Baskın Oran

Kürtlerimize bu denli takmanın çok önemli bir sebebi olmalı

Kürtlerimize bu denli takmanın çok önemli bir sebebi olmalı

Kürtlerimize bu denli takmanın çok önemli bir sebebi olmalı

8 kişiye karşılık 800 kişi öldürmek türü demeçlerden bahsetmeyeceğim; o apayrı bir facia. İpin ucunun tamamen kaçtığını, çıkmaz bir yola girişimizi ilan eden bir demeç söz konusu:

Teröre bulaşmış kişiler tekrar sandıktan çıkarsa beklemeden anında gereğini yapıp kayyım atarız.”

Bu, durmadan “milli irade”den bahseden birisinin seçimleri bir kalemde silmesidir.

5,8 milyon oy alarak üçüncü parti olan HDP’lilerin TBMM’den kazınmasına doğru doludizgin götürülüşümüzdür.

Üstelik bunu, neresinden baksan 700 yıllık bir devletin ipinin aynı gün içinde (6 Ekim, McKinsey ve TÜİK olayları) iyice pazara çıktığı bir sırada söylüyor. Arkadaşım Mustafa Tiğrek’in sosyal medyaya yazdığı, olayla dalga geçen şu tespitler başkalarının da aklına gelmemiş olamaz. Diyor ki Musti:

“Teröre bulaşmış dediğin kişinin teröre bulaştığı anlaşılmıyor mu sandıktan çıkmadan? Niye gereken ânında gereği yapılmıyor da, sandıktan çıkması bekleniyor teröristin? Sandıktan çıkmazsa, teröre bulaşmasının bir mahsuru yok mu? Ayrıca, teröre bulaşmanın yaptırımı, yerine kayyım mı atamak oluyor sadece?

“Oluyorsa, sonra ne oluyor? Serbest mi bırakılıyor? Yok serbest bırakılmıyorsa, ‘Teröre bulaştığı’ gerekçesiyle mi bırakılmıyor, yoksa ‘sandıktan çıktığı” gerekçesiyle mi?

Nası oluyo? Nası oluyo?”

***

Cevabını hemen söyleyeyim: CB Erdoğan’ı ayakta tutan koalisyonun tükürükle yapıştırılmış cinsten oluşundan oluyor.

Daha önce de parça parça yazmıştım ama, özetle toparlamak iyi olacak. Erdoğan’ı bu derece aşırıya iten 1 değil, 2 şey var.

***

Birincisi, tarihsel. 1454’te başlayan Millet Sistemi’nde “Millet-i Hakime” olan Müslümanlar, “Millet-i Mahkume” olan Gayrimüslimleri ikinci sınıf görürdü. Ama imparatorluk gereği onlara kendi iç işlerinde tam bir özerklik vermişti.

Cumhuriyet ilan edilince imparatorluk bitti, ulus-devlet’e (ulusal devlet’le karıştırmayınız) geçtik. Genleri, başat etno-dinsel grup dışındakilerin kimliklerini yok etmeye programlanmış olan bu devlet türüne geçince, aynı anda, Millet-i Hakime payesi de el değiştirdi. Müslüman’dan Müslüman Türk’e intikal etti.

Bu el değiştirme 2 sonuç yarattı:

1) Lozan yapılır yapılmaz, (Ortadoğu ve Balkanlar’da ulusal kimliğin en önemli hatta tek unsuru din olduğu için) asimile edilmeleri mümkün olmayan Gayrimüslimleri yok etmeye giriştik. (Artık programın bu bölümü devam etmiyor çünkü bu insanları binde birden aşağı indirmeye başardık. Artık “numunelik” oldular: Seksen milyonda yüz bin kadar).

2) Yine Lozan yapılıp (24.07.1923) rejim kurulur kurulmaz (29.10.1923), (Ortadoğu ve Balkanlar’da ulusal kimliğin en önemli hatta tek unsuru din olduğu için) çok kolay bir işe, Türk olmayan Müslümanları Türklüğe asimile etmeye giriştik.

Boşnakları filan hemen ettik de, bi tek Kürtler oyunbozanlık ettiler. Sürüyle (coğrafi, toplumsal, dilsel, tarihsel…) sebep sonucu kafa tuttular zorla asimilasyona. Ulus-devletimizin kaka çocuğu olmayı seçtiler.

İşte, “Kürtlere belediye başkanı seçtirmeyiz”in tarihsel kökleri buraya kadar gidiyor. Ama bu bile bugünkü fecaati izaha yetmez. İkinciye geçelim.

***

İkinci sebep bireysel. Yani, Erdoğan’ın kişisel ve ideolojik yapısı.

2003’te başbakan olunca, ilk işi, İslamcı partisini meşrulaştırmaya ve zırt-pırt darbe yapan askerleri devre dışı bırakarak uygar dünyanın onayını almaya çalışmak oldu.

Elinde yetişmiş adam olmadığı için, Türkiye’nin okumuş-yazmış kamuoyuyla ve Batı’yla diyalog kurabilen Fethullahçılarla anlaştı. Ecevit’in AB reformlarını hızlandırarak sürdürdü.

2013 başında da, Türkiye’nin başka hiçbir şeyle mukayese kabul etmeyecek kadar önemli meselesi olan Kürt sorununa girişti. Ama her hafta yaptırdığı anketler Kürt oylarını kazanamadığını, milliyetçi Türk oylarını kaybettiğini gösterince, Dolmabahçe Masası’nı deviriverdi. Oradan başladı bugünkü durum.

Bu arada, Dr. Frankenstein’ın yarattığı doymak bilmeyen canavar darbe teşebbüsü yapıp da tasfiye edilince, meydan kasaba avukatlarına kaldı. Bu yüzden de AKP ne yapsa eline yapışmaya başladı artık.

Bu durumda Erdoğan’ın fazla seçme şansı yoktu. Artık klasik bir İslamcı değil, Müslüman milliyetçi olmak zorundaydı. İslam’dan nemâlanan bir Türk milliyetçisi.

Bunun için de, dünya nasıl öküzün boynuzlarında duruyorsa, onun da Mahşerin Dört Atlısı üstünde durması gerekiyordu:

AKP (İslamcı parti) + MHP (Türkçü parti) + Ergenekoncular (Fethullahçılar sayesinde tasfiye ettiği darbeci askerler) + Ulusolcular (kendini sol bilen milliyetçiler).

***

Bunun içindir ki CB Erdoğan, Mısır’daki General Sisi darbesine direnen İslamcıların meşhur el hareketi “Rabia”yı AKP’lilere Eylül 2017’de dağıttırdığı fotoğraflı broşürde  yeniden imal etti: “Tek millet, tek bayrak, tek devlet, tek vatan”.

Aydın Engin efem diyor ki, bu sloganda herhangi bir İslami vurgu gören çıksın ortaya. Buna karşılık Hitler’in “Ein Volk, ein Reich, ein Führer” (Tek millet, tek devlet, tek lider) sloganıyla benzeşim kurulsa kim itiraz edebilir, diyor.

***

Elime iskambil almayalı yarım yüzyıl oldu ama bilirim, biliriz: Pokerde “Beş Benzemez” diye anılan bir dağıtım gelebilir. Geldi mi, poker biliyorsan hemen “pas” der, kaçarsın.

60’larda Mülkiye yurdunda  ­“duk” yani açık poker oynarken, karnını doyuracak parası kalmamışlarımız “pas” falan demez, mecburen girerdi. Ve ceketini bırakan olurdu, resmen.

Hatta bigün, şu anda iktisat profesörü olan bir arkadaş benim sıradan bir tişörtümle kendi yazlık ceketini değişmeyi teklif etti. Şaşırdım, ama hemen tamam dedim.

Sonradan anlattılar: Masada kazanılmış bir ceketmiş bu. Arkadaş “aklıyormuş” ceketi… Şu anda CB Erdoğan’ın “Rabia”yı “akladığı” gibi.

Lafı uzattık, sadede gelelim: CB Erdoğan bu Mahşerin Dört Atlısı’nın tükürükle yapıştırılmış olduğunu herkesten iyi biliyor. Ama bizzat yarattığı bu pozisyona artık eli mahkum. Bu gülünç kolajın tek ortak paydasına, tek yapıştırıcısına yüklenmek zorunda:

Kürt düşmanlığı.

Önceki Yazı
Sonraki Yazı