Ekonomik sıkıntılar gibi şiddetli olumsuzluklar sonucu insanlar kendilerini güvende hissetmek için bazı kavramları ve grupları şeytanlaştırır. Bu şeytanlaştırma, güçlü lider vasıtasıyla olur; milliyetçilik kullanılarak kitlelerin acıları uyuşturulur.
14 Mayıs sonuçlarını herkesin haklı olarak milliyetçiliğe bağladığı şu ortamda konuya girmeden önce, bu seçim hakkında biraz özet bilgi ve gözlem sunmak uygun olur.
Muhalefet kazanacaktır beklentimiz vardı. Diyorduk ki, eğer depremde sergilediği perişanlık ve özellikle de ekonomik durum rezaleti babında bile Erdoğan kazanırsa, artık pes. Diyorduk ki Sinan Ateş cinayeti ve Bahçeli’nin özellikle son videosundaki gülünçlük varken MHP barajı bile aşamaz. AKP’ye yapışan Yeniden Refah Partisi (YRP) zombisi ne alabilir ki; Hüda-Par ise oy getiremez götürür, diyorduk.
Yanılmışız. Erdoğan, depremin merkez üssü K. Maraş’ta bile oyların %71,9’unu toplayarak seçimde %49,4’le birinci oldu. MHP %7’lik seçim barajını %10’la geçti. YRP 1,5 milyon oy aldı. Hüda-Par 4 adayını da seçtirdi. 600 kişilik TBMM’ye gelince, Millet ittifakının 214 milletvekiline karşılık Cumhur ittifakı 323 kişiyle rahat bir çoğunluk aldı.
***
Tamam, bunların tersi sonuçlar da var: İktidar, geçen 2018 seçimlerine nispetle epey geriledi.
Erdoğan o tarihte %52 oy almıştı, şimdi %49,4 aldı. AKP 295 milletvekili çıkarmıştı, şimdi 266’ya inerek 29 koltuk kaybetti. Aldığı oy sayısı da 2 milyona yakın gerileyerek, seçmenlerin 4,7 milyon arttığı bir ortamda 2011 ve 2015 seçimlerinde aldıklarının da altına düştü. Cumhur ittifakı TBMM’de 344 milletvekili çıkarmıştı, şimdi ise 323; yani 11 koltuk kaybetti.
Tabii, kamu görevlisi oldukları halde bakanların istifa etmeksizin aday olabilmeleri gibi açık anayasa ihlalleri var. Seçimlerde açık kalabilmek için uğraşmasından yararlanarak Twitter’a kimi hesapları kapattırmak gibi yöntemleri var. PKK liderleriyle Kılıçdaroğlu’nu birlikte sunan montaj propaganda malzemelerinin CB Erdoğan tarafından iki ayrı miting ekranında oynatılması var. Nihayet, oyların çalınması var.
Var oğlu var; listelemesi bile zor. Bu türden sayısız ayak oyunu baskıların ve sindirme yöntemlerinin kolluk ve yargının iktidara bağımlılığı ortamındaki hukuksuzluğu uzun zaman unutulmayacak.
Son olarak da, daha önce ABD, Kanada, Avustralya, İrlanda ve İngiltere’de 5 gün süreceği ilan edilen seçimin YSK kararıyla 2 güne indirilmesi skandalı zuhur etmiş bulunuyor; bunlar Kılıçdaroğlu’nun önde olduğu ülkeler (Yazıyı bitirdikten sonra ilave: CHP’nin itirazları sonucunda bu süre tekrar 5 güne çıkarıldı.)
Fakat, önümüzdeki dönem için önemli olacaklar ama, bunların hiçbiri şu andaki sonucu değiştirmiyor. Aynen; CHP, Akşener, Kürtler, Saadet gibi çok farklı unsurların ilk defa bir uzlaşma zemininde seçime birlikte girmesi başta olmak üzere şimdiye kadar başarılamamış olumlu durumların sonucu değiştirmediği gibi.
***
Başlıktaki konuya gelmeden, ilk tur konusunda kimi gözlemler:
Nerede Kürtler yoğunsa, Kılıçdaroğlu orada birinci oldu: Diyarbakır, Şırnak, Tunceli, Hakkari. Yani, Kürtler olmadan artık sol’a hayat yok.
Diğer yandan, TİP’in oylarının ortak aday Kılıçdaroğlu’na zarar vermiş olması da söz konusu. Nitekim Genel Başkan Erkan Baş “TİP ve 1 milyon seçmeni Kılıçdaroğlu’nun kazanması için çalışmaya başlıyor” dedi. Yalnız, bu anlamlı gözlemin anlamsız bir karşıtı da kendi yardımcısı Doğan Ergün’den geldi, o da ayrı: “TİP’in seçimlere ayrı olarak girmesinin muhalefet cephesine daha fazla insan getirdiğini görüyoruz. Keşke TİP daha fazla yerde girseydi.”
İktidara karşı yarışa girenlerden Muharrem İnce ve Sinan Oğan’a gelince, onları başka zaman daha yakından ele alırız ama burada şu kadarıyla yetinelim: İkisi de sanki muhalefetmiş gibi konuşuyorlar fakat güvenilir bir tablo çizmekten ziyade fiyat yükseltiyor izlenimi bırakıyorlar.
Mesela, Kılıçdaroğlu’nun ihtiyacı olan %5’in sahibi S. Oğan, AKP’li Tuğrul Türkeş’in yazısını retweetliyor: “Bir sonraki seçimin galibi Türk Milliyetçiliğidir.”
Ve, seçim ile milliyetçilik arasında isabetli olarak yakın ilişki kuran çok kişinin düşüncesinden geliyoruz başlıktaki konumuza. Bu seçimin galibinin milliyetçilik olduğuna. İşin teorik temelinden kalkıp bugünkü seçimlere kadar ulaşmaya çalışalım:
***
İnsanlar ancak bir gruba ait olduklarını, o grubun üyesi sayıldıklarını hissedince huzura ererler. Bunu sağlamak için de 2 yol kullanırlar:
1) Söz konusu grubun (burada, millet) diğer üyeleriyle ortak yönlerini vurgulayıp “Biz” duygusu gibi olumlu bir kavramı güçlendirerek; 2) Grubun dışında saydıklarını dışlayıp ve hatta düşmanlaştırmaya çalışıp, “O’nlar” duygusu gibi olumsuz bir kavramın yardımını arayarak.
İçgüdüsel olan bu ikisinin arasında şöyle bir ilişki vardır:
Mezhep, ideoloji, soy, dil, din gibi “Biz” duygusu oluşturan öğelerin zayıf olduğu toplumlarda insanlar onları ikame etmek için “O’nlar” kavramına başvururlar. Bu 2 yoldan birincisine vatanseverlik, ikincisine milliyetçilik diyoruz.
Vatanseverlik, adı üstünde, doğduğu toprağı ve oranın insanlarını (yani KENDİSİ GİBİ OLANLARI) sevmeyi ve onlarla benzeşmeyi vurgulamak suretiyle bütünlük sağlamak ister.
Milliyetçilik ise, “millet”in dışında saydığı için KENDİSİ GİBİ OLMAYANLAR olarak kodladıklarını dışlamak ve onlarla farklılıklarını vurgulamak suretiyle bütünlük sağlamak ister.
***
Biz bireyler için uzun sayılabilecek süreler, mesela on yıl, toplumlar için çok kısadır ve iz bırakıcıdır. İşte bu kısa süre içinde ortaya çıkacak yabancı işgali ve ekonomik sıkıntılar gibi şiddetli olumsuzluklar, insanların kendilerini güvende hissetmek için bazı kavramları ve grupları şeytanlaştırması sonucunu doğurur.
Bu şeytanlaştırma, sığınılan güçlü bir figür yani lider vasıtasıyla uygulama bulur. O figür, bu zorlu zamanlarda milliyetçiliği kullanarak kitlelerin acılarını uyuşturma işlevini böyle icra eder. Morfin gibi.
AKP’nin yarattığı vahim ekonomik sıkıntı ortamında AKP’nin “yerli ve milli”ye yaptığı ölçüsüz vurgunun 14 Mayıs’ta yarattığı fotoğrafın altyazısı budur.
***
Bu olayın yakın tarihteki en belirgin yansımasını, günümüzün güçlü ülkesi Almanya 1923-45 arasında yaşadı.
Fransızlar, I. Dünya Savaşından sonra Almanya’yı bir daha kımıldayamayacak hale getirmek için 1919’da “Versailles Zincirleri”ni imal ettiler.
Barış antlaşmasının vahim siyasi sonuçlarının yanı sıra sadece yüklediği savaş tazminatı bile korkunçtu; ödeyebilmek için Alman devleti Alman kadınlarının ziynetlerine müracaat zorunda kaldı. İnsanlar bir kilo patates almaya çıktıklarında Reichsmark’ları resmen bavulla götürüyorlardı.
Hitler rejimi, acıları uyuşturmak için dışarıda İngiltere-Fransa’yı, içeride de aydınları, Yahudileri, komünistleri ve eşcinselleri (LGBT terimi o zamanlar yoktu) şeytanlaştırdı.
Bu dönemden Almanlar ancak 12 yıl sonra kurtulabildiler ve unutmadılar: O kadar ki, Nazi dönemine atıf yapan her şey bu özgürlükçü ülkede bugün yasaktır.
O kadar ki, geçen hafta Avusturya’da bile bir tren hoparlöründen Hitler’in konuşması duyulunca, iki yolcu hakkında soruşturma açılmış.