Baskın Oran

“Milli” ve “gayrimilli”

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Twitter’ı açma kararı hakkında Erdoğan şöyle dedi: “Bu kararı ben ‘milli’ bulmuyorum. ABD’li şirketin savunması yapılırken, bizim milli ahlaki her türlü değerlerimiz bir kenara konuluyor”.  Şu üç gerekçeye dayandırdı:

Erdoğan’ın üç gerekçesi
Birincisi, hukuk yolları tüketilmeden AYM’ye götürülmüştür. Bu durumda AYM’nin bunu usulden reddetmesi gerekirdi ”. Hukuku fütursuzca çarpıtıyor, kararı da okumamış. Çünkü karar, önceki hükümlerinden ve AİHM içtihadından çok sayıda örnek saydıktan sonra  diyor ki, idare mahkemesi kararını uygulasanız ben devreye girmezdim. Hemen sonuç vermeyen yargı kararı, yok demektir. Bu durumda, hukuk yolları tüketilmeden doğrudan bana gelinebilir.

Erdoğan kararı okumamakla kalmamış, 2010 Referandumu’nda kendi eliyle getirip AİHM yerine koyduğu AYM’nin, AİHM temel ilkelerine göre çalıştığını da bilmiyor. Malum, AİHM de iç hukuk yollarının tüketilmesini şart koşar, ama davalı devlet bu tüketme’yi fiilen imkansız/anlamsız kılmışsa, davayı kabul eder. Bir davanın “makul süre” içinde bitirilmesi ilkesi de bunun uygulamasıdır ki, Türkiye bu yüzden AİHM’de sayısız kere mahkum oldu.

AYM’nin ne kadar titiz davrandığa kesin kanıt istiyorsanız, Başkan Haşim Kılıç’ın şu sözlerinde: “AYM 25 Mart, yani seçimden beş gün önce toplandı (…) Biz bu kararı verdikten sonra, dışarıya çıktığımızda TV’lerde bu konuda[ki] yürütmeyi durdurma kararı[nı] öğrendik. Bunun üzerine AYM bu kararını açıklamadı. Biz 15. İdare Mahkemesi’nin verdiği kararı[n] uygula[n]masını bekledik. Bir hafta ya da daha uzun bekledik.” (Hürriyet, 07.04.2014). Anayasa Md. 138/4 çok net: “(…) idare, mahkeme kararlarını[n] (…) yerine getirilmesini geciktiremez.”

Başvurunun mimarlarından Mülkiye hocası Kerem Altıparmak’la konuşuyorum, diyor ki: “Tüketme şartı, külfet haline getirilemez. Sabah erken kalkıp bana Twitter’da hakaret edildi diye dava açanların sayısı kadar avukat tutup Anadolu’da il il mi dolaşacağız? Mahkemeler hepsini reddetse, birini kabul etse, Twitter yine açılmayacak, öyle mi?

Erdoğan, ikinci gerekçesini şöyle açıklıyor: “Özgürlükler yaklaşımını doğru bulmuyorum. Zira bu [Twitter) bir ticari şirkettir.  Bunun ürününü almamak herkesin serbest tasarrufundadır. Bunun özgürlükle falan alakası yok”. Hani ne derler, Allah söyletti. Alıp almamak serbest de, bırakmıyorsun ki insanlar serbest tasarrufuyla alıp kullansın!  Ayrıca, duyan da, bu ürünün devlet için yapıldığını sanacak.

Üçüncü gerekçesi: “Bunca bekleyen dosya varken!” Bilmiyor ki, iki durumdaki dosyaların önceliği vardır: 1) Dikey: Ağır ihlal durumu (işkence, vs.); 2) Yatay: Çok geniş kitlelerin haklarının ihlali durumu. Aslında bilmiyor demek de yanlış. Kadir-i mutlak ya, umursamıyor.

Kuvvetli kelimeler
Birtakım fevkalade güçlü kelimeler var ki, ben bunları duyunca kazık atılmak üzere olduğumu hissederim hemen. Bunların başında da “dış mihraklar”, “vatan” ve “millet/milli” gelir. Çünkü birisi “Milli menfaatlerimize/değerlerimize aykırı” dediği zaman, kendi menfaatine uygun değerleri savunuyordur.  Herkes bu mukaddes kelimelerin büyüsüne kapılsın, kimse müdahale etmesin ki ben işimi rahatça yürüteyim.

Allah” ve “din” kavramları da bu amaçla sömürülmekten kurtulamaz. Nitekim, Bingöl’de yeni göreve gelen AKP’li Belediye Başkanı Yücel Barakazi, Belediye başkan yardımcılığına ve vekilliğine bayanları getirmeyi düşünmüyoruz. Dinen ve örf’en de bu uygun değil dedi.  AYM kararını “gayrimilli” bulan AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik de kendisine arka çıktı. İş bu kadar basit.

Erdoğan’ı ben Türkçeye tercüme edeyim: Twitter ve Facebook gibi yabancı ürünler, dış mihrakların milli menfaatimize müdahalesidir; kapatırım.   Sandık’ta seçmen’in milli teveccühüne mazhar olmuş hükümetimizin eylemlerine her türlü iç ve dış müdahale, muhalefet, bu arada AYM kararı, idare mahkemesi kararı gayrimilli’dir.  Buna karşılık, ben Suriye’ye 2000 tane TIR’la, Nijerya’ya da THY’yle silah yollarım, oradaki İslam kardeşlerimize yardım ederim, çünkü bunlar benim milli menfaatlerimi gerçekleştirmelerimdir.

“Milli” ne demek?
Hemen söyleyelim: Bizim bildiğimiz “ulusal”la hiçbir ilgisi yok. Zaten, bizzat AKP tarafından Mayıs 2004’te getirilen ve Türkiye’nin temel özgürlükler konusunda imzaladığı uluslararası antlaşmalarla çelişen ulusal yasaların dikkate alınmayacağını söyleyen Anayasa Md. 90/5 varken, “ulusal” anlamına gelmesi mümkün mü?

MazlumDerciler gibi samimi dindarların değil ama, RP ve AKP gibi İslamcı partilerin terminolojisinde “milli” demek, “dinî” demek. N. Erbakan Hoca’nın “Milli Görüş”ü, hatta gelişinin tatlı mı yoksa kanlı mı olacağını tartıştığı “Adil Düzen”i de dinsel görüş ve dinsel düzen demekti.  Birkaç gün önce ilkokullarda mescidin (ve ders saatlerinin namaza göre düzenlenmesinin) önü açıldı (Radikal.com.tr, 04.04.2014). Şimdi, Milli Eğitim’in bu kararı “milli” mi oluyor, “dinî” mi?

Daha geriye gidersek, Kurtuluş Savaşı yıllarında M. Kemal Paşa da işgale karşı mücadeleyi, milli’nin henüz ulusal’a dönüşmemiş bu anlamından yararlanarak örgütlemişti: O ulusal anlamında kullanıyordu, halk dinsel anlıyordu. Çünkü Osmanlı’da “millet” demek, bugünkü “ulus” demek değildi. Tam tersine, bugün “ümmet”le ifade ettiğimiz “dinsel cemaat” demekti. Nitekim, 1454’te kurulan ve Osmanlı toplumsal düzeninin belkemiği olan “Millet Sistemi” sadece din faktörüne dayanırdı: Millet-i Hakime Müslümanlardı, Millet-i Mahkume de Gayrimüslimler.

Artık Erdoğan’ı, T. D. Lısenko’nun “düşman ikizi” olarak görüyorum. Sovyet tarım uzmanı Lısenko (1898-1976), Mendel’in bitki kalıtımı deneylerini “burjuva teorisi” ilan etmiş ve Marksist ideolojiyi sosyolojiden alıp Sovyet botaniğine uygulamaya kalkarak  tarımı perişan etmişti. Şimdi Erdoğan, B. Avrupa’nın yüzlerce yılda geliştirdiği temel özgürlükleri “gayrimilli” ilan edip, İslami ideolojiyi inanç alanından alıp Türkiye’ye uygulamaya kalkıyor…

 

Önceki Yazı
Sonraki Yazı