Bu yazıyı, polis otobüsüne yapılan silahlı saldırıda iki arkadaşları (Tahir Toka ve M. Ali Acuz) şehit edilen ve on üç arkadaşları yaralanan Çevik Kuvvet mensuplarının yürüyüşünü televizyonda seyrettikten hemen sonra oturup yazıyorum.
Önce, bir insan olarak, bu saldırının beni çok yıprattığını söylemek isterim. Çünkü görev başındaki bu polislerin bütün günahı o otobüs içinde bulunmaktı. Acılı ailelerine ve arkadaşlarına içten başsağlığı diliyorum.
Diğer yandan, bir yorumcu olarak da bir o kadar daha yıprandığımı söylemek isterim. Çünkü, iki olasılık var ve ikisi de çok kötü:
Birincisi, bu olay yine küçük solcu gruplardan birinin, bir olasılıkla da dün sabaha karşı saat 03.10’da (11 Aralık 2000 Pazartesi) pankart asarken polis tarafından biri (Özkan Tekin-21) öldürülüp biri çok ağır olmak üzere (Şükrü Yıldız-18) ikisi yaralanan gençlerin intikam eylemi olabilir. İkincisi, bu olay yine Derin Devlet’in bir “eylemi” olabilir.
Hangisinin daha kötü olduğunu bilemiyorum çünkü ikisi de provokasyon ama, bu iki olasılığın bir tek ortak paydası olduğunu biliyorum: 1960’lardan beri durup durup defalarca gösterime sokulan film. İnşallah türünün yalnız kalmaya mahkum bir örneğidir ve bir cehennemî sürecin başlangıcı değildir.
İnşallah diyorum, umarım işimiz inşallah’a kalmamıştır, çünkü o rezil film, figüranından senaryosuna ve ortamına varıncaya kadar aynı:
Bir yandan Türkiye’de banka ATM’lerinde bombalar patlatmaya başlarken, bir yandan da kimi figüranlar Sakarya Caddesindeki F-tipini protesto mitinginde önce bir kenara geçip bozkurt işareti yaptılar ve polisi alkışladılar. Sonra da “harekete geçip” protestoculara saldırdılar, yakalananları linç teşebbüsünde bulundular ve nihayet solcu partilerin bulunduğu apartmanın bütün camlarını indirdiler. Sakarya’daki içkili lokantalara saldırmayı da ihmal etmediler. Polis bunlara müdahale etmedi.
Senaryo ve ortamı özellikle tanıdık: 1) Ekonomik durum felaket; 2) Demokrasi talepleri cezaevlerinden tut, Başbakan yardımcılığı ve Cumhurbaşkanlığı katına kadar Türkiye’yi sarmış durumda. Bu film tam da böyle zamanlarda vizyona sokulur.
* * *
Üç on kuruşa günde on iki saat çalışan Çevik Kuvvet polisleri arkadaşlarının ölümünden dolayı büyük acı içindedirler ve fena halde infial duymuşlardır. Bu çok açık bir gerçektir. Zaten bu meslek, büyük gerginlik mesleğidir ve herkes yapamaz.
Ama söylemek lazım ki hangi ülkede olursa olsun, hangi nedenle olursa olsun, hangi infial sebep olursa olsun, polisin izinsiz gösteri yürüyüşü yapması tek bir deyimle özetlenebilir: Tuzun kokması. Tuz, kokmayı önleyici bir maddedir; o kokunca yapabilecek bişey kalmaz.
Örneğin, 3000 polisin tabancalarını kaldıra kaldıra, kameraman döve döve, tekbir getire getire, “İntikam, intikam”, “Göze göz, dişe diş” diye bağıra bağıra, , “Hükümet istifa” diye kelle isteye isteye, “Patlayan tabanca istiyoruz” diye tehdit ede ede, içlerinden bazıları TV kameralarının içine bozkurt işareti yapa yapa, ve nihayet, polis kökenli kendi bakanına ve üstelik Tantan gibi bir insana “Tantan uyuma” sloganını ata ata yaptıkları izinsiz gösteri yürüyüşünü hangi polise önleteceksiniz? Özel polis şirketi kurdurup onun polislerine mi?
Yoksa, televizyon kameralarına “Aşırıya gittiler biraz, bu kadarına gerek yoktu” diye demeç veren İstanbul Emniyet Müdürüne mi?
Yoksa, daha bu olaylar ortada yokken, “Suçlular affedildi, sadece polisler affedilmedi” diye, polis adı altında, işkenceci polislerin affını isteyen Emniyet Genel Müdürüne mi?
Acaba polis otobüsünün taranması, yalnızca bardağı taşıran bir damla oldu da, polislerin esas tepkisi işkenceci arkadaşlarının af kapsamına alınmaması mıydı?
* * *
Ama, umutlu olmak istiyorum:
Polisler, bu yürüyüşü yaptıktan sonra, artık izinsiz gösteri yürüyüşü yapanlara karşı çok anlayışlı davranacaklardır.
Çünkü onlar artık bir dayanışma içinde bulunmaktadırlar, acı içinde olup da fena halde infial duyan izinsiz gösteri yürüyüşçüleriyle.
F-tipi için açlıktan ölmek üzere olan mahkum çocukların sokağa dökülen akrabalarıyla.
Cumartesi günleri sinemaya gitmek yerine, yargısız infazda kaybolmuş çocuğu için Galatasaray’daki köşeye gidip dayak yemeyi tercih eden Cumartesi Anneleriyle.
Ankara Ulucanlar cezaevinde kafaları göçertilip kolları kırılarak öldürüldükleri resmî raporlarla saptanmış olan mahkum yakınlarıyla.
Sabaha karşı saat 03.10’da pankart asanlarla…
Not: Bu yazı yazıldıktan sonra polis eylemleri Türkiye çapında tek kelimeyle bir yeniçeri isyanına dönüştü. Bundan sonrası korkunç önemli: Eğer bu olay Türkiye’nin mahvedilmesine yönelik bir master planın uygulaması ise, korkarım ki bundan sonraki sahne polis noktalarının, karakollarının ve otobüslerinin kurşunlanması provokasyonu biçiminde gelişecektir. Oradan anlarız. Yaşayalım ve izleyelim.
Ve bir de soru: Yoksa bütün bunların amacı Tantan gibi olağanüstü bir kişiliği yıpratıp düşürmek mi? Çünkü, Tantan bunların önündeki en büyük engel.