‘‘Öz savunma gücü”. “Kürdistan Bayrağı”. “Özerk Kürdistan”. Ben dahil herkes, sanki bir tanesi yetmezmiş gibi ikinci bir ulus-devlet kurmaya işaret eden bu simgelere takıldık ve saldırdık. Olayı BDP ’ye fatura ettik. Oysa, haberiniz olsun, BDP’nin yayınladığı özerklik metninde bunlardan hiçbiri yok. Olayı 24 Aralıkta açığa çıkaran kişi, T24 sitesi Gn. Yay. Yön. Doğan Akın. Başından anlatayım çünkü mesele acayip.
T24.com.tr’de Ayşe Hür anlatıyor. 18-19 Aralık’ta Diyarbakır’da düzenlenen Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) Demokratik Özerklik Çalıştayı. İlk günün akşamı yemeğe gidilirken 17 sayfalık bir metin dağıtılıyor, geç yatılıyor. Ertesi (son) gün ancak öğleden sonra konuşulabiliyor üzerinde. Bu metin PKK’ya yakın Fırat Haber Ajansı (FHA) sitesinde. Daha doğrusu, orijinal metin yok, 2.789 kelime tutan 7 sayfalık özeti. Hem, 1970’lerde Marksist jargon kullanarak nasıl ulusalcılık yapılırdı onu görürsünüz, hem de aynı metin 2000’lerde tekrar daktiloya çekilirken “ekolojik paradigma” türünden yeni terimler nasıl monte edilir, onu.
BDP’nin metni çok farklı
Şimdi öğreniyoruz ki, DTK Çalıştayı sürerken BDP sitesinde (bdp.org.tr) bir bildiri metni daha varmış. Asıl, 2.027 kelimelik bu metin DTK’ya ait olmalı çünkü FHA sitesi metninde bir kere bile geçmeyen “kongremiz” kelimesi burada yedi kere geçiyor. FHA metnini adeta yeni bir ulus-devlet ilanına döndüren “öz savunma” (özette bile: 14 kez), “konfederal birlik” (özette: 6 kez), “Kürdistan hukuku”, “Özerk Kürdistan’da resmi dil Kürtçe ve Türkçe” ifadeleri BDP metninde hiç yok. Orada “Bayrak ve resmi dil tüm Türkiye Ulusu için geçerlidir” diyor. “Her ulus için ayrı bir devlet talep etme gibi gerçeklikten uzak” durumların, “halkların birbirini boğazlamasına kadar gidebilecek” bir süreci tetikleyeceğinden bahsediyor. “İl valileri ile bakanlıkların taşra teşkilatı hem merkezi hükümetin hem de bölge yürütme kurulunun kararlarını uygulasın” diyor.
Özellikle bu son açıdan BDP metni 1921 Anayasası’ndan yumuşak. Çünkü orada valinin tek işlevi vardı: Merkezi hükümetin yetkileri ile özerk vilayetin yetkileri arasındaki bir “tearuz (zıtlık) vukuunda” müdahale etmek (md. 14). Vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, ekonomi , tarım, bayındırlık, sosyal yardım konuları “vilayet şuraları”nın yetkisindeydi ve md. 12 uyarınca bu şuralar, md. 11 uyarınca “muhtar” (özerk) olan vilayetin halkı tarafından seçiliyordu. Bunları mektepte okutmamışlardı galiba bize.
Türkiye’de bilinen ve eleştirilen metinden son derece farklı bu BDP metni özetle ne talep ediyor peki? 1) Türkçeden başka diller ve kültürler üzerindeki baskı kaldırılsın. 2) Herkese “Türk” diyen bir vatandaşlık tanımı yerine, Türkiye Ulusu’nun tümünü kapsayan “Türkiyeli” üst kimliği esas alınsın. 3) Hantal merkezi idari yapılanma yerine yerel yönetimlere yetki verilsin. Bu, bütün Türkiye’ye yayılacak 20-25 bölge için olsun ve hepsi kendi renk ve sembollerini kullanabilsin.
Bunlara itiraz edebilir misiniz? Türkiye’yi Kürtçe mi bölüyor, Kürtçe yasağı mı? Ayrıca, “idealimiz” Fransa’dan her birine örnek vereyim: 1) Resmen tanınmış “bölge ve azınlık dilleri”nin sayısı yalnızca metropol Fransa’da 16’dır ve bunların dördünde 1951’den beri, ikisinde 1974’ten beri eğitim yapılır. 2) Fransa’da üst kimlik “Fransız”dır ama bu isimde bir etnik grup yoktur. Türkiye’de ise üst kimlik “Türk”tür ve bu isimde bir etnik grup vardır. 3) Anayasa md. 1: “Fransa bölünmez, laik, demokratik, sosyal (…) ademimerkeziyetçi bir cumhuriyettir”. Bu ülkede Bask, Alsace ve Korsika bölgelerinin ayrı bayrak ve amblemleri vardır (bkz. yazı dizim: Radikal, 6-11 Eylül 2009).
Birtakım sorular/saptamalar
Birbirine hiç benzemeyen iki metin var. Herkes FHA sitesine konulana hücum etti, diğerinden haberi bile olmadı; neden? Çünkü birinci metin Diyarbakır’da dağıtıldı, ikincisi ise tamamen arkaik bir sitede yayınlandı: BDP ana sayfasında hâlâ “12 Eylül’de Sandığa Gitmiyoruz!” duruyor. Ama esas, BDP sesini çıkartmadı; bilin bakalım neden.
Hangisi önce yayınlanmış? FHA’daki “sert” metin 18 Aralık akşamı dağıtıldı. BDP metninin google önbellek’teki en son izini bilgisayar kurdu genç arkadaşım Bülent Küçükaslan 14 Aralık 2010 saat 22.58 olarak saptadı. Metnin ilk versiyonu daha bile erken: 17 Temmuz 2010. Doğan Akın aradı, bu metnin doğrudan DTP’nin 9 Kasım 2007 metninden kaynaklandığını haber verdi. Bu durumda FHA metni, ilk metin olan BDP metnine “cevap” olmasın?
Devam edelim. Devlet baskısı sayesinde kurulan bunca PKK başatlığına rağmen, çok farklı iki metin ne demek? Kürt burjuvazisinin fevkalade önemli yükselişine gitmeye hiç gerek yok, BDP bile ilk defa fevkalade farklı bir metin ortaya koyduğuna göre, Kürtlerde artık tekel olayının sonu, çoksesliliğin başlaması demek. Kürtlerin en doğal insan haklarını bile inkar eden bizim “Etrak-ı bî idrak”ın bütün provokasyonlarına rağmen, “sert” yöntemlerin artık “Ekrad-ı bî idrak” kategorisine doğru inişe geçmesi, yerini çağdaş insan hakları savunucularına bırakması demek. Şimdi anlıyor musunuz BDP’nin Türkiye için ne nimet olduğunu?
“Öz savunma gücü”nü tartışmaya bile gerek yok çünkü bizzat Çalıştay’da fena hırpalandı ama “bayrak” istemeye gelelim. Niye bu talep? Hemen anlamak için, ulusalcılarımızın herhangi bir gösterisini gözünüzün önüne getirin. Bu insanlar ulusal bayrağa, her hadisede dincilere ve Kürtlere karşı sallanacak “flama” muamelesi yapıyorlar; hep yaptılar. Doğu’da dağlar “Jandarma Komando” ve “Ne Mutlu Türk’üm Diyene”, üstünde Türk bayrağı dolu; başka bir bölgede gördünüz mü? PKK isyanı öncesi de bu böyleydi. Bu yüzden ayyıldızlı bayrak Kürtler tarafından hiçbir zaman “bizim” diye düşünülmedi. Murat Belge’nin 25.12.10 tarihli Taraf’ta anlattığı, ülke halkını oluşturan 4 unsura ait (İngiliz, İskoç, İrlandalı, Galli) “ulusal” bayrağın çakıştırılmasından elde edilen B. Britanya bayrağı durumu bizde maalesef olmadığı için, ulusal bayrak hiçbir zaman “hepimizin” telakki edilmedi.
Atatürk değil, M. Kemal söylemişti
Son olarak: Artık tekelini kaybetmeye başlayan “sert” metin neyi temsil ediyor? Neyi edecek, Atatürk’ün M. Kemal Paşa olduğu dönemde söylediği, Kürt Sorunu’nun özünün özü olan büyük gerçeği temsil ediyor: “Türkiye’nin halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür.” (16.01.1923, İzmit Basın Toplantısı).