AKP hükümetinin Irak’a asker göndermeye teşne olmasını anlamak mümkün: ABD’ye yaranacak ve oradan aldığı (başta, ekonomik) destek sonucu Türkiye’deki muhalefeti ve kendi yarattığı gerginlikleri aşacak.
Fakat, kendine oy veren Müslümanlar başta olmak üzere kamuoyu bu kadar karşıyken ve koşullar her gün değişir ve beterleşirken bu kadar yanlışta ve tutarsızlıkta ısrar etmesini anlamak mümkün değil.
Ateşkesten bu yana işgal kuvvetleri 165 ölü vermiş; her gün üçer-beşer gidiyorlar. Aileleri kuduruyor. Bush’un on üç ay sonraki seçimde kazanmasını kimse beklemiyor. Irak’da, Türkmenler dahil, herkes Türkiye’ye “Sakın gelmeyesin!” diyor. TÜSİAD bile göndermeye karşı olduğunu ilan etti.
Hükümeti sıkıştıran bir diğer husus, yalan söylediğinin ortaya çıkması. ABD’nin eniştem beni niye öptü dedirtir gibi durup dururken önerdiği 8,5 milyar dolar borcun asker göndermek için rüşvet olduğunu Senatör Kennedy bile söylerken, “Siyasi koşul yok. Türk askerinin gitmesiyle ilgisi yok” dendi.
Bakan Babacan’ın “Biz bu krediyi yok sayarak bütçe yapıyoruz” diye konuşmasından da belliydi ve kokusu derhal üç yerden birden çıktı: 1) Eğer ABD, Türkiye’nin “Irak’ta işbirliği içinde olmadığını” saptarsa, 4 eşit dilim halinde 18 aylık bir süreye yayılmış olan borcu askıya alabilecek (“Eğer Türkiye buna uymazsa krediden mahrum kalır”, 30.9, Radikal); 2) Borç anlaşmasında bulunmayan “K.Irak’a Türkiye asker sokmayacaktır” koşulu, borcu veren Kongre kararına meğer taa Nisan’da, yani 5,5 ay önce girmiş: (26.9, Cumhuriyet); 3) ABD’nin “Önce asker yolla, sonra PKK’yı bitireyim” dediği öğrenildi. Aslında, bunlar tam da diyalektiği, hatta matematiğin “eksiyle eksi artı eder” kuralını çalıştırıcı cinsten: Bundan sonra “Asker gönderelim ki K.Irak’a girip PKK’yı temizleyelim”cilerimizin ve “ABD’yle anlaşırsak PKK’yı bitirir”cilerin nihayet soluğu tıkandı.
* * *
Böylesine yıldırıcı koşullarda, hükümet boks terimiyle kroke (groggy) oldu. Ama “abandone” edeceğine, durmadan yeni yollar deniyor. Milliyet’e belgeler sızdırılıyor, “Anlayın, şimdi göndermemekle neler kaybediyoruz!” demeye getiriliyor (ona bakarsanız, halamın, bazı koşullar yerine gelebilseydi pekala amcam olabileceği de belirtilebilirdi). Sonunda, bakılıyor olacak gibi değil, deneme kabilinden yeni bir söylem deneniyor. Utangaç biçimde de olsa, Dışişleri Bakanı Gül önce “Geçmeyecekse, Meclis’e göndermeyiz” diyor. Sonra, biraz daha açılıyor. İki gün önce “BM kararını beklememiz şart değil, gönderebiliriz” derken (22.9, Cumhuriyet), iki gün sonra Reuters’e aksini söylüyor: “BM kararı gerekiyor” (24.9, Cumhuriyet). Anlaşılan, hükümet de artık bu kadar olumsuzluk karşısında BM kararına sarılıyor. Onun çıkmayacağına sarılıyor.
* * *
Fakat, çok geç ve çok dikkat: Artık bunu söylemek de yetmeyecek. Çünkü, biraz diyalektiği çalıştırmak, az biraz da cüzdanını doldurmak isteyen birileri zuhur etti. Geçen hafta önce Chirac, sonra Schröder Bush’la buluştular. BM’de zorluk çıkarmayacaklarını açıkladılar. Böylece hem Irak pastasından pay kapacaklar, hem de BM’den karar çıkarırsam ben bu Irak bataklığından kurtulurum sanıp katı tutumunu sürdüren Bush’u umutlandırıp iyice batağa itecekler. Çünkü veto etmemek karşılığında razı olacakları karar, Bush’u ne öldürecek ne onduracak cinsten olacak.
Böyle bir durum, Fransa ve Almanya için çifte kaymaklı ekmek kadayıfı olabilir. Ama Türkiye için felaketin büyüğü. Çünkü Hükümet ve daha başkalarının, bu büyük devlet manevralarını hiç hesaba katmadan “BM kararı çıksın, gidelim” deyiverdikleri bir ortamda, çıkıverecek muğlak bir karar Irak bataklığına girmek için sanki bütün engelleri kaldırmış gibi algılanacak. Ancak üzerine bayrak örtülü tabutlar gelmeye başlayınca uyanacak millet. Kurulduğu çok nazik jeostratejik yer icabı daima statükocu ve daima meşruiyetçi olmuş bir ülkede…
* * *
Oysa, bu kadar kroke olmamış olsa, AKP ne yapması gerektiğini Müslüman kardeşimiz Pakistan’a bakıp hemen anlayabilirdi. ABD desteğiyle ayakta duran Pervez Müşerref, koşullar bu kadar berbat değilken, Eylül başında “Türkiye giderse biz de gideriz” diyordu. Şimdi NY Times’a (23.9 Radikal) ve Amerikan ABC televizyonuna (24.9 Milliyet) demeç veriyor: “BM kararı çıksa bile göndermeyiz. Ancak BM, Müslüman ülkeler, Arap ülkeleri, Iraklılar hepsi birden isterse gönderebiliriz” diyor.
Onun için, “BM kararı” lafını artık ağzımıza bile almamalıyız. Her zaman Pakistan Türkiye ne diyor diye bakmıştır, bu sefer Türkiye’nin Pakistan ne diyor diye bakması lazım. Anlaşılan Müşerref, Müslüman olduğu için, intiharın günah olduğunu, müntehirin namazının bile kılınmadığını hatırladı. Bizimkiler de Müslümandır, onlar da yakında hatırlar.