Baskın Oran

Kabukçu Volkan’ın protokolü

Kabukçu Volkan deniz ürünleri satar: Kabuk, sünger, mercan kolyeler. Güler yüzlü, şakacı çocuk. Dün bana bir e-posta yolladı; Bodrum esnaf geleneğini sürdürüyor. Ama önce, bu gelenek nedir, bizim “Dalavera’nın Bodrum Tarihi”nde Dalavera abimiz anlatıyor: Eşeğe tükürme davası “Şalvarağa’nın furununun önünde o zamanlar çok lâkalar [çukurlar] vardı. Biriken su buz tutardı, don. Eşek geçiyo, hani kekik yağı, nane yağı, elma yağı var ya, Ali Cengiz’in babası Tosunoğlu Memet köylere gidiyo satmaya. Tabii eşek kayıyo, düşüyo, bir kilo elma yağı kırılıyo. Tosunoğlu Memet eşeği galdırıyo, sona bi tokat vuruyo, bi de tükürüyo eşeğe. “Bütün kaptanlar da, o sırada, o Penguen [pastanesi] var ya, orda poyraz havala [havada] güneş vuruyo ya, ısınıyolar. Güldüler. Dediler; hakim bey o kadar duruyo [boş oturuyor], söyleyelim de, çağırsın mahkemeye de, eşeğe niye vurdu bi de tükürdü! Tabii, hakime dediler böle böle; tamam dedi, ver ismini. Bi celp yazıyo hakim, gidiyo celp, “Allah Allah, ben bişey yapmadım, niye şeyapsınlar bene?” diyo. “Tabii, zamanı geliyo, mahkemeye gidiyo. O zamanlar mahkeme şimdiki gibi Hükümet Konağında değil; hani şimdi Baraz Oteli’nin bulunduğu yerin karşısında, mahalle arasında; Kaymakam Sokağının yanındaki sokakta. Mapusane de orda. “Mahkeme günü gidiyo, salona bi bakıyo, bütün arkadaşlar orda. Kıs kıs gülüyolar. Sırası geldi, hakim çağırdı. Namusuna vicdanına falan yemin ediyo, hakim diyo: ‘Sen eşeğe bi tokat vurdun bi de tükürdün’ dedi. O zaman bilmezler ki özür dileyim. ‘Hakim efendi’, dedi, ‘kusura bakma’ dedi, ‘ama benim eşeğin bu kadar akrabası arkadaşı olduğunu bilmiyodum’ dedi. Hakim bey başladı gülmeye. Tabii, salondakiler de gülüyo. ‘Haydi, beraat!’ dedi, kalkıp geldik. Bu adama yaptılar bunu. O zamanlar şaka çoktu.” Popo üzerine çeşitlemeler O zamanlar Bodrum köy imiş; vakit bol. Şimdi tam turizm sezonunun göbeği. Kabukçu Volkan’ın işi başından aşkın; sabaha karşı kapatıyor, Berk kapatmadıysa acele bir tek atıyor, doğru gidip yatıyor. Ama Volkan kışı bekleyememiş, “mütalaamı almak için” bana dün şunu fwd etmiş: “Protokole Girdim Diye Sevinenlerin Dikkatine: Protokol, dilimize eski Latince ve Yunancadan geçme bir sözcük. Daha doğrusu, ‘Proto’ ve ‘Kolos’ sözcüklerinin birleşmesinden türeme bir deyim. Lügat anlamıyla ‘Proto’ birinci demek. ‘Kolos’ ise poponun çoğulu. Birleştirdiğimizde, deyimin tam karşılığı ‘Önde Gelen Popolar’olarak çıkıyor. Toplum içinde yükselip de protokole giren bazılarının zamanla ‘poposunun kalkması’ bundandır.” (Popo’nun yerinde, ortasında ... olan 3 harfli bir kelime vardı, ben müsaadenizle değiştirdim efendim). Önce iki satır etimoloji dersi: Proto’nun anlamı doğru. Baktım, ‘kolos’ da tutkal demek imiş; Fransızca “colle”; biz de ‘kolalamak’ deriz ya. Ama ilişkiyi kuramadım. İstanbul’dan dostum Frango Karaoğlan’ı aradım. Meğer bu kelime, resmî mühür de ihtiva eden, “papirüslerin üzerine yapıştırılan ilk yaprak” anlamında kullanılırmış. Peki bu çocuk bunu nereden bulmuş diye internete girdim. Ahmet Dursun diye birinin blogunda “ÇÜK’ler niye ısrarla protokolosa girmeye çalışırlar” diye bir zevzeklik, hemen altında da Bekir Coşkun’un Habertürk gazetesinde “ÇÜK olmaya bizim de hakkımız var” başlıklı köşe yazısı (19.01.10): “Very Important Person (VIP), yani Çok Ünlü Kişiler (ÇÜK) dünyanın her yerinde varsa da (önemliler aynı zamanda ünlüdür) kendi kendime ‘Bu bakan olmuş ama ÇÜK olamamış’ dedim”. Buyurun, burdan yakın. TDP kitabını güncellerken dünya kadar vaktimi aldı bizim Kabukçu. Acaba dalga mı geçti veletler? Geçen haftaki yazı için epey mektup geldi. 30 yıldır Kanada ’da oturan İstanbullu Haik bey dostum yazıyor: “Yazınızın en hoşuma giden kısımlarından biri de, dalga geçsinler diye, gece kulübünde Feyhan Hanımın elini öpmek için sıraya giren gençler oldu. Gençliğimi hatırladım. Kınalıada, sene 1950-51 olmalı. Biz de böylesine şeyler yapardık. Mesela, arkadaşımızın da bizimle beraber olduğu bir zaman, annesine rastladığımızda, hemen sıra ile elini öper, ‘Nasılsınız Digir Misakyan? Baron Misakyan nasıllar?’ diye boş laflar ederdik. Şu anda hâlâ gülüyorum. Gençlik işte. Ekmek elden, su gölden, babamızın annemizin evinde rahat hayat...” Bunu Feyhan’a okudum, “Yok canım, onlar bizim mahallenin çocuklarıydı, tanıyınca saygıdan öptüler elimi!” dedi. Artık bilemiyorum. Doktrinde tartışmalı bir durum. Haik beycim devam ediyor: “Semt pazarındaki Giritli kadınların konuşma tarzı ve ‘ne bekliyorsun, evlendirsene...’ gibi takılmaları da aynen bizim Ermenilerde olduğu gibi. Kanada’da dahi, bugüne kadar böylesine devam ediyor bu âdetler. Arkadaşlarımızın anneleri (babaları böyle işlere hiç karışmaz), bizi her gördüklerinde, ‘Haydi, güzel bir kız bulalım da çocukları evlendirelim’derler. Virginia yanımda olmazsa, ‘Bir tane de bana bulun da...” diye ben de kendilerine takılırım. O oldu mu, pişmiş kelle gibi, ‘Sağ olun’ der, kısa keserim... İşin sonunda garajda yatmak var!” Haik bey, bahçe konusunda hoş şeyler söyledikten sonra, yine Virginia hanımla bitiriyor: “Virginia da tam Feyhan hanım gibi imiş. Ben de sizin gibi pek kolay kolay laf yutanlardan olmadığım için, Virginia’nın bir kulağı radar gibi devamlı beni tarar. Margaritalar bol olsun!” Vanlı Metin’in kısa CV’si Gelen mektuplar hep Metin ile oğlu Egecan’ı soruyordu. Müşteri seyrelince oturup biraz konuştuk. Soruları ayıklayarak sadece cevaplarını yazıyorum: “72 doğumluyum. İlkokulu okudum. 4’ü kız 4’ü erkek 8 kardeşiz. Benim 1 kızım 2 oğlum var. Egecan burada doğduğu için öyle koyduk. Öteki oğlan orada doğdu, Doğucan koyduk. “Bodrum’a 95’te geldim. 89’da babamla İstanbul’a gitmiştik iş aramak için. 2-3 sene çalışıp askere gittim. Malatyalı bir ablanın yanında çalışıyordum, bahçesine evine bakayım diye aldı beni Bodrum’a getirdi. 5 senedir de Bebek Otel’deyim. Kışları otelin tamiratında, yazları plajında. Yılda 15-20 gün Van’a giderim. Egecan Van’da okur kışları; burada servis parası falan çok tutuyor. Ailem Van’da. Hanım 8 yıl burada oturdu ama kira çok geldi. Kızın adı İpek; o da burada doğdu. Egecan’la otelin koğuşunda yatarız. “Üstte başta pek yoktu İstanbul’a gittiğimizde. Babam pazara götürdü, pantolon aldı, bir de bez ayakkabı. Çalıştığım yerdeki bayanlar güldü. “Bu kız pantolonu, pabucu!”dediler. Çok utandım hocam. Ama müdür duymuş, bana erkek pantolonu, pabucu aldı. Çok sevindim. “Van’ın içinden değil, Özalp’tanım. Evet, 33 Kurşun meselesini bilirim, bizim orada hep konuşurlar; kaçakçılık yapan köylüleri vurdurmuş Muğlalı komutan. Ben de kaçak yaptım; İran ’dan atla mazot getirirdim. Bir gün geldiler, bizim de adamlarımızı geçir, dediler. Baktım her gün bir şey istiyorlar, çıktım geldim. Evet, bizim oraya Org. Mustafa Muğlalı Kışlası yaptılar. Evet, Mayıs ayında arka tarafında patlama oldu; askerler yanlışlıkla bırakmış. 2 çocuk öldü, 3 çocuk yaralı.” Not: Dalavera kitabını karıştırırken, ekmekleri elleyip duran Giritli kadınlara fırıncı Şalvarağanın Ömer’in “Ton kolo su epyases?!”diye bağırdığını görüverdim. Yani, “Kıçını mı tuttun, ne bileyim!”. Bir lamba yandı. Hemen Türkiye ’de Yunanca bilen nadir profesörlerden Engin Berber dostumu aradım. Meğer kolos hani o malum, ortasında ... bulunan 3 harfli kelime anlamına da gelmez miymiş Rumcada! Hadiii, Frango’yu tekrar ararsın, “mütemmim malumat” alırsın: Gündelik konuşmada oramıza kolos, daha “terbiyeli” olarak pisinos/opisthia/popos, anatomide proktos, argoda da patos denirmiş. Ulan Volkan, senin gırgırın yüzünden dünya kadar vaktim gitti, ama ne hayati bilgiler edindik!
Kabukçu Volkan deniz ürünleri satar: Kabuk, sünger, mercan kolyeler. Güler yüzlü, şakacı çocuk. Dün bana bir e-posta yolladı; Bodrum esnaf geleneğini sürdürüyor. Ama önce, bu gelenek nedir, bizim “Dalavera’nın Bodrum Tarihi”nde Dalavera abimiz anlatıyor: Eşeğe tükürme davası “Şalvarağa’nın furununun önünde o zamanlar çok lâkalar [çukurlar] vardı. Biriken su buz tutardı, don. Eşek geçiyo, hani kekik yağı, nane yağı, elma yağı var ya, Ali Cengiz’in babası Tosunoğlu Memet köylere gidiyo satmaya. Tabii eşek kayıyo, düşüyo, bir kilo elma yağı kırılıyo. Tosunoğlu Memet eşeği galdırıyo, sona bi tokat vuruyo, bi de tükürüyo eşeğe. “Bütün kaptanlar da, o sırada, o Penguen [pastanesi] var ya, orda poyraz havala [havada] güneş vuruyo ya, ısınıyolar. Güldüler. Dediler; hakim bey o kadar duruyo [boş oturuyor], söyleyelim de, çağırsın mahkemeye de, eşeğe niye vurdu bi de tükürdü! Tabii, hakime dediler böle böle; tamam dedi, ver ismini. Bi celp yazıyo hakim, gidiyo celp, “Allah Allah, ben bişey yapmadım, niye şeyapsınlar bene?” diyo. “Tabii, zamanı geliyo, mahkemeye gidiyo. O zamanlar mahkeme şimdiki gibi Hükümet Konağında değil; hani şimdi Baraz Oteli’nin bulunduğu yerin karşısında, mahalle arasında; Kaymakam Sokağının yanındaki sokakta. Mapusane de orda. “Mahkeme günü gidiyo, salona bi bakıyo, bütün arkadaşlar orda. Kıs kıs gülüyolar. Sırası geldi, hakim çağırdı. Namusuna vicdanına falan yemin ediyo, hakim diyo: ‘Sen eşeğe bi tokat vurdun bi de tükürdün’ dedi. O zaman bilmezler ki özür dileyim. ‘Hakim efendi’, dedi, ‘kusura bakma’ dedi, ‘ama benim eşeğin bu kadar akrabası arkadaşı olduğunu bilmiyodum’ dedi. Hakim bey başladı gülmeye. Tabii, salondakiler de gülüyo. ‘Haydi, beraat!’ dedi, kalkıp geldik. Bu adama yaptılar bunu. O zamanlar şaka çoktu.” Popo üzerine çeşitlemeler O zamanlar Bodrum köy imiş; vakit bol. Şimdi tam turizm sezonunun göbeği. Kabukçu Volkan’ın işi başından aşkın; sabaha karşı kapatıyor, Berk kapatmadıysa acele bir tek atıyor, doğru gidip yatıyor. Ama Volkan kışı bekleyememiş, “mütalaamı almak için” bana dün şunu fwd etmiş: “Protokole Girdim Diye Sevinenlerin Dikkatine: Protokol, dilimize eski Latince ve Yunancadan geçme bir sözcük. Daha doğrusu, ‘Proto’ ve ‘Kolos’ sözcüklerinin birleşmesinden türeme bir deyim. Lügat anlamıyla ‘Proto’ birinci demek. ‘Kolos’ ise poponun çoğulu. Birleştirdiğimizde, deyimin tam karşılığı ‘Önde Gelen Popolar’olarak çıkıyor. Toplum içinde yükselip de protokole giren bazılarının zamanla ‘poposunun kalkması’ bundandır.” (Popo’nun yerinde, ortasında ... olan 3 harfli bir kelime vardı, ben müsaadenizle değiştirdim efendim). Önce iki satır etimoloji dersi: Proto’nun anlamı doğru. Baktım, ‘kolos’ da tutkal demek imiş; Fransızca “colle”; biz de ‘kolalamak’ deriz ya. Ama ilişkiyi kuramadım. İstanbul’dan dostum Frango Karaoğlan’ı aradım. Meğer bu kelime, resmî mühür de ihtiva eden, “papirüslerin üzerine yapıştırılan ilk yaprak” anlamında kullanılırmış. Peki bu çocuk bunu nereden bulmuş diye internete girdim. Ahmet Dursun diye birinin blogunda “ÇÜK’ler niye ısrarla protokolosa girmeye çalışırlar” diye bir zevzeklik, hemen altında da Bekir Coşkun’un Habertürk gazetesinde “ÇÜK olmaya bizim de hakkımız var” başlıklı köşe yazısı (19.01.10): “Very Important Person (VIP), yani Çok Ünlü Kişiler (ÇÜK) dünyanın her yerinde varsa da (önemliler aynı zamanda ünlüdür) kendi kendime ‘Bu bakan olmuş ama ÇÜK olamamış’ dedim”. Buyurun, burdan yakın. TDP kitabını güncellerken dünya kadar vaktimi aldı bizim Kabukçu. Acaba dalga mı geçti veletler? Geçen haftaki yazı için epey mektup geldi. 30 yıldır Kanada ’da oturan İstanbullu Haik bey dostum yazıyor: “Yazınızın en hoşuma giden kısımlarından biri de, dalga geçsinler diye, gece kulübünde Feyhan Hanımın elini öpmek için sıraya giren gençler oldu. Gençliğimi hatırladım. Kınalıada, sene 1950-51 olmalı. Biz de böylesine şeyler yapardık. Mesela, arkadaşımızın da bizimle beraber olduğu bir zaman, annesine rastladığımızda, hemen sıra ile elini öper, ‘Nasılsınız Digir Misakyan? Baron Misakyan nasıllar?’ diye boş laflar ederdik. Şu anda hâlâ gülüyorum. Gençlik işte. Ekmek elden, su gölden, babamızın annemizin evinde rahat hayat...” Bunu Feyhan’a okudum, “Yok canım, onlar bizim mahallenin çocuklarıydı, tanıyınca saygıdan öptüler elimi!” dedi. Artık bilemiyorum. Doktrinde tartışmalı bir durum. Haik beycim devam ediyor: “Semt pazarındaki Giritli kadınların konuşma tarzı ve ‘ne bekliyorsun, evlendirsene...’ gibi takılmaları da aynen bizim Ermenilerde olduğu gibi. Kanada’da dahi, bugüne kadar böylesine devam ediyor bu âdetler. Arkadaşlarımızın anneleri (babaları böyle işlere hiç karışmaz), bizi her gördüklerinde, ‘Haydi, güzel bir kız bulalım da çocukları evlendirelim’derler. Virginia yanımda olmazsa, ‘Bir tane de bana bulun da...” diye ben de kendilerine takılırım. O oldu mu, pişmiş kelle gibi, ‘Sağ olun’ der, kısa keserim... İşin sonunda garajda yatmak var!” Haik bey, bahçe konusunda hoş şeyler söyledikten sonra, yine Virginia hanımla bitiriyor: “Virginia da tam Feyhan hanım gibi imiş. Ben de sizin gibi pek kolay kolay laf yutanlardan olmadığım için, Virginia’nın bir kulağı radar gibi devamlı beni tarar. Margaritalar bol olsun!” Vanlı Metin’in kısa CV’si Gelen mektuplar hep Metin ile oğlu Egecan’ı soruyordu. Müşteri seyrelince oturup biraz konuştuk. Soruları ayıklayarak sadece cevaplarını yazıyorum: “72 doğumluyum. İlkokulu okudum. 4’ü kız 4’ü erkek 8 kardeşiz. Benim 1 kızım 2 oğlum var. Egecan burada doğduğu için öyle koyduk. Öteki oğlan orada doğdu, Doğucan koyduk. “Bodrum’a 95’te geldim. 89’da babamla İstanbul’a gitmiştik iş aramak için. 2-3 sene çalışıp askere gittim. Malatyalı bir ablanın yanında çalışıyordum, bahçesine evine bakayım diye aldı beni Bodrum’a getirdi. 5 senedir de Bebek Otel’deyim. Kışları otelin tamiratında, yazları plajında. Yılda 15-20 gün Van’a giderim. Egecan Van’da okur kışları; burada servis parası falan çok tutuyor. Ailem Van’da. Hanım 8 yıl burada oturdu ama kira çok geldi. Kızın adı İpek; o da burada doğdu. Egecan’la otelin koğuşunda yatarız. “Üstte başta pek yoktu İstanbul’a gittiğimizde. Babam pazara götürdü, pantolon aldı, bir de bez ayakkabı. Çalıştığım yerdeki bayanlar güldü. “Bu kız pantolonu, pabucu!”dediler. Çok utandım hocam. Ama müdür duymuş, bana erkek pantolonu, pabucu aldı. Çok sevindim. “Van’ın içinden değil, Özalp’tanım. Evet, 33 Kurşun meselesini bilirim, bizim orada hep konuşurlar; kaçakçılık yapan köylüleri vurdurmuş Muğlalı komutan. Ben de kaçak yaptım; İran ’dan atla mazot getirirdim. Bir gün geldiler, bizim de adamlarımızı geçir, dediler. Baktım her gün bir şey istiyorlar, çıktım geldim. Evet, bizim oraya Org. Mustafa Muğlalı Kışlası yaptılar. Evet, Mayıs ayında arka tarafında patlama oldu; askerler yanlışlıkla bırakmış. 2 çocuk öldü, 3 çocuk yaralı.” Not: Dalavera kitabını karıştırırken, ekmekleri elleyip duran Giritli kadınlara fırıncı Şalvarağanın Ömer’in “Ton kolo su epyases?!”diye bağırdığını görüverdim. Yani, “Kıçını mı tuttun, ne bileyim!”. Bir lamba yandı. Hemen Türkiye ’de Yunanca bilen nadir profesörlerden Engin Berber dostumu aradım. Meğer kolos hani o malum, ortasında ... bulunan 3 harfli kelime anlamına da gelmez miymiş Rumcada! Hadiii, Frango’yu tekrar ararsın, “mütemmim malumat” alırsın: Gündelik konuşmada oramıza kolos, daha “terbiyeli” olarak pisinos/opisthia/popos, anatomide proktos, argoda da patos denirmiş. Ulan Volkan, senin gırgırın yüzünden dünya kadar vaktim gitti, ama ne hayati bilgiler edindik!

Kabuk, sünger ve mercan kolyeler satan Kabukçu Volkan, Bodrum esnaf geleneğini sürdürenlerden.

Kabukçu Volkan deniz ürünleri satar: Kabuk, sünger, mercan kolyeler. Güler yüzlü, şakacı çocuk. Dün bana bir e-posta yolladı; Bodrum esnaf geleneğini sürdürüyor. Ama önce, bu gelenek nedir, bizim “Dalavera’nın Bodrum Tarihi”nde Dalavera abimiz anlatıyor:

Eşeğe tükürme davası

“Şalvarağa’nın furununun önünde o zamanlar çok lâkalar [çukurlar] vardı. Biriken su buz tutardı, don. Eşek geçiyo, hani kekik yağı, nane yağı, elma yağı var ya, Ali Cengiz’in babası Tosunoğlu Memet köylere gidiyo satmaya. Tabii eşek kayıyo, düşüyo, bir kilo elma yağı kırılıyo. Tosunoğlu Memet eşeği galdırıyo, sona bi tokat vuruyo, bi de tükürüyo eşeğe.

“Bütün kaptanlar da, o sırada, o Penguen [pastanesi] var ya, orda poyraz havala [havada] güneş vuruyo ya, ısınıyolar. Güldüler. Dediler; hakim bey o kadar duruyo [boş oturuyor], söyleyelim de, çağırsın mahkemeye de, eşeğe niye vurdu bi de tükürdü! Tabii, hakime dediler böle böle; tamam dedi, ver ismini. Bi celp yazıyo hakim, gidiyo celp, “Allah Allah, ben bişey yapmadım, niye şeyapsınlar bene?” diyo.

“Tabii, zamanı geliyo, mahkemeye gidiyo. O zamanlar mahkeme şimdiki gibi Hükümet Konağında değil; hani şimdi Baraz Oteli’nin bulunduğu yerin karşısında, mahalle arasında; Kaymakam Sokağının yanındaki sokakta. Mapusane de orda.

“Mahkeme günü gidiyo, salona bi bakıyo, bütün arkadaşlar orda. Kıs kıs gülüyolar. Sırası geldi, hakim çağırdı. Namusuna vicdanına falan yemin ediyo, hakim diyo: ‘Sen eşeğe bi tokat vurdun bi de tükürdün’ dedi. O zaman bilmezler ki özür dileyim. ‘Hakim efendi’, dedi, ‘kusura bakma’ dedi, ‘ama benim eşeğin bu kadar akrabası arkadaşı olduğunu bilmiyodum’ dedi. Hakim bey başladı gülmeye. Tabii, salondakiler de gülüyo. ‘Haydi, beraat!’ dedi, kalkıp geldik. Bu adama yaptılar bunu. O zamanlar şaka çoktu.”

Popo üzerine çeşitlemeler

O zamanlar Bodrum köy imiş; vakit bol. Şimdi tam turizm sezonunun göbeği. Kabukçu Volkan’ın işi başından aşkın; sabaha karşı kapatıyor, Berk kapatmadıysa acele bir tek atıyor, doğru gidip yatıyor. Ama Volkan kışı bekleyememiş, “mütalaamı almak için” bana dün şunu fwd etmiş:

“Protokole Girdim Diye Sevinenlerin Dikkatine: Protokol, dilimize eski Latince ve Yunancadan geçme bir sözcük. Daha doğrusu, ‘Proto’ ve ‘Kolos’ sözcüklerinin birleşmesinden türeme bir deyim. Lügat anlamıyla ‘Proto’ birinci demek. ‘Kolos’ ise poponun çoğulu. Birleştirdiğimizde, deyimin tam karşılığı ‘Önde Gelen Popolar’olarak çıkıyor. Toplum içinde yükselip de protokole giren bazılarının zamanla ‘poposunun kalkması’ bundandır.” (Popo’nun yerinde, ortasında … olan 3 harfli bir kelime vardı, ben müsaadenizle değiştirdim efendim).

Önce iki satır etimoloji dersi: Proto’nun anlamı doğru. Baktım, ‘kolos’ da tutkal demek imiş; Fransızca “colle”; biz de ‘kolalamak’ deriz ya. Ama ilişkiyi kuramadım. İstanbul’dan dostum Frango Karaoğlan’ı aradım. Meğer bu kelime, resmî mühür de ihtiva eden, “papirüslerin üzerine yapıştırılan ilk yaprak” anlamında kullanılırmış.

Peki bu çocuk bunu nereden bulmuş diye internete girdim. Ahmet Dursun diye birinin blogunda “ÇÜK’ler niye ısrarla protokolosa girmeye çalışırlar” diye bir zevzeklik, hemen altında da Bekir Coşkun’un Habertürk gazetesinde “ÇÜK olmaya bizim de hakkımız var” başlıklı köşe yazısı (19.01.10): “Very Important Person (VIP), yani Çok Ünlü Kişiler (ÇÜK) dünyanın her yerinde varsa da (önemliler aynı zamanda ünlüdür) kendi kendime ‘Bu bakan olmuş ama ÇÜK olamamış’ dedim”. Buyurun, burdan yakın. TDP kitabını güncellerken dünya kadar vaktimi aldı bizim Kabukçu.

Acaba dalga mı geçti veletler?

Geçen haftaki yazı için epey mektup geldi. 30 yıldır Kanada ’da oturan İstanbullu Haik bey dostum yazıyor: “Yazınızın en hoşuma giden kısımlarından biri de, dalga geçsinler diye, gece kulübünde Feyhan Hanımın elini öpmek için sıraya giren gençler oldu. Gençliğimi hatırladım. Kınalıada, sene 1950-51 olmalı. Biz de böylesine şeyler yapardık. Mesela, arkadaşımızın da bizimle beraber olduğu bir zaman, annesine rastladığımızda, hemen sıra ile elini öper, ‘Nasılsınız Digir Misakyan? Baron Misakyan nasıllar?’ diye boş laflar ederdik. Şu anda hâlâ gülüyorum. Gençlik işte. Ekmek elden, su gölden, babamızın annemizin evinde rahat hayat…”

Bunu Feyhan’a okudum, “Yok canım, onlar bizim mahallenin çocuklarıydı, tanıyınca saygıdan öptüler elimi!” dedi. Artık bilemiyorum. Doktrinde tartışmalı bir durum. Haik beycim devam ediyor:

“Semt pazarındaki Giritli kadınların konuşma tarzı ve ‘ne bekliyorsun, evlendirsene…’ gibi takılmaları da aynen bizim Ermenilerde olduğu gibi. Kanada’da dahi, bugüne kadar böylesine devam ediyor bu âdetler. Arkadaşlarımızın anneleri (babaları böyle işlere hiç karışmaz), bizi her gördüklerinde, ‘Haydi, güzel bir kız bulalım da çocukları evlendirelim’derler. Virginia yanımda olmazsa, ‘Bir tane de bana bulun da…” diye ben de kendilerine takılırım. O oldu mu, pişmiş kelle gibi, ‘Sağ olun’ der, kısa keserim… İşin sonunda garajda yatmak var!” Haik bey, bahçe konusunda hoş şeyler söyledikten sonra, yine Virginia hanımla bitiriyor:

“Virginia da tam Feyhan hanım gibi imiş. Ben de sizin gibi pek kolay kolay laf yutanlardan olmadığım için, Virginia’nın bir kulağı radar gibi devamlı beni tarar. Margaritalar bol olsun!”

Vanlı Metin’in kısa CV’si

Gelen mektuplar hep Metin ile oğlu Egecan’ı soruyordu. Müşteri seyrelince oturup biraz konuştuk. Soruları ayıklayarak sadece cevaplarını yazıyorum:

“72 doğumluyum. İlkokulu okudum. 4’ü kız 4’ü erkek 8 kardeşiz. Benim 1 kızım 2 oğlum var. Egecan burada doğduğu için öyle koyduk. Öteki oğlan orada doğdu, Doğucan koyduk.

“Bodrum’a 95’te geldim. 89’da babamla İstanbul’a gitmiştik iş aramak için. 2-3 sene çalışıp askere gittim. Malatyalı bir ablanın yanında çalışıyordum, bahçesine evine bakayım diye aldı beni Bodrum’a getirdi. 5 senedir de Bebek Otel’deyim. Kışları otelin tamiratında, yazları plajında. Yılda 15-20 gün Van’a giderim. Egecan Van’da okur kışları; burada servis parası falan çok tutuyor. Ailem Van’da. Hanım 8 yıl burada oturdu ama kira çok geldi. Kızın adı İpek; o da burada doğdu. Egecan’la otelin koğuşunda yatarız.

“Üstte başta pek yoktu İstanbul’a gittiğimizde. Babam pazara götürdü, pantolon aldı, bir de bez ayakkabı. Çalıştığım yerdeki bayanlar güldü. “Bu kız pantolonu, pabucu!”dediler. Çok utandım hocam. Ama müdür duymuş, bana erkek pantolonu, pabucu aldı. Çok sevindim.

“Van’ın içinden değil, Özalp’tanım. Evet, 33 Kurşun meselesini bilirim, bizim orada hep konuşurlar; kaçakçılık yapan köylüleri vurdurmuş Muğlalı komutan. Ben de kaçak yaptım; İran ’dan atla mazot getirirdim. Bir gün geldiler, bizim de adamlarımızı geçir, dediler. Baktım her gün bir şey istiyorlar, çıktım geldim. Evet, bizim oraya Org. Mustafa Muğlalı Kışlası yaptılar. Evet, Mayıs ayında arka tarafında patlama oldu; askerler yanlışlıkla bırakmış. 2 çocuk öldü, 3 çocuk yaralı.”

Not: Dalavera kitabını karıştırırken, ekmekleri elleyip duran Giritli kadınlara fırıncı Şalvarağanın Ömer’in “Ton kolo su epyases?!”diye bağırdığını görüverdim. Yani, “Kıçını mı tuttun, ne bileyim!”. Bir lamba yandı. Hemen Türkiye ’de Yunanca bilen nadir profesörlerden Engin Berber dostumu aradım. Meğer kolos hani o malum, ortasında … bulunan 3 harfli kelime anlamına da gelmez miymiş Rumcada! Hadiii, Frango’yu tekrar ararsın, “mütemmim malumat” alırsın:

Gündelik konuşmada oramıza kolos, daha “terbiyeli” olarak pisinos/opisthia/popos, anatomide proktos, argoda da patos denirmiş. Ulan Volkan, senin gırgırın yüzünden dünya kadar vaktim gitti, ama ne hayati bilgiler edindik!

Önceki Yazı
Sonraki Yazı