Özellikle 12 Eylül dönemindeki vahim rezaletler sonucu zorla isyan ettirdiğimiz Türkiyeli Kürtlerle “Barış Süreci” diye bir şey başlamıştı, Mart 2013’te. Partnerler olarak Süreç’in bir ucunda Başbakan R. T. Erdoğan, öbür ucunda mahkum Abdullah Öcalan bulunuyordu. Her iki taraf açısından da fevkalade cesur ve fevkalade hayırlı bir girişimdi, helal olsun. Ama şu anda yazıklar olsun. Çok sebeple.
Baba, evladını yiyor
Süreç’i Başbakan Erdoğan yarattı. Yani, esasında Süreç onun evladı. Ama, ihtilaller kendi evlatlarını yermiş, burada da Erdoğan kendi evladını yiyor. Nasıl yediğine geçmeden önce şunu belirteyim ki, korkarım bizim öz “devlet geleneği”mizin icabını yerine getiriyor. Hani geçen gün Davutoğlu hatırlatmıştı: “Bizim bir devlet geleneğimiz var. Devlet için evlatlar bile feda edildi”.
Bırrr. 68 yaşındayım, hayatta hiçbir şey öğrenmediysem, “Vatan/devlet uğruna” dendiği zaman ödümün patlaması gerektiğini, çünkü hemen ardından kocaman bir kazığın gireceğini öğrendim. Zaten yarım olan aklımız bu kadar kısa zamanda vuku bulan bu kadar büyük rezaletler karşısında mecburen gidip gidip gelmekte, hiç olmazsa bugüne kadar muhafaza etmeyi başardığımız bedenimiz açısından söylüyorum.
Neyse. Erdoğan’ın kendi evladını nasıl yemekte olduğuna gelelim. Hem direkt biçimde yiyor, hem endirekt.
Direkt; çünkü silahların susmasından sonra derhal başlaması gereken demokratik reformları yapacağına, tam tersine, Kürtleri yabancılaştırmak için ne lazımsa yaptı: Uludere/Roboski örtbas edildi. Türkiye Kürtlerinin çok yakını olan Suriye (Rojava) Kürtleri dışlandı. Barzani Diyarbakır’a getirtilerek Süreç’teki partner Öcalan’a rakip rolüne soyunduruldu. Şimdi de Süreç yerlerde sürünürken, Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi’nin Türkiye ayağı “Kürd Demokrasi Platformu” adıyla kurulmakta. Bu durumda, insanları oyalamak için bir demokrasi paketçiği daha zuhur eder, eminim.
Endirekt; çünkü Başbakan Erdoğan, Süreç’in hem kendi tarafındaki ayağını hem de Öcalan ayağını dolaylı olarak çökertti.
Süreç’in Erdoğan ayağını çökertti
Kendi tarafındaki ayağını çökertti derken: Gezi olaylarından ve 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk rezaletinden ders çıkartacağına, Menderesleşti. Menderes, Tek Parti’yi aşma ve usulca sivilleşme sürecinde yavaş yavaş normalleşen Türkiye’nin gidişini o hayret verici hatalarıyla sakatlamış, sakatlayınca paniklemiş, panikleyince de kontrolü kaçırmıştı. Ama, bu, yarım asır önceydi, Tek Parti döneminden yeni çıkılmıştı, Menderes’in önünde emsal yoktu, Cumhurbaşkanı Bayar kendisini sakinleştirmeyip aksine tahrik ediyordu.
Bütün bu dezavantajlar bugün yokken, Erdoğan şu anda panik içinde. Kontrolü yitirdi. Yitirmese, “Merak etmeyin, hırsızları derhal yakalıyoruz” deyivermek yerine; bi’ Polis’e, bi’ HSYK’ya, bi’ Maliye’ye, bi’ savcılara, karanlıkta yumruk atan boksör gibi girişmezdi. Bi’ Koç Holding’e, bi’ Bank Asya’ya. Bunların, herkesin gözünde, “hırsızı yakalayanları yakalamak” anlamına geldiğini görürdü. Yitirmese, delillerin avukatlara bile gösterilmediği askerî davaların hukuk usulü açısından ne mene şeyler olduğunu daha önce fark ederdi.
Malzeme resmen muazzam olduğu için özetlemek zor ama, şöyle simgelemeye çalışayım: Kontrolü yitirmese; hırsızlığı ortaya çıkaran savcılar hakkında suç duyurusu yapan kişiyi, Bekir Bozdağ’ı, hakkında suç duyurusu yapılmış kişilere soruşturma izni verip vermemeye yetkili Adalet Bakanı yapar mıydı? Şu anda Bozdağ aynı dosyada hem muhbir, hem yargıç!
Dahası, kontrolü yitirmese; Kürtleri her daim namlunun ucunda tutmuş olan ve başdanışmanı Yalçın Akdoğan’a “Milli orduya kumpas kuruldu” dedirterek aklattığı Asker’le flörte girişir miydi?
Süreç’in Öcalan ayağını çökertti
Erdoğan, Süreç’in Öcalan ayağını çökertti derken: Öcalan; hem hapiste eli kolu bağlı olduğu, hem de muhalefet Süreç’e tamamen soğuk durduğu için, silahlar sustuktan sonra Erdoğan’ın durmadan yan çizmesine “Neler oluyoruz?” diyemiyor. Böyle bir durumun, Öcalan’ın Kürtler üzerindeki tartışılmaz otoritesini (en azından zamanla) yıpratmaması güç. Oysa Süreç, bu otoritenin tartışılmazlığı sayesinde gelebildi bugüne kadar.
Hatta Öcalan şimdi acayip bir şey yapıyor, 17 Aralık’ı aynen Erdoğan gibi “hükümete darbe” olarak yorumluyor: “Ülkeyi bir darbe ateşiyle yeniden yangın yerine çevirmek isteyenler bizim bu ateşe benzin taşımayacağımızı bilmelidir”.
Açık söyleyeyim, ben bu iktidar kavgasının Süreç’le ilgili hiçbir yanını göremiyorum. Üstelik, Öcalan’ın Kürt kitleleri üzerindeki etkisi, Erdoğan’a mecburen kafiye tutturmaya çalışmak yüzünden (en azından) zayıflamıyor mu? Zayıflıyorsa, Öcalan’a bağlılık sayesinde devam edebilen Süreç’e neler olacak?
Başbakan, aynı mantıkla, Gezi’yi de darbe olarak ilan etmişti. Öcalan etmiyor ama, KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın, “Milliyetçi Ermeni ve Rum lobileri paralel devlettir (…) Özel Harp Dairesi ve JİTEM gibi güçler paralel devletin vurucu güçleridir” diyerek, hangi akla hizmet yaptığını bilemediğimiz ayıbı da kınamıyor. Kürt hareketinin bugüne kadarki pratiğine çok ters düşen ve sahibi tarafından derhal özür dilenmesini gerektiren bu tatsız sözlerin kenarından dolaşıyor: “Ermeni yurttaşlarımıza geniş kapsamlı bir mektupla seslenmeyi ve bunu da Hrant’ın katledilme yıl dönümüne yetiştirmeyi umuyorum”. Bakalım, ayıbı 19 Ocak’ta açıkça kınayacak mı.
Düşündükçe, aklıma tatsız şeyler hücum ediyor: Hozat’ın yenilir yutulur olmayan sözlerini böyle geçiştirmesi, KCK üzerindeki etkisini korumak için olabilir mi? O zaman, Kürtler Ermeni konusunda Türklerden daha dürüst olduklarına göre, bu etki sonuçta daha bile yıpranmaz mı? Süreç de bundan feci zarar görmez mi?
Öcalan’ı alternatifsiz bırakanlar utansın
Öcalan’ın durumu, bana, Dersim’i 1937-38’de perişan eden CHP’ye (başka partiler daha bile kötü olduğu için) durmadan oy veren Dersimlileri hatırlatıyor. Çünkü onun da Erdoğan dışında alternatifi, elinden tutacak kimsesi yok.
Ne diyeyim; Dersimliler veya hücrede ömür dolduran Öcalan utanmasın. Erdoğan’ın Süreç’i bu hale getirmesi karşısında gıkını çıkarmayan muhalefet, özellikle de CHP utansın.