Aisopos’un (Ezop) efendisine “dünyanın en iyi ve en kötü yemeği” diye dil pişirmesi gibi, internet hiç kuşkusuz dünyanın en iyi ve en kötü şeyi.
İyi taraflarını anlatmaya gerek yok. Ama kötü tarafları Türkiye’nin geçirmekte olduğu şu fevkalade nazik dönemde fazla zarar vermeye başladı. Çünkü insanlar her an bir pislik bekler vaziyette. En kötü niyetli iletilere hiç kontrol etmeden inanma ve üstelik onları “Yahu, gördün mü neler olmuş!” diye bilinçsizce yeniden dağıtma eğiliminde.
Eylül 1955’te Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba atıldığı haberi gibi, bir gün internetteki bu pisliklerden biri bir felakete sebep olacak diye korkuyorum. Bu rezilliklere inananlar ve bunları sorumsuzca yeniden dağıtanlar arasında devletin yüksek kademelerinde önemli görevler almış, iyi eğitim görmüş, aklı başında kişilerin bulunduğunu bizzat bildiğim için korkuyorum.
Karanlığın türleri
Saymakla bitecek gibi değil ama internette dolaşanların en rezilleri, bebek pornosunun pisliğiyle burun farkı yapan nefret söylemleri. Yani, TCK’nın 216. maddesinde tanımını bulan, “farklı” olana karşı “alenen kin ve düşmanlığa tahrik ve onu alenen aşağılama”ya yönelik sözler. Uluslararası literatürde ifade özgürlüğü kavramına asla sokulmayan rezillikler.
Bunlar “yaratıcıları” açısından en az üç başlık altında toplanabilir:
1) Kendi adını gizleyerek üretilen nefret söylemi. Bunlar ırkçı sitelere genellikle takma isimle gönderilen iletiler. Daha önce hakkında bol sayıda örnekle geniş bilgi vermiş olduğum Türk Solu adlı ırkçı sitenin rahat rahat yayın yaptığını gören başkaları da şimdi sahneye çıkmış bulunuyor.
Örneğin Kürtleri, AKP’yi ve İslamcı akımları düşman ilan eden bir site “Ey Türk, silah kuşan, bir düşman da sen vur” kampanyası başlattı. Şöyle bir çağrısı var: “AKP yöneticilerini, kiralık savcılarını ve emperyalizmin yerli kalemşörlüğüne soyunan soy özürlü Türk kanı taşımayan devşirme Taraf, Yeni Şafak, Zaman ve bu gazetelere çanak tutan diğer gazete yöneticilerine ve yazarlarına karşı silahlı eylem hakkımızı saklı tutmaktayız!” İmza: TİBT Genel Başkanı Savaşan Atsız (Radikal, 24.08.08). Hem nefret söylemi hem de şiddete çağrı.
2) “Sanat” adı altında üretilen nefret söylemi. Bunun şu andaki “üstadı” İsmail Türüt. Önce Plan Yapmayın Plan şarkısıyla farklı dinden olan Hrant’ın katil sanıklarına çiçekler atarak şiddeti övdü:
“Ogün böyle desinler bugün böyle desinler/ Fatihalar Yasinler bitmez Karadeniz’de”. YouTube’daki klip bunun üzerine tüy dikmek oldu.
Arkasından şimdi de “AIDS” adlı şarkısıyla farklı cinsel eğilimden olanları aşağılıyor. Ayrıca, “Bu pisliği ancak bu illet paklar” diyerek AIDS’den ölmelerini ve “eşek cennetine götür” diyerek öldürülmelerini istiyor. Aşağılamakla yetinmiyor, yine şiddet’i çağırıyor:
‘Sokakları doldurmuşlar kopuklar ancak bu pisliği bu illet paklar ahh…/ Ameliyat oldu cinsi sapıklar/ Erkeklikten bıkanları al götür al götür babam olsa al götür, eşek cennetine götür/ Arkadan bakınca tipe bak tipe sonradan dönmeymiş sıpa oğlu sıpa ahh…/ Kolunda bilezik kulağında küpe incik boncuk takanları al götür…/ Babam olsa al götür, eşek cennetine götür’.
Aynı yazı, değiştirilen sanal yazarlar
3) Bu tür de yeni çıktı. Fevkalade tehlikeli. Çünkü saçtığı nefreti bir de başkalarının üstüne atıyor. Örneğin internette fıldır fıldır dolaşan bir yazı var. Başlığı: “Bir Türk Olarak Kürtlere Soruyorum”. Kürtleri ‘etnik köken üzerinden ırkçılık yapmak’la, başlık parası âdetiyle, gaspla, uyuşturucu ticaretiyle, aşağılık kompleksiyle, ‘başına kuş pislese devleti ve diğer insanları suçlamak’la, ‘asimile edildiği yalanını söylemek’le suçluyor.
Yazı Kürtlerin bizzat tarihsel varlığını reddediyor: ‘Emperyalist devletlerin sahte bir mazi yapıştırması neticesinde Anadolu’da hiçbir zaman varolmayan, sözde gasp edilmiş hayali bir anavatanınız olduğu yalanını yaymak yine sizde’.
Sonunu da şöyle bağlıyor: ‘Kürdüm diyen sizler, acaba bu kusurlarınızı hallettiniz mi ki, Türkleri pervasızca eleştiriyorsunuz? Size yer, yaşam hakkı, hak-hukuk vermekten başka ne yapmış bu ülkenin vatandaşları?’
Kim yazmış? Yazının başında şöyle diyor: “Posta gazetesinin Ankara temsilcisi Hakan Çelik’in yazısı”. Bana bunu bir arkadaşım yolladı. Hani, devletin yüksek makamlarında önemli görevler almış, iyi eğitim görmüş bir arkadaşım. Ben de hemen bu konuda bir yazı yazmaya sıvandım.
Dipnot vereceğim ya, Posta’nın hangi sayısında çıktığını görmek istedim. Ne buldum yine internette, biliyor musunuz? Şunu:
‘Gazeteci Hakan Çelik mail mağduru. Çelik bir açıklama yayınladı:
“Bir süredir internet sitelerinde dolaşan ve ‘Bir Türk olarak Kürtlere soruyorum’ başlığını taşıyan bir yazı, haber ve forum grupları arasında hızla yayılmaktadır. Söz konusu yazının benimle ve Ankara temsilcisi olarak görev yaptığım Posta Gazetesi ile kesinlikle ilgisi yoktur. Böyle bir yazı kaleme almadığım gibi yazıda geçen düşünceleri savunmam da mümkün değildir. Yaşanan terör eylemlerinden Kürtlerin tamamını sorumlu tutan, ırkçı ve aşırı milliyetçi unsurlar taşıyan yazı olsa olsa iki halkı birbirine düşürmek isteyen kötü niyetli çevreler tarafından kaleme alınmıştır”.
Bana yazan arkadaşı hemen uyardım tabii.
Ama bugün kendisinden bir ileti daha aldım. Diyor ki: “Bugün de böyle bir şey geldi”. Baktım, aynı nefret söylemi metni. İmza: Bu sefer de Erol Mütercimler’e yazdırmışlar! Arkadaşımı yine uyardım, “Yok yahu, aynı metin mi?” dedi.
Yargı ne yapıyor?
Bu türden pislikleri yazanlar ne oluyor? Kendi tecrübemden söyleyeyim:
1) Daha önce yeterince yazdığım için uzatmıyorum, Azınlık Raporu çıkınca bendenize ve Prof. Kaboğlu’na resmen ana-avrat küfredenler de dahil olmak üzere hiç kimse (tekrar: hiç kimse) mahkum olmadı. Yargıtay aşaması dahil.
2) İnternetten 11 adet hakaret ve ölüm tehdidi iletisini yollayanlardan şu ana kadar mahkum olan yok. Nereden yolladıkları tespit edilenlerin yargılanmaları bile Nisan başından beri yani yedi aydır devam ediyor. Bütün kanıtlar ortada ama duruşmalar durmadan erteleniyor.
İnternetle tanıştıklarını pek sanmadığım yargı mensuplarımız son bir yıl içinde tam 1112 internet sitesi sansürlediler (Radikal, 30.09.08). Belki de bu fazla mesai yüzünden insanlara ölüm tehdidi yağdıranlarla yeterince meşgul olamıyorlar. Bilmiyorum, Danıştay saldırısı olayı kendilerini uyarmaya yetecek mi.