Baskın Oran

“Model Ülke”

ABD’nin “stratejik partner”i miyiz değil miyiz, kamuoyunda çok tartışıldı. ABD’nin stratejik partneri 2,5 tane: İngiltere, İsrail, biraz da Kanada. Bu yüzden, bu terim bizimkilerin kendi kendine gelin-güvey olmasından ibaretti.

Oysa, TC-ABD ilişkilerini anlamaya asıl yardımcı olacak üç terim daha var (bkz. bizim Türk Dış Politikası kitabı, cilt I): 1) Hegemon Devlet, 2) Stratejik Orta Boy Devlet (Stratejik OBD), 3) Eksen Devlet (pivotal state).

Birinci terim, çeşitli açılardan bütün dünyaya söz geçirebilen ülkeyi anlatıyor ve tabii ki bu ABD. İkinci terim, uluslararası ortam izin verirse eğer, stratejik pozisyonunu kullanarak boyundan büyük işlere kalkışabilen, kendine “göreli özerklik” alanı yaratabilen (bu kavramı burada izah edecek yerim yok; yine aynı cilde bkz.) ve hatta yaşamsal konularda Hegemon Devlet’e bir miktar diklenebilen ülkeyi tarif ediyor. Üçüncü terim ise, bölgesel hatta uluslararası istikrarı etkileyebilecek önemdeki bir ülkeyle ilgili ki, Hegemon Devlet’in o bölgedeki uzantısı olarak onun büyük desteğini kazanan devlet için kullanılıyor.

Son iki kavram tabii ki Türkiye’nin iki farklı halini anlatmakta. Birinci Türkiye daha özerk ama ortama göre her an gidip-gelebilen, ikinci Türkiye ise daha bağımlı ama daha istikrarlı ve zengin.

Türkiye’yi önemli kılan dış ve iç nedenler

Obama Türkiye-ABD ilişkilerinin model olması gerektiğine ilk defa bu kadar net bir biçimde işaret etti.  Bu terim, yeni ortama işaret ediyor. Bu ortam Türkiye’yi Soğuk Savaş dönemindekinden bile önemli kıldı. Bunun dış ve iç nedenleri var:

1) Dış nedenleri iki gruba ayırabilirsiniz. Uluslararası ortama ilişkin olarak: Global ekonomik krizin ABD’yi zayıflatması, Rus doğal gazına yüzde 40 bağımlı olan Batı’ya nefes aldıracak Nabuko projesinin Türkiye’den geçecek olması. ABD’ye ilişkin olarak: Hegemon Devlet’in düşüşe geçmesi. Irak’tan çekilmek zorunda olması. Afganistan batağı.

Ve nihayet, Bush yönetiminin kepazeliklerini mutlaka tamir zorunda olması: İslam ülkeleriyle sürtüşmeler, neocon’cu zart-zurt’un fena geri tepmesi gibi. Obama iyi biliyor ki Bush’un rezil mirasını ancak Clinton dönemine benzer ve ondan da yumuşak bir politikayla temizleyebilir. Bunda da çoğunluğu Müslüman olan ama laik Türkiye ciddi bir köprü rolü oynayabilir.

2) Türkiye’nin bu dış nedenlere etkisi olamaz. Ama kendisini önemli kılan iç nedenleri geliştirmek elindedir: 21. yy’da Türkiye, CHP’nin temsil ettiği zihniyete rağmen, 1915’ten beri halının altına süpürdüğü pisliklere nihayet el attı. Dış politikada Ermenistan ve Kıbrıs, iç politikada Kürt ve İslam sorunlarını çözmeye uğraşıyor. Bunları hallettiği oranda hem kendi içinde güçlenecek, hem de Batı için kıymetlenecek.

Diğer yandan, gerek İslami teröre karşı tutumu gerekse uluslararası kapitalizme iyice entegre oluşu bu kıymeti artırıyor.

Özerklik – Refah ikilemi

Bu önem artışıyla birlikte, biraz kahve falı ağzı olacak ama, Türkiye’nin önünde iki yol gözüküyor:

1) İslam ülkelerinden ve bir miktar da Rusya bağlantısından kuvvet almaya çalışarak Stratejik OBD kanalıyla göreli özerklik;

2) ABD’den kuvvet alarak Eksen Devlet kanalıyla istikrarlı refah.

Bunlar tabii ki burada göründüğü kadar ters yollar değil. Türkiye 1923’ten sonra İngiliz, 1945’ten sonra da hep Amerikan etkisinde oldu. Ama yine hep “göreli özerk” kalmaya çalıştı çünkü bulunduğu jeostratejik ortam bunu dikte ediyor: Bulunduğu ortam tek bir ülkenin egemenliğine girmezse nefes alabilir ancak. Denge, Stratejik OBD için “her şey”dir.

Diğer yandan, 1929’daki gibi bir ortam oluştu fakat o zaman olmayan muazzam bir unsur var bugün: Küreselleşme.

Bu durumda sanırım mesele açıktır: Bir yanda göreli özerkliğin, diğer yanda da istikrar ve refahın optimum bileşimini sağlayabilmek için Türkiye’nin yapacağı üç şey var:

1) ABD etkisini dengelemek için AB’ye yaklaşmak. Tam bir Stratejik OBD davranışı. Ama, bu sadece Türkiye’nin elinde değil. AB’nin de istemesi şart. Üstelik, panelden kalkıp gitmenin yanı sıra, basiretsiz Rasmussen’le çatışma krizini Erdoğan kötü yönetti. Hem adam NATO genel sekreteri oldu, hem de aldık denilen “ödün”ler ödün değildi: Sen kendi içinde Kürt sorununu halledeme, elalemin memleketindeki Roj-TV’yi kapattırmak iste; üstelik Rasmussen “İnceleyelim bakalım”la idare etsin. Özür dilemesini iste, dileteme. Dahası, Kıbrıs bandıralı gemilere Türk limanlarının açılışını AB’ye bir yıl daha erteleteceksin de ne olacak? Üstelik bunun için Kıbrıs’ın oyu şart. Bir de, eğer doğruysa, NATO yüksek mevkilerinden bir kadro talep edilmiş; bu nasıl iş yahu? Bir de çocuklarına burs isteseydin bari.

Fakat hepsinden daha vahimi, bütün bunlar AB’de “Bu Türkiye takım oyunu oynayamıyor” kanısının kemikleşmesine yol açabilir.

2) Kendi doğusuyla ve güneyiyle ilişkilerini sürdürmek. Obama’nın çok önemli ilan ettiği “köprü” rolünü oynamak için bu şart. Obama bu kadar önemi Türkiye’nin elâ gözlerine değil, laik ve Müslüman olmasına veriyor.

Ama bu işi büyük dikkatle yapmak gerek. Sebep çok: Kimilerinin pek beğendiği “Avrasya seçeneği” diye bir seçenek yok, İslam ülkeleriyle ilişkilerdeki istikrara fazla güvenmek hayal kırıcı olabilir. Dahası, NATO ve özellikle de AB içinde İslam’ın sözcüsü rolüne fazla soyunuvermek “köprü yıkıcı” olabilir.

3) Demokratik reformları sürdürmek. Bütün bunlar AKP’nin demokratikleşme programına devamına bağlı. Küreselleşme devrinde istediğin kadar laik ve Müslüman ol, demokratik değilsen geçer akçe değilsin.

Sonuç

“Model” derken, ABD Türkiye’nin bir tür “Eksen Devlet” olmasını istiyor. Türkiye hem bunun getireceği zenginliği hem de Stratejik OBD’liğin özerkliğini istiyor. Bu nazik bir dengeyi sağlamanın önkoşulu, iç ve dış politikada “sıfır sorun”. Ve bunu söylemek kahve falı falan değil.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı