Baskın Oran

Kürtlerle barış, inşallah

MİT Öcalan’la İmralı’da görüşüyor. Bir BDP heyeti ilk defa ziyaret izni aldı. Yeni bir ‘Kürt açılımı’ başladı; galiba son fırsattır. 30 yıldır perişan olduğumuz için, büyük umut ve sevinçle karşıladık. Ama en umutlumuzun kafasında bile ciddi tereddütler ve endişeler var.

Türk/Devlet tarafı; biraz gerçekten korkutulduğu için, ama esas olarak 90 yıldır alıştığı vesayet pozisyonunu elden bırakmak istemediği için, bir “parçalanıyoruz” sendromu sahibi. Ayrıca, Kürt tarafındaki çok başlılığın sonucu olarak, çözüm çabasının sabote edilmesinden endişe ediyor; daha önce de yaşadık.

Kürt/PKK tarafına gelince, çözümün sabote edilmesi endişesinin yanı sıra, mesele biraz daha karmaşık. Kürtler, Kurtuluş Savaşı boyunca kadife eldivenle tutuldular. Lozan imzalanıp Cumhuriyet ilan edilince de, demir eldivenle. Önce Dağlı Türk, sonra düpedüz Türk edildiler. Bunun Kürtlere getirdiği bir ruh pörsümesinden bahsediyoruz.

“Amacımız silah bıraktırmak”

Teslim etmeliyiz ki, AKP bu konuda şimdiye kadar en düzgün politikayı güden hükümet oldu; daha öncesi düpedüz felaketti. Ama çizgiden de fazla ayrılmadı. Yıllar yılı “Devlet terör örgütüyle müzakere etmez” dedi. BDP’yi hiçbir zaman adamdan saymadı. Şimdi de “Entegre stratejimizin hedefi silah bıraktırmaktır” deniyor (t24, 02.01.2013).

Bu cümle, Türk tarafını yatıştırmak için bir taktik olabilir; umarım öyledir. Ama olmayabilir de; inşallah yanılıyorumdur. Gelin, itiraf edelim: Biz Türkler, Kürt meselesi diye bir şey olduğunu PKK’dan, Ermeni meselesi diye bir şey olduğunu da ASALA’dan önce bilmiyorduk. Her şeyi bırakın, geçenlerde yitirdiğimiz, PKK’nın da günahı kadar sevmediği Şerafettin Elçi’yi hatırlayın. Bu güzel dostumu 22 ay bakan yaptık (03.01.1978-12.11.1979), sonra 30 ay hapis yatırdık (22.10.1980-29.04.1983). Çünkü bakanken “Türkiye’de Kürtler vardır, ben de bir Kürt’üm” demişti; hepsi bu.

Böylesi bir durumda, daha önce de silah bırakmış olan bu insanlar düşünüyor: Bu seferki süreç öz kimliğimizin gerçekten tanınmasıyla mı sonuçlanacak, yoksa bir kere bıraktıktan sonra, yine “Verilip verilmemesi kanuna göre yüce Türk yargıcının takdirine bağlı bir anadilinde savunma hakkını, yanına da seçimlik Kürtçeyi al, seçim barajını da %7’ye indiriyoruz, artık sus!” mu denecek? Devletten sadece şiddet görmüş bu insanları, silah bırakmanın herkes için gerçekten iyi sonuç vereceğine nasıl ikna edeceğiz? Üstelik, AB havucu da yok artık.

Diğer yandan, Erdoğan’ın Kürtler konusundaki ‘kimyası’ 2009 Habur olayındaki karşılıklı hatalardan sonra bozuldu diyoruz ama, öncesi? Dolapdere’de Kasım 2008’de gösteri yapan DTP’lilere bazı şahısların pompalı tüfekle ateş açması üzerine, “Siz vatandaşın mağazasının camlarını indirirseniz, o da kendisini savunma yoluna gidecektir” dememiş miydi?

Atmosfer de çok tatsız

2007’den beri Anayasa yapılamıyor, çünkü Başbakan, demokrasinin ‘kuvvetler ayrılığı’ denen temel ilkesini dışlayan bir başkanlık sistemi istiyor. Her an, her şeye, TV dizilerine bile müdahale ediyor. Günbegün sertleşerek. 3 Ocak’ta da “Her an, her imkânımızla savaş için hazırız” dedi. Bunu, sanki Suriye’den bir tehdit geliyormuş gibi, bir buçuk ayağı çukurda eski büyük dostu Esad için söylüyor.

Toplum da işareti almış vaziyette. Okul velileri Steinbeck’i sansür ettiriyor. Pendik’te, öğretmen Ahmet Sarıtaş, okulda Rum asıllı olduğunu dile getirince, “milli manevi değerlerin aşağılandığı algısının oluşmasına sebebiyet verdiği” gerekçesiyle uyarı cezası aldı (Radikal, 03.01.2013). Ya yargı? Madem ‘Türk Milleti’ sadece Türkleri değil bütün vatandaşları kapsıyordu, Şubat 2012 Taksim mitingindeki “Hepiniz Ermenisiniz, Hepiniz Piçsiniz” pankartları niye TCK 301’e göre ‘Türk Milletine hakaret’ten yargılanmadı? Şu anda ‘Kürt açılımı’ işte böyle bir atmosferde yapılıyor.

Kalıcı olmanın önkoşulu

1923 Lozan, I. Dünya Savaşını bitiren barış antlaşmaları içinde şu anda tek ayakta olanı. Çünkü diğer metinler gibi karşı tarafa dikte ettirilerek veya onu aldatarak değil, ciddi biçimde müzakere edilerek, karşılıklı ödünleşme sonucu yapılmıştı. Kürt barışının kalıcı olması da, PKK’nın silah bırakması karşılığında Kürt kesimlerinin siyasette gereğince temsil edilmesine ve Kürt kimliğinin dürüstçe tanınmasına bağlı olacak. Unutmayın: Bu insanları 1938’de tamamen pes ettirmiştik; ne oldu? Üstelik bugün, Kürt meselesi Ortadoğu’da artık bambaşka boyutlara taşınıyor.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı