedofili suçtur. Pedofili akımı sen körüklüyorsun.” 

5) Türkiye Bilimler Akademisi üyesi ​​Prof. İzzet Özgenç, Gülşen’i hedef aldı ve “edep ve ahlaka aykırı giyinenlere”, “cinsel arzuların tatmini amacına yönelik her türlü davranışa”, “Gülşen gibi giyinenlere”, kamusal alanlarda birbirlerine sarılan veya öpüşenlere, eşcinsellere ceza verilmesini istedi.

***

Cumhuriyet savcıları bunlarla şu âna kadar hiç ilgilenmedi.

Çok normal. Çünkü önlerinde mis gibi Gülşen olayı var, arkalarında da Gülşen kararını tartışmanın anayasaya aykırı olduğunu söyleyen kapı gibi HSK uyarısı: “[Herkesin] yargı bağımsızlığına saygı göstererek, yargılama süreçlerine müdahale içeren, hâkimlere emir ve talimat niteliği taşıyan her türlü eylem ve söylemden kaçınması Anayasal zorunluluktur.

Fakat korkarım savcıların yok saymasıyla bile kapatılamayacak kadar vahim durumlar oluştu artık. Ucu artık Saray’a ulaşan yolsuzluk ve dolarla rüşvet olaylarında adı geçenlerin birbirlerine düşmek yüzünden  “S. Peker’in söyledikleri doğrudur” dedikleri, “Evet, görüştüm” itiraflarının geldiği, çaresiz bir Nihal Olçok’un S. Peker’e “vekalet” verdiği, Saray çevresinden istifaların başladığı bir aşamaya atlamış bulunuyoruz. Kafası çalışan AKP’lilerin tepki, diğerlerinin telaş içinde olmaları boşuna değil.

***

Peker’i ilk doğrulayan, Mayıs ayında M. Mansimov olmuştu. Ardından Temmuz başında A. Davutoğlu destekledi. Şimdi de K. Kılıçdaroğlu konuştu:S. n iddialarının tamamı doğrudur. Kişi yer, zaman, saat, isim veriyor. Daha ne versin? Elinden tutup getirse, savcı ‘aman bunu getirme, başım belaya girmesin’ diyecek”.

Olay bununla da kalmış değil; videolarını/tivitlerini verirken sanki kanuni zorunluluk varmış gibi medyanın mutlaka “organize suç örgütü lideri” diye yazdığı S. Peker’in açıklamaları artık herkesin dilinde. Taha Akyol soruyor:Son üç yıldaki 201 milyar liralık ihalelerin 143 milyarlık bölümü neden “davet usulü” yapıldı?!

Şimdi Altılı Masa da suç duyurusu yaptı; olay durdurulamaz noktaya gelmiş gözüküyor.

***

Yargının bu kadar şeye bu kadar total kayıtsızlığı nasıl olabiliyor?
Bu konuda haberler şöyle:

1) Yargıçlar Sendikası Eski Başkanı Mustafa Karadağ şöyle diyor:

İktidara muhalif söz ve eylemlerde devamlı bir emirleri var, duydukları anda hemen soruşturma açıyorlar. İktidar aleyhine suçlarda soruşturma açtıklarında ise başlarına ne geleceklerini biliyorlar. Öte yandan partili yargı durumu var. Yazılı sınavların 55 puana düşürülmesi, stajsız bir şekilde partili kadroların yargıya alınmasıyla birlikte bu durum oluştu. Talimatla çalışan yargı mensuplarıyla birleştiğinde, bu kadar büyük rüşvetleri görmezden gelen bir savcı güruhu ortaya çıkıyor.

2) Yargı kulislerinde AKP’den vekil olmak isteyen bazı savcı ve hakimlerin partide tanıdıkları yöneticilere haber yolladığı konuşuluyor. İddiaları iki Yargıtay üyesi dile getirirken, Diken’in ulaştığı AKP’li yöneticiler bunu ‘normal’ olarak nitelendirmekte.

3) İktidar bu baskılar karşısında En İyi Müdafaa Taarruzdur klasik kuralını uygulamaya girişmiş vaziyette:

a) Turkuvaz Medya Grubu Başkanvekili Serhat Albayrak iftira iddiasıyla mahkemeye başvurdu. SPK, Halk TV’ye çıkarak S. Peker’i doğrulayan açıklamalar yapan Marka Yatırım Holding patronu Mine Tozlu Sineren hakkında suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı. Sineren’e bir suç duyurusu da daha önce “Evet, görüştüm” diyen, SPK eski başkanı A. F. Taşkesenlioğlu’nın kardeşi AKP Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’dan geldi.

b)  Bozdağ, Gülşen’in gerçek amacını keşfetti: “Cumhurbaşkanımız imam hatipli, ona hakaret ediyor.

c) Meşhur Yeni Şafak’tan Bülent Orakoğlu el yükseltti: “Gülşen ajan olabilir mi?”

4) Daha ne var diyorsanız, dikkatleri dağıtma çabaları var. Sanki ‘Sen ne çocuğusun?’ diye sorulmuş gibi, S. Soylu Büyük Zafer’ töreninde konuşuyor: “Biz sizin gibi LGBT çocuğu değiliz; biz Ayetel Kürsilerin çocuğuyuz.

Anlaşılan iktidar artık biraz fazla sıkıştı ki, dikkat dağıtma operasyonlarına eski TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ı bile dahil etti. 1969’da “Kanlı Pazar”ın vuku bulduğu mitingi düzenleyen Milli Türk Talebe Birliği MTTB’nin başkanı olan, TBMM Başkanı olduğu 2016’da da “Laiklik anayasada olmamalı” sözleriyle hatırlanan İ. Kahraman, bu kez de Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi olarak katıldığı Rize’nin fethinin 561. yılı etkinliklerinde konuştu:

“Şehirlerin düşman işgalinden kurtuluşu dolayısıyla kutlama yapılmaz. ‘Ben esirdim, esaretim bitti, ben köleydim’ diye ikrarda bulunulmaz. Küçüklük kompleksi verir, yanlıştır, böyle şey olmaz. Fetihler kutlanır (…) Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler. Kurşun sıkmadık ki.”

Haller şimdilik böyle.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı