Zo ile Lo’yu, bilinen en gayriinsani asker olan Sakallı Nurettin Paşa’nın (1873-1932) (bkz.) o meşhur sözünden hatırlayacaksınız: “Zo diyenleri [Ermenileri] temizledik, şimdi sıra lo diyenlerde [Kürtlerde]”.
Zorla Müslümanlaştırılmış ve Kürtleşmiş, şimdi öz kimliklerine dönmeye çabalayan Ermenilerden bahsediyorum. Bu olay bir destan. Hiç abartmıyorum, bu insanlar birer insanlık kahramanı. Çünkü, helal olsun, bizimki gibi bir ülkede (aşağıda geleceğim), bu insanlar Ermeniliklerini açıkça ilandan çekinmiyorlar.
Ve de ne esprilerle. Mesela, Dicle Üniversitesi’nde 13 Mart’ta katıldığım açıkoturumu yöneten Gafur Türkay diyor ki:
“Burada [Diyarbakır’da) bir arkadaş grubunda sohbet ediyoruz, baktım ‘Bu sistem bizi asimile etti’ diye feryat ediyorlar, ben de kendilerine dedim ki, ‘Arkadaşlar, sizinki de bişey mi, ben % 130 asimile olmuşum!”.
Nasıl hesap diye soruyorum, anlatıyor.
“Ben % 100 asimile oldum çünkü Kürt coğrafyasında yaşadığım için anadilim Kürtçe oldu. Dinim, Ermeniliğim diye bir şey kalmadı. Ama bu sistem Kürtleri asimile etmeyi bence % 30 gibi bir oranda becermiştir, ben de kendime % 130 demekteyim!”
HACI MEHMET…
Esas, Gafur’un bir hacı olan babasından bahsetmek lazım. Hacı Mehmet Türkay 83 yaşında. Abdülhamit’in Ermenileri “elini kirletmeden” Kürtlere imha ettirmek için 1890’da kurduğu Hamidiye Alayları’nın 1894-96 arası ilk büyük katliamı yaptığı Sason’un köylerinden gelmiş Diyarbakır’a.
Bu sefer zaman yoktu ama bir dahaki gidişimde iki elini birden öpeceğim. Çünkü inanılmaz ölçülerde sağduyulu bir duruş onunki. Ortadoğu ve Balkanlarda kimliğin en önemli, hatta tek tanımlayıcısı din’dir (Müslüman olmayana “Türk” demediğimizi, “vatandaş” dediğimizi hatırlayın). İşte böylesine önemli bir din faktörünü etnisite’den ayrıştırmayı becermiş Hacı Mehmet. Alman ZDF televizyonu sorduğunda aynen şöyle demiş:
“Ben Ermeni’yim ama dinim Müslüman’dır. İbadetimi camide yapmaktayım. Bu yaştan sonra Hıristiyan olmak benim için çok olur ama, çocuklarım din değiştirmeyi düşünürse onlara da bişey demem”.
9 çocuğu olmuş, bunlardan 7’sini Müslümanlaştırılmış Ermenilerin çocuklarıyla evlendirmiş. Oğlu Gafur izah ediyor: “Bu bölgede 90’lı yıllara kadar, ‘Bizim damardandır, bizi daha iyi anlar’ diye, çocuklar hep başka Müslümanlaştırılmış Ermeni ailelerin çocuklarıyla evlendirilirdi. Sonra, Hizbullah olayıyla falan tavsadı”.
BU MEMLEKET NASIL BİR MEMLEKET
Diyarbakırlı Ermenileri anlatmaya devam edeceğim ama, bunu yapmak göğsümü de sıkıştırsa Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğunu birkaç örnekle hatırlatayım ki, bu insanların ne koşullarda mücadele ettikleri daha iyi ortaya çıksın.
Bu insanlar, her cinsten ve renkten baskılara rağmen direniyorlar.
Düşünebiliyor musunuz, 1915’ten sonra Ankara’nın doğusunda dünyaya gelmiş insanların kısm-ı âzâmının en az bir anneannesi veya babaannesinin zorla nikahlanmış Ermeni kızı olduğu şu cennet vatanda, kalkar da Ermeni olduğunuzu söylerseniz, halkımızın en düzgünü bile ânında “Estağfurullaaah!” çeker…
TBMM Başkanvekili ve MHP Milletvekili Meral Akşener’in, içişleri bakanı iken “Ermeni dölü!“, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NTV’de “Afedersin daha çirkinini söylediler, Ermeni dediler” diyebilmesi (bkz.); yine Cumhurbaşkanı iken Abdullah Gül’ün, kendisine Ermeni kökenli diyen CHP milletvekili Canan Arıtman’a hakaret davası açması ve mahkemenin de “Ermeni” kelimesini hakaret kabul ederek bu kişiyi tazminata mahkum etmesi (bkz.); bunları ezberledik artık. Normal sayıyoruz söyleyip yapanlar için.
Tabii, MHP Milletvekili Prof. Yusuf Halaçoğlu için de. Kayseri’deki 2010 Dadaloğlu şenliklerinde konuştu: “Ülkeyi bölmeye çalışan TİKKO ve PKK terör örgütlerinin içinde yer alan insanların birçoğu Ermeni dönmesi Kürtlerden oluşuyor” (bkz.).
Aslında kendisine müteşekkiriz tabii. Çünkü dini zorla değiştirtilen vatandaşlara laik Türk devletinin neleri reva gördüğünü biz başka türlü nereden öğrenecektik; 2007’de Türk Tarih Kurumu başkanıyken resmî ağızdan faş ederek büyük hizmet yaptı:
“1936-37’de devlet bu dönmeleri ev ev tespit etmiş… Bu da dönmelerin listesi. Mahallesine, köyüne, evine varıncaya kadar isim isim. Eski ismi nedir, yeni ismi nedir? Hangi evde otururlara varıncaya kadar, resmî belgeler” (bkz.).
Ama düşünebiliyor musunuz, bir kitapta annesinin Ermeni olduğu iddia edilen Dersimli Kılıçdaroğlu da, “Ermeni etnik kimliği ile karalanmak istendiği” gerekçesiyle dava açtı (bkz.).
BİZZAT ERMENİ PATRİKHANESİ BİLE…
Hepsini bırakın, Ermeni Patrikhanesi’nin başında “Patrik genel vekili” sıfatıyla bulunan Başepiskopos Aram Ateşyan da bu insanları itmekte. ‘Müslüman Ermenileri Ermeni saymıyorum’ cümlesini telaffuz etmek dışında her şeyi söylüyor:
“Ermeniler mi? ‘Benim büyükannem Ermeni’ymiş’… Senin büyükbaban da Müslüman’dı! Kimin kanını taşıyorsun sen? Ermeni, diniyle ayrılmaz bir bütündür. Eğer Ermeni olmak istiyorsan, gelir vaftiz olursun, Ermeni Kilisesi mensubu olursun, ve o zaman dersin ‘Ben Ermeni’yim’ diye” (bkz.).
İşin ilginç tarafı, Surp Giragos restore edilip açıldıktan sonra, Müslümanlaştırılmış Ermenilerden bir kısmı gelip vaftiz de olmuş. Belki bu sayede Ermeni kabul edilirler, tarih içinde hep tuzu kuru İstanbul Ermenilerini temsil etmiş Patrikhane tarafından. Bu arada, aklıma gelen iki şeyi not etmeden geçmeyeyim:
Birincisi, Türkiyeli Ermeniler arasında dolaşan bir söylentiye göre Ateşyan’ın bir ablasının evlendiği Silvanlı bir Ermeni bundan yirmi yıl kadar önce Müslüman olmaya karar veriyor, aile de böylece Müslümanlaşıyor. Ablanın vaftiz olduğu yönünde bilgi yok ama çocuklardan birinin son zamanlarda vaftiz olduğu söyleniyor.
İkincisi, Ermenistan’daki ana kilise Eçmiyadzin Gatoğigosluğu bu yiğit insanlar hakkında 2 Mart 2010’da şöyle diyor: “Dil, kültürel miras ve inanç, her ulusu tanımlamada genel ölçütlerdir. Kimi durumlarda, bunlardan biri veya birkaçı eksik olabilir. Bu nedenle, tarihsel nedenlerden ötürü dilini öğrenememiş, kültürel mirasını bilmeyen ve inancını koruyamamış insanlar Ermeni kimliği dışında görülmemelidir” (bkz.)
Yani, anlayacağınız, bu insanlar TC’yi zorladıkları kadar Patrikhane’yi de zorluyorlar. Boşuna demedim onlar için, birer insanlık kahramanı, diye.
SURP GİRAGOS’UN BAHÇESİ PEK ŞENLİKLİ!
İlk gördüğümde, kilise sadece sütunlardan ibaretti. Çatı, duvar falan mafiş. Tinerciler ateş yaktıkları için ek binalar yanmıştı. Koskoca bir hüzündü, Ortadoğu’nun bu en büyük Ermeni kilisesi.
Diyarbakır Belediyesi’nin büyük katkılarıyla restore edildi ve 2011 sonunda açıldı. Ama, minarelerden daha yüksektir diye 1914’te top ateşine tutulup yıkılan meşhur çan kulesi yoktu.
Şimdi gittim, 98 yıl sonra onu da yapmışlar. Gafur Türkay aynı zamanda kilise vakfının yöneticisi, iftiharla anlatıyor: “Diyarbakır’ın Karacadağ volkanik taşlarından orijinal biçiminde yeniden ‘soğan başlı’ tabir edilen bir mimariyle yapıldı. İçindeki çanı, 150 kilodur, Rusya’dan getirttik. Taşların montajlanmasında 2,5 tona yakın eritilmiş kurşun kullanıldı”.
“Ben saydım, sabah-akşam galiba 30’ar vuruş çalıyor?” diyorum, düzeltiyor: “20 defa çalıyor. Aşka gelirse buna 30’a tamamladığı da oluyor”.
Restorasyon sırasında şantiye diye kullanılan bir ahşap sundurma vardı. Onu bohçalamışlar, koca bir de odun sobası yakmışlar, olmuş sana cafe. Konferans’tan önce orada kahvaltı yaptık. 21 yıl sonra ABD’den dönüp yine memleketine yerleşmiş, dünyalar sevimlisi Diyarbakırlı Udî Yervant (bkz.) ve eşi Talin (Ebru) vardı masamızda, bizim Mülkiye’den Şeyhmus Diken vardı, tabii, Gafur ve eşi Kınar (Nurcan). Yaklaşık yirmi çeşit getirdiler, hepsi de tam doğal tadında. Gözün karnı yokmuş, gözümüz bile doydu.
Döneceğimiz gün Feyhan’la yine uğradık, tostla çay içtik. Güneş açmıştı. Açık havada bütün gençler, birer demet çiçek gibi, masalara yayılmışlardı.
Birkaç genç birleşmişler, orayı işletiyorlar. Kahvaltı ve yemek çıkarıyorlar. Surp Giragos logolu ince bellilerde geliyor çaylar. İsterseniz bunların ve başka hatıralıkların vakıf yararına satışı da var: Logolu kahve fincanları, anahtarlıklar, tuzluk-biberlik-peçetelik takımları, tatlı tabakları.
Hepsinden hoşu da, yörede vaktiyle Gayrimüslimler tarafından dikilmiş bağlardan gelen Boğazkere-Öküzgözü üzümlerinden kilisenin alt katında yapılan, gerçekten enfes Surp Giragos şarabı.
Not edin bi kenara: Birbirinin üzerine yığılmış köhne evlerden oluşan bu mahalle, yakında bütünüyle inanılmaz bir şenlik alanına evrilecek. Cafe’yi işleten gençlerden dördü birleşmiş, daracık yolun öbür tarafında 600 m²’lik 16 hisseli muazzam bir eski Ermeni malikanesini, Aynalı Konak’ı satın almışlar. Şu anda felaket bir mezbele, ama yarın enfes bir butik otel olacak.
“Gavurlar gönderilmeden” önceki halinin modern versiyonuna dönüşmek üzere Gavur Mahallesi Hançepek.
Mazlumun ruhu bir miktar şâd olacak…
Not: Müslümanlaştırılmış Ermeniler ve türleri hakkında Murad Bebiroğlu’nun makalesine bakabilirsiniz (bkz.).