Önce ne-nedir, kim-kimdir bilgileri:
BOTAŞ (Boru Hatlarıyla Petrol Taşıma A.Ş.), 1974’te kurulmuş ve sermayesinin tamamı Hazine Müsteşarlığı’na ait bir KİT.
DEPA (Kamu Gaz Şirketi, A.Ş.), 1988’de kurulmuş ve Yunanistan Hükümeti tarafından BOTAŞ’tan doğalgaz almak için yetkilendirilmiş Yunan kamu kuruluşu.
Taner Yıldız, Türkiye Cumhuriyeti’nin enerji bakanı.
Olayı, kendisinin şu demecinden öğreniyoruz:
“Türkiye 4 yıl önce Yunanistan’a açtığı tahkim [hakemlik] davasını kazandı. Böylece 4 yıl önce BOTAŞ ile Yunanistan’ın DEPA şirketi arasındaki 100 milyon dolarlık anlaşmazlık karara bağlanmış oldu. Yunanistan’ın zor durumda olduğunu biliyoruz. Onlara yardımcı olmak isterdik ama, bizim için ülkemizin çıkarları daha ön planda” (bkz.).
***
Olay açık. Dış borcu 320 milyar Avroyu aşmış, ekonomisi görülmemiş biçimde dibe vurmuş, kendisine silah satan (yüzde 35’ini Almanya’dan alıyor) (bkz.) büyük devletler tarafından fena halde aşağılanmakta olan, siyasi durumu da kaosa giden Yunanistan’dan şu anda 100 milyon dolar kazanmış durumdayız. Tabii ki yardımcı olmak isterdik ama…
Olayı iki açıdan almak mümkün: 1) Bakan T. Yıldız’ın “milli çıkar” perspektifinden; 2) İnsanlık onuru perspektifinden.
MİLLİ ÇIKAR AÇISINDAN OLAY
Madem Bakan Yıldız milli çıkar açısından bakmak istiyor, biz de aynen öyle öyle yapalım.
Çelme yiyip düştüğünüz ve dost bildiklerinizden ‘bi tekme de ben vurayım’ lafını işittiğiniz bir anda size el uzatan çıkarsa, çok güzel hisler duyarsınız.
Bunca yıldır sürtüştüğümüz Yunanistan’a bir bildirimde bulunsak, şöyle bir şey desek: ‘Bizim de başımıza ne Düyun-ı Umumiyeler geldi. Komşuyuz. Bugün sana yarın bana. Borcunuzu da inkar ediyor değilsiniz. Biraz rahatlayınca ödersiniz.’
Bu durumda 11 milyon Yunanlı Türkiye’ye büyük yakınlık duyabilir ve bu dostluk Türkiye milli çıkarına ciddi yararlar sunabilir. Birkaçı:
1) İMF borcunun son taksitini Türkiye Mayıs 2013’te ödedi (bkz.). 2004-2011 döneminde, yani bu borç varken, çok büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelere yaptığımız hibe yardım miktarı, sıkı durun, 5 milyar 497 milyon dolar. (Tablo için: Türk Dış Politikası Cilt III, İletişim Yayınları, s. 202-206). Bu durumda böyle bir gönüllü borç ertelemesi, Türkiye dış politikasının din esasına göre yürütüldüğü kanaatini ortadan kaldırabilir.
2) 1839 Tanzimat’tan hatta 1718 Lale Devri’nden beri Batı’ya entegre olmaya çalışıyoruz. AB’ye girmek, ve ayrıca, Kıbrıs’ta nihayet başlayan yakınlaşmayı olumlu sonuçlandırmak açısından Yunanistan’ın dostluğunu kazanmak çok yararlı olabilir.
3) “Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar”a olağanüstü önem veriyoruz. Yunanistan’da yaklaşık 130.000 Müslüman-Türk azınlık var. Bu azınlık şimdiye kadar hep Türkiye’ye duyulan tepkinin bir uzantısı olarak acı çekti. Bu azınlık çok rahatlayabilir.
4) Böyle bir yakınlaşma, savunma harcamalarının karşılıklı indirimiyle devam ederse, ki Cengiz Aktar’ın girişimiyle imza toplanıyor (bkz.), iki taraf için de çifte kaymaklı ekmek kadayıfı olur. Çünkü:
Türkiye’nin 2010’daki askerî harcamaları 15 milyar 634 milyon dolar; milli gelirinin yüzde 2,7’si. Yunanistan ise aynı yıl 9 milyar 369 milyon dolar harcadı ki, milli gelirinin yüzde 3,2’si (bkz.). Yunanistan’ın harcadığı her 100 doların 80 doları Türkiye’ye karşı savunma için (bkz.).
Dördüncü Ordu’yu 1975 yılı gibi acayip bir Kıbrıs konjonktüründe Yunanistan’ı korkutmak için kurmuştuk. Bunun lağvı ve Ege’ye harcanan para ve enerjinin şimdi başımızın gerçekten belada olduğu Ortadoğu’ya kaydırılması çok akıllıca olur.
Yunan adalarından gelecek bir istiladan korkmuyorsak, bittabi!
5) Madem “çıkar” hesabına giriştik, tüccar zihniyetiyle yani maliyet/kâr açısından bakarsak: Sadece KaçAksaray için (ek binalar hariç) vatandaşın cebinden 615 milyon dolar (bkz.) harcamış bir devlet için böylesine verimli bir dostluk 100 milyon dolara tam bir kelepir olsa gerek.
İNSANLIK ONURU AÇISINDAN OLAY
Bence, milli çıkar açısından bu kadarı rahatça yeter. Bir de pek önem vermediğimiz ikinci perspektifi, insanlık onurunu düşünerek bitirelim.
17 Ağustos 1999 Marmara depreminde tonlarca yardım gönderen Atina Belediye Başkanı Avramopulos, “Türk Halkına Dayanışma Operasyonu” yazan Türkçe bir panonun yer aldığı törende ‘‘Böyle durumlarda sınırlar yok olmalıdır. İnsani görevimizi yerine getirmeyi borç biliriz” derken ve Ta Nea gazetesi 20 Ağustos sayısında “Hepimiz Türk’üz” manşeti atarken (bkz.), Yunanistan cezaevlerindeki mahkumlar para ve kan bağışı yaptılar. Bazısı ise kefalet paralarını depremzedelere göndereceklerini açıkladılar (bkz.).
Enerji bakanımız şimdi diyor: “Yunanistan’ın zor durumda olduğunu biliyoruz. Onlara yardımcı olmak isterdik ama, bizim için ülkemizin çıkarları daha ön planda”.
Hani, hikayedeki aslan tilkiye ne demiş, “Bu yara beni öldürmez ama bu laf beni öldürür” demiş. Bu hikaye böyle bir durum için söylenmiş olmalı.
Tabii, bir de, “Besle kargayı oysun gözünü” lafı var. O da Suruç için söylenmiş olmalı. Hepimizin başı sağ olsun. Kargayı bugüne kadar “Müslüman terör yapmaz” diye diye Reyhanlı’dan sonra bile elleriyle besleyenler, güçleri sadece Suruç’u protesto eden gençlere gaz kapsülü atmaya yetenler utansın.
Son anda not: Suruç katliamının ardından 2 polisin şehit edilmesini PKK’nin üstlendiği haberi, IŞİD’in ve Türkiye’deki yüksek seviye suç ortaklarının içine bir anda su serpti. Haber doğruysa, Kandil, nereye gidiyorsun? Nereye???