“Namazın ardından kalabalığa seslenen Bahçeli, ‘Dağlarında eşkıya yürüsün diye bu topraklar vatan yapılmadı. Akdamar’da Ermeni kilisesini 95 yıl sonra ibadete açmak, Ortodoks hayalleri için Sümela’da ibadet için Anadolu fethedilmedi. Aksini düşünenler bilsinler ki, gerekirse Alparslan oluruz, Süleyman Şah oluruz, Fatih gibi Bizans zihniyetine son darbeyi indiririz’dedi” (Taraf, 02.10.10).
Devlet Bahçeli’yle tanışmadım ama çok severim. Bu memlekete büyük iyiliği var. Eli silahlı Ülkücüleri sokaktan çekti, kan banyosunu önledi. Türk-İslam Sentezi denilen 12 Eylül ideolojisiyle de ilgisi yoktur, dini politikaya alet etmez. Severim de, bu sefer referandumdaki oy kaybını telafi edeceğim derken galiba mecbur kaldı. Üstelik, sarf ettiği yukarıdaki sözlerin, meşhur fıkrada olduğu gibi, neresini düzelteyim?
Dağlarında eşkıya yürüsün diye..
“…bu topraklar vatan yapılmadı”. Tabii ki hiçbir vatan bunun için yapılmaz. Ama Cumhuriyet’in Kürtlere işin tâ başından bugüne ediverdiği eziyetler, bu kadim Anadolu halkını, başka hiçbir devletin yapamayacağı kadar bu ülkeden soğuttu. “Dağlarında eşkıya yürür” hale getirdi. 1930’larda da, şimdi de. Biliyor musunuz ki şu anda da Kürtçe konuşmak yasak? Seçimlerde Kürtçe konuşmanın Lozan Md. 39/4’ün çok açık hükmüne rağmen cezalandırıldığını fazlasıyla yazdım. Şimdi iki başka türlü yargı skandalı anlatacağım.
İki skandal
Birincisi, İsa Yağbasan’ın öyküsü (Cem Emir, Radikal, 22.09.10). Diyarbakır’da M.S. Çatak ve İ. Yağbasan adlı kişiler, Öcalan tecridini protestodan yargılanıyorlar. Yaklaşık iki yıldır içerdeler (Ergenekonculardan uzun). Diğer sanığın aksine İ. Yağbasan savunmayı Kürtçe yapıyor. Bunun üzerine mahkeme onun susma hakkını kullanılmış sayıyor. Çatak “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek”ten dokuz yıla çarptırılıyor ve mahkeme “duruşmadaki iyi hali”nden 7,5 yıla indiriyor. Yağbasan da aynı suçtan dokuz yıl alıyor fakat “olumlu kanaat oluşmadığından” onun cezasında indirim yok.
İşin hukuki açıdan vahim tarafı, Yağbasan’ın mahkemede Kürtçe sözlü savunma yapma hakkının, vatanımızın kurucu antlaşması Lozan’ın 39/5. maddesinden kaynaklanıyor oluşu. Binbirinci defa yazayım: “Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır”.
Lozan’ı reddeden yargıç
Gelelim ikinci ve daha büyük skandala. Bugüne kadar yargıçlarımız Lozan yokmuş gibi davrandı. Anlaşılan, artık böyle davranmayı bırakmışlar. “Terör örgütü PKK/Kongra-Gel propagandası yapmak”tan yargılanan yayıncı Mehdi Tanrıkulu, İstanbul İHD’de yaptığı basın açıklamasında anlatıyor: 28.09.10’da Beşiktaş 13. Ağır Ceza Mahkemesine çıkarılmış, savunmasını Kürtçe yapacak. Daha önceki duruşmada Kürtçe tercüman getirtilmesi kararı alınmış, Kürtçe bilen bir polis hazır, ama yargıçlardan Ömer Diken kalkıyor, Tanrıkulu’nun eğitimli kişi olduğunu, Türkçe bildiğini söylüyor. Sanki md. 39/5 “Türkçeden başka bir dil konuşan” dememiş de, “Türkçe bilmeyen…” demiş.
Derhal bir ara karar, tercüman polis dışarı çıkartılıyor, Tanrıkulu’ya deniyor ki, Kürtçeye devam edersen susma hakkını kullanmış sayılacaksın. Ve öyle yapılıyor. Bu sırada avukatı Lozan 39/5’in metnini ve benim bu konuda 20 yıldır yazdıklarımı ibraz edince, Yargıç Diken’in inanılmaz cevabı: “Biz Lozan’ı tanımıyoruz.” Bakınız, her insanın kendini en iyi ana dilinde savunabileceği gerekçesiyle yazılmış bu Lozan maddesini yargımız nasıl uyguluyor; ideolojinin bu kadarı gerçekten hayrettir.
İnşallah M. Tanrıkulu bütün bunları uydurmuştur, sayın yargıç da böyle bir şeyi asla söylememiştir. Ama söylediyse, o zaman siz bana söyleyin: “Dağlarında eşkıya yürüsün diye mi bu topraklar vatan yapıldı?”
95 yıl sonra, 946 yıl sonra…
“Akdamar’da Ermeni kilisesini 95 yıl sonra ibadete açmak, Ortodoks hayalleri için Sümela’da ibadet için Anadolu fethedilmedi.” İnanın, Anadolu’yu fethedenlerin hiç böyle dertleri yoktu. Çünkü o zamanlar “ulus-devlet” denilen bir toplumsal bela şükür icat edilmemişti ki insanların ibadetlerine karışsın.
Bu cümle en az iki açıdan ilginç. Bir kere, Ermenileri 95 yıl sonra kendi kiliselerinde ibadet etmekle suçlayan Bahçeli, 946 yıl sonra Ermeni kilisesinde ibadete girişiyor. Bahçeli danışmanlarını bir süzgeçten geçirse iyi olur çünkü, evet, burası cami falan değil, 1001 yılında tamamlanmış abidevi bir Ermeni kilisesi. Zaten MHP Kars İl Başkanı Oktay Aktaş anlatıyor: Namazı buradaki Ebu Manuçer Camiinde kılmayı planlamışlar fakat Bahçeli Kutsal Bakire Katedrali’ni (Surp Asdvadzadzin) istemiş. Referandumdan sonra bir sansasyon şart. Tarihi kiliseye ses sistemi kurulacak, yerlere halıfleks döşenecek, hutbe okunacak, Azerbaycan’dan bindirilmiş kıtalar getirtilecek. Kültür ve Turizm Bakanlığı izin vermese bile. Nitekim, vermiyor. Bakan “Bu, siyasi partinin dini istismarıdır” diyor. Arkasından rahatça Ayasofya gelebilir. Ama seçim ufukta. Referandumda MHP’den apartılan oylar geri dönmemeli. İzin veriliyor sonunda.
Tarihi bina niye cami değil de kilise? Alpaslan 1064’te Ani’yi Bizanslılardan alınca namazı bu büyük kilisede kılıyor ve fetih şerefine burayı Fethiye Camii yapıyor. Ama sonra, (ulus-devlet yöneticisi olmadığı için) sınır fetişizmi sahibi de değil, batıya yürüyüp gidiyor. Bölgeyi, kendi adına yönetmesi için, vasali (kendisine bağımlı feodal bey) Dvin Emiri Şeddadlı Ebu’l Esvar’a bırakıyor. Onun ahfadı da Sayın Bahçeli’nin yaklaşık bin yıl sonraki ulus-devletine ihanet ediveriyor: Katedrali 1124 yılında Ermenilere geri veriyor. Sonrasında bina, Ani kentinin episkoposluk merkezi olması hasebiyle katedral statüsünde bulunduğu halde (“Ani Katedrali”), 1319’daki büyük depremin kubbeyi çökertmesi ve bir de 1832 depremi yüzünden fiilen kullanım dışı kalıyor.
Cümlenin ilginçliğinin ikinci sebebi, Sümela daha önce olduğu halde, Bahçeli’nin Ahtamar ayinine takmış olması. Sebebi basit: Türkçülük-Turancılık’ın Yahudisi Rumlar değil, Ermeniler.
Galiba, kendisi açısından biraz anlamlı olması için, MHP’nin gidip namazı kiliseye çevrilmiş bir eski camide kılması gerekirdi. Tabii, bu iş için mesela Yunanistan’a gitmeliydi, masraflı iş olurdu. Ani daha pratik gelmiş olmalı.
İstikbal olmayınca, mazi
“Aksini düşünenler bilsinler ki, gerekirse Alparslan oluruz, Süleyman Şah oluruz.” Çok doğru. İstikbal olmayınca mecburen maziyi parlatacaksın. MHP’nin temsil ettiği Batı’ya reaksiyonun istikbali kalmadı. Çünkü AB’nin iç dinamikleri 2005’ten sonra (İslamofobi, göçmenlere tepki derken, vs.) gericiliğe kayarken, Türkiye 2001-04 AB Uyum Paketlerine 2008 ortasından itibaren “Kürt Açılımı” adıyla devam etti ve kulaç atmaya başladı.
Bu, şu demek: Bu paketler AB etkisiyle başladı ama (dış dinamik), Türkiye’nin bu arada tetiklenen sınıf yapısı artık dümene geçmiş vaziyette (iç dinamik). AB’nin çelme takmasına rağmen “muasır medeniyet”e yürüyor. MHP’nin bütün kartlarını “Sevr paranoyası”na yatırması, referandumda bu yüzden geri tepti. Devran değişiyor. AKP bunun farkında, CHP de yeni yeni uyanıyor, ama MHP henüz değil. Bu açıdan, kendi kendime diyorum ki, keşke MHP referandumda oy kaybetmeseydi de, makul bir insan olan Bahçeli parti tabanını tatmin için daha da kaybetmeye mahkum bu türden şovlara mahkum olmasaydı.
“Fatih gibi Bizans zihniyetine son darbeyi indiririz.” Bu zirveyle bitirelim. Yahu, yahular, beylik’ten imparatorluk’a yani Roma İmparatorluğu’na terfi etsin diye Osmanlı’yı zorunlu olarak Bizanslaştıran Fatih Sultan Mehmet değil de ben miyim? Sultan-ı İklim-i Rum ne demek, bunu da mı anlatmak lazım?
Not: D. Bahçeli, danışmanlarını gerçekten bir süzgeçten geçirmeli. Adama kendi ayağına kurşun sıktırdılar. “Maide Suresi 51. Ayette ‘Yahudi ve Hıristiyanlardan dost edinmeyin’ diyor” dedirttiler.