Baskın Oran

İşkencenin raconu

İşkencenin raconu
İşkencenin raconu

Pınar Selek. FOTOĞRAF: HÜSEYİN ÖZDEMİR

‘‘Peşimi bırakmayan bir kâbus ve büyük bir işkence. Kendimi Kafka’nın ‘Dava’sındaki gibi hissediyorum” (Sabah, 17.02.10). Kızım Sırma’dan küçük Pınar Selek bir yıl önce böyle diyor. Ama Pınar, 12 yıldır kendisini yutmaya çalışan kâbus yüzünden Kafka’yı yarım hatırlıyor olmalı. Oradaki kişi, soyadı bile olmayan “Josef K.”dir. Evden daireye-daireden eve. Kimseler bu silik adamcağızın farkında bile değildir. Buna rağmen bir sabah iki kişi gelir evine, tutuklandığını bildirir.

Oysa hapse atılmamıştır, neyle suçlandığını bilmez, mahkemeye çıkamaz, savcıyla görüşemez, kanıtları göremez. Ama hayatı değişmemiştir aslında: O zaten yaşam tarafından tutuklanmıştı, hiç farkında olmadan. Kafka, Dava’yı yazdığı tarihten bir yıl önce doğacak A. Camus’nün ileride özellikle ‘Yabancı’da anlatacağı ‘absürd’ (saçma) kavramını haber vermektedir.

Pınar içinse, absürd olan tek şey vardır: Kendisinin bunca pisliğe bulaştırılması. Gerisi, başta soyadı, fazlasıyla sahicidir. Dedesi ilk TİP’lilerden Cemal Hakkı Selek, babası haksızlığa uğrayanların fisebilullah (karşılık beklemeden) avukatı Alp Selek’tir. Pınar’ın daha 20’lerindeki hayatı, bırakın silikliği, Ezilmişler ve Dışlanmışlar için mücadelenin göbeğidir. Daha öğrenciyken, kapısı sokak çocuklarından travestilere kadar her saat açık bir “Sokak Sanatçıları Atölyesi”nin kurucuları arasındadır.

Birbiri ardına davalar

1996’da sosyolojiyi birincilikle bitirip 97’de Kürt sorununu incelemeye girişince 98’de gözaltına alınır ve araştırmasında mülakat yaptıklarının ismini vermeyi reddettiği için ağır işkenceye uğrar. Filistin askısında sol kolu çıkar, üstüne düştüğüne ilişkin tutanak tutulur. Araştırmasına el konulur. Tek kişi olarak örgüt üyeliğinden dava açılır.

Tutuklanmasından bir ay geçmiştir ki, haberlerden öğrenir: 9 Temmuz 1998’deki Mısır Çarşısı patlamasının sanığı olmuş, daha ifadesi bile alınmadan basına “bombacı” olarak tanıtılmıştır. Bununla ilgili DGM’de açılan davada idam istenecek, bu dava örgüt üyeliği davasıyla birleştirilecektir.

Pınar’ın adı Josef K. değildir ki kendi tutukluluğu içinde dolanabilsin. Tam 2,5 yıl tutuklu kalır. Travestileri lastik hortumla döverken fotoğrafları çekilen “Hortum Süleyman” devri gelmiştir. Ama gelen başka şeyler de vardır: 11, 13, 14 ve 20 Temmuz 1998 polis raporları Mısır Çarşısı olayında bomba bulgusunun olmadığını söylemektedir. Bu sırada, sanıklardan Abdülmecit Öztürk 15 Ağustos’ta “P. Selek’le birlikte hazırladık” der. Gerçi kendisi üç gün sonra bu ifadeyi işkence altında verdiğini açıklayacaktır, ama Savcılık/Emniyet zaten “nitrosellüloz izleri” bulmuştur; bu bombadır. 14 Nisan 1999’daki duruşmada A. Öztürk’ün “Ben P. Selek’i tanımam bile” demesi de boşunadır.

Bu arada birbiri ardına raporlar ulaşır: 5 Temmuz 1999’da mahkemede ( İstanbul 12. Ağır Ceza) bomba uzmanının ifadesi: “Bomba olsaydı, yerde en azından 50 cm’lik bir çukur oluşurdu. Patlama, doğalgaz kaçağından”. 15 Haziran 2000’de İstanbul Üniversitesi analitik kimya raporu: “Nitrosellüloz birçok maddede vardır; bomba kanıtı olamaz”. 27 Temmuz 2000’deki Cerrahpaşa Adli Tıp Anabilim Dalı raporu: “Olguların hiçbiri bomba patlamasına bağlı yaralama değildir”. 21 Aralık 2000’de mahkemenin tayin ettiği üç profesörün raporu: “Kesinlikle gaz kaçağıdır”. Bunun üzerine Pınar 22 Aralık 2000’de serbest bırakılacaktır.

“Sistem” devreye giriyor

Bırakılacaktır ama, 19 Nisan 2001’de tam “Kafkaesk” bir olay vuku bulur. Mahkemeye bir yazı ulaşır. Mahkeme talep etmemiştir. Gönderen İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyeti de davanın tarafı değildir. Tahliye nedeniyle rahatsızlık belirten yazının ekinde, “Bombadır” diyen imzasız ve tarihsiz yeni bir rapor vardır. Yeniden bilirkişiye gidilmesini istemektedir. Mahkeme raporu yasal delil saymaz ama, o sırada bir tane daha gelir: Patlama konusunda uzmanlıkları olmayan jandarmaların mütalaalarıyla hazırlanan 4 Temmuz 2002 tarihli bir rapor.

Mahkeme yeni bilirkişi tayin eder. Ne var ki, Prof. İ. Gökmen de 10 Temmuz 2002’de “Gaz kaçağı patlaması” diyecektir. Bunun ardından gelen ODTÜ’nün 21 Kasım 2002 raporu da aynı tespiti yapacak, hatta patlamanın lahmacun fırınından olduğunu belirtecektir.

Bunun üzerine mahkeme 8 Haziran 2006’da “ceza verilmesini gerektirir kesin ve inandırıcı delil olmadığı” gerekçesiyle Pınar’ı beraat ettirir. Savcı temyiz eder. 17 Nisan 2007’de Yargıtay 9. Ceza Dairesi beraatı “hüküm kurulmamıştır” diye bozar. 23 Mayıs 2008’de Pınar’ı ikinci defa beraat ettirir 12. Ağır Ceza. Yargıtay 9. Ceza bu beraatı da bozar. Yargıtay Başsavcısı itiraz eder. Ceza Genel Kurulu 9 Şubat 2010’da 17’ye 6 hükmünü verir: Pınar’a ağırlaştırılmış müebbet gerekmektedir. Dosya 12. Ağır Ceza’ya geri yollanacaktır.

İşkence altında “Beraber yaptık” diyen ifadesi Pınar’ı suçlayan tek “delil” olan A. Öztürk. Kendisi beraat etmiş, bu hüküm savcı tarafından temyiz edilmediği için kesinleşmiştir.

Racon diye bir şey…

Başınız döndüyse sonlandıralım çünkü ben bunaldım: Dava bundan dokuz gün sonra devam edecek. Pınar Strasbourg’da doktorada. İşkence, adil olmayan yargılama ve ifade hürriyetine riayetsizlik nedenleriyle açtığı dava da AİHM önünde. Berlin’deki ‘Überleben İşkence Kurbanları İçin Tedavi Merkezi’ 98’deki işkencenin ve bu 12 yıllık kâbusun etkilerini Ağustos 2010’da resmen saptadı. 12. Ağır Ceza, önümüzdeki 9 Şubat Salı günü dosyayı yeniden ele alacak. Beraatta direnirse, 12 yıllık süreç Şekil-1’e dönecek. Yargıtay’a uyarsa, Pınar ağırlaştırılmış müebbet alacak.

Pınar, bir Josef K. olsaydı, kendi içinde tutuklanacaktı. Ezilmiş ve Dışlanmışlar’dan yana olunca bunları yaşadı, yaşıyor. Fark, bir hamamböceği ile bir bayrak arasındaki fark kadar.

Çok iyi anlıyoruz niye bu genç insanla böyle inanılmaz biçimde uğraşıldığını: Sokak çocuklarıyla, tinercilerle, travestilerle, Türkiye ’nin bu düşünmek bile istemediği gerçeklerle ilgilendiği için. Feminist ve daha önemlisi antimilitarist olduğu için. Tabii, bunları yapanın gencecik bir kadın olması da basıyor olabilir, biz erkeklere.

Ama kardeşim, bu kadar da olmaz ki. 12 yıllık işkencenin bile kendi içinde bir iç-etiği, “raconu” yok mudur? Bir canlının omuzları ne kadarını, kaç yıl taşır bu işkencenin? Ya bazılarının “vicdan”ları nasıl taşır?

Önceki Yazı
Sonraki Yazı