“Sayın Rektörüm, siz bana göre oldukça genç sayılır ve bu nedenle bilemeyebilirsiniz.”
Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş, hayatının dersini, üniversitenin eposta grubuna emekli tıp profesörü Ferit Pehlivan’ın geçenlerde yazdığı bu cümleyle almaya başladı.
Ferit Hoca, makama gerçekten saygılı bir üslup kullanmıştı. Ama şahsen maruz kalsaydım yerin dibine geçmek isteyeceğim bir nasihat veriyor ve diyordu ki: Eskiden saygıdeğer rektörler, yasaların kendilerine verdiği yetkilerin birçoğunu fakülte dekanlarıyla paylaşırlardı. Bu yasal yetkiler ile üniversitemizin demokratik gelenekleri arasında iyi bir denge kurmuş olurlardı. Dekanlar da aynı şeyi anabilim dallarıyla yapar, sevgi ve saygımızı kazanırlardı. Yüz kızartıcı bir suç işlemeyen SBF dekanına yetki anlaşmazlığı nedeniyle soruşturma açmak geleneklerimize aykırıdır. Üniversitemize yakışmayan böyle bir yanlışlıktan bir an önce dönün.
Yani, diyordu ki tecrübeli hoca, ortalığı lüzumsuz geriyorsun. Kutuplaştırıyorsun!
Olay neydi?
Rektör İbiş, Dekan Karatepe’ye soruşturma açıyor. Neye dayanarak? Geçenlerde müebbede mahkum edilen 12 Eylül generallerinin çıkardığı, 21 Ağustos 1982’de yürürlüğe giren YÖK Disiplin Yönetmeliği Md. 5/b’ye dayanarak: “Özürsüz veya izinsiz olarak göreve geç gelmek, erken ayrılmak, görev mahallini terketmek”. Oysa Karatepe, yasa gereği üyesi olduğu Basın İlan Kurumu’nun İstanbul’daki toplantısına gitmeden Rektörlükten izin almış, 2547 s. YÖK Kanunu’nun 16. maddesi gereği yerine yardımcısını vekil bırakmış.
İbiş, emekli profesöre aynı eposta grubu üstünden verdiği cevapta yaptığı işi şöyle savunuyor: SBF’de eğitim engelleniyor, bazı öğrenciler darp ve tehdit ediliyor, dekan bunlara karşı tedbir almıyor, işlem yapmıyor, hatta göz yumuyor. Bunları yazarken de SBF’nin “terörüze” edildiğini bildiriyor ve aynen şöyle devam ediyor (virgülünü değiştirmeden veriyorum):
“Soruyorum size ben demi göz yumsaydım? Bendemi görmezden gelseydim? Bendemi küçük bir marjinal grubun fakülteyi teslim alıp diğer öğrencilerin hatta hocaların tehdit altında, baskı altında kalmasına sessiz kalsaydım?”
Esas ne olmuştu?
İbiş’in 180 derece çarpıttığı olayın aslı şöyle: 8 Mayısta geleneksel İnek Bayramı’ndaki Kardeş Türküler konserinden çıkan iki Kürt öğrenci gece eve giderken altı Ülkücü tarafından sıkıştırılıyor, başlarından ve ellerinden satırla yaralanıyor, hastaneye kaldırılıyor. Saldırganlar kameralardan tespit edilip Emniyet’e ve Savcılık’a bildiriliyor Bunun üzerine bütün Cebeci kampüsü elektrikleniyor ve olaylar 17 Ülkücünün öğrenciler tarafından içeri sokulmamasına kadar varıyor. Bu Ülkücüler tehdit alıyoruz diye Emniyet’e başvurunca da, yaralanan iki çocuk dahil çok sayıda öğrenci gözaltına alınıyor… (bkz.)).
Devamını özetleyeyim. Tehdit alıyoruz diyen Ülkücülerin sınavlara Rektörlükte girmeleri sağlanıyor ve zaten sınava odaklanmış kampüste ortalık yatışıyor. Fakat İbiş “olaylar çıkabilir” gerekçesiyle kampüs dekanlarının, bu arada da Karatepe’nin iznini iptal ediyor. İşin ilginci, yurt dışına gideceklerinkini iptal etmiyor, yurt içine gideceklerinkini ediyor. Karatepe İstanbul’a toplantıya gidiyor, İbiş soruşturma açıyor.
Daha bu soruşturma sürerken İbiş’ten ikinci bir soruşturma: “görevini ihmal ederek terör örgütlerinin SBF’de hâkimiyet kurmasına fırsat vermek…” Garabet ve gayrı ciddilik, yollanan soruşturma yazısının daha ilk paragrafında “YÖK Disiplin Yönetmeliği’nin ilgili maddelerine göre” gibi bir ifade kullanılmasıyla başlıyor. Yani, yazıyı yazan üç soruşturmacı profesör diyorlar ki, biz fiilleri söyleyelim, sen ilgili maddeyi bulursun artık. Ve Ekler’de “delil” olarak: Star’dan ve MHP organı Yeniçağ’dan yazılar ile Twitter ve eposta mesajları…
Sebep ne?
1) Yandaş medya Karatepe hakkında kampanya açmış vaziyette. Akit gazetesi tabii ki başrolde, kendisine tam yakışan üslubuyla, “Sözde şenlikte tam anlamıyla eşeklik sergilendi. Fakülteye getirilen ineğe de işkence yapıldı” diyor (bkz.)
Başka medya tetikçileri de hiçbir kanıt, isim, tarih, olay göstermeden İbiş’i açıkça kışkırtıp diyorlar ki, Rektör nerede? Yasadışı unsurlar SBF’de cirit atıyor. Dekan politika yapıyor. (bkz.)
Dekan Karatepe şaşırmış, diyor ki: : “Adından da anlaşılacağı üzere burası Siyasal Bilgiler Fakültesi. Burada başka ne yapmamızı bekliyorlardı?” (bkz.)
2) Karatepe’nin günahı büyük: Mülkiye’nin en çok kendi hocalarıyla dalga geçtiği İnek Bayramı’nda güncel siyasetle de dalga geçiyor. “Gezi olaylarından sonra çok şey öğrendik” diye başlayarak devam ediyor:
“Bu kasetlerde üçüncü havaalanı, üçüncü köprü gibi büyük devlet ihalelerini alanların, bunları tamamladıklarında milletin anasına ne yapacaklarını öğrendik. Biz Mülkiye’de notların sıfırlanmasına alışmışken, tapelerde paraların da sıfırlanabileceğine tanık olduk, üç-beş kuruşun bir trilyona denk geldiğini öğrendik. İktisat bölümü hocalarımız hâlâ dış denge, cari açık vs. gibi konularda neoklasik iktisadın kuramlarını anlatıyorlar. Oysa artık Reza Zarrab’ın teorisini okutmanın zamanı geldi. Adam tek başına cari açığın %15’ini kapatmış.”
Kara mizahı da ihmal etmiyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın “Çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin” sözlerine atıfta bulunarak diyor ki, “Ben buradan Sayın Bakan’a soruyorum: Eskişehir’de bir karanlık sokakta Ali İsmail Korkmaz’ın attığı çığlıkları duyabildiniz mi?” (video)
Esas sebep ne?
Meşhur tabiri olayımıza uygularsak: Erdoğan İbiş’e, İbiş de dekanına. Olayın “özü” bu. Başbakan Erdoğan’ın kışkırtıcı, kutuplaştırıcı üslubu üniversiteyi de avuçlarına almış vaziyette. Zaten 12 Eylül faşizminin kurduğu YÖK düzeni buna çok müsait, zaten insanlar korkmakta, üstüne bir de bu atmosfer. Eh, İbiş de ikinci dönem görev için cumhurbaşkanı tarafından seçilecek…
Şimdi YÖK yasası bu türden baskıları günlük hale getirebilmek, hatta istenmeyen üniversiteleri kapatabilmek için değiştiriliyor. Tüm tıp fakülteleri de Sağlık Bakanlığı’na bağlanıyor (bkz.). Bu kadarını vallahi ve billahi, çok seviyeli bir ilişkileri olan İhsan Doğramacı-Kenan Evren mutlu çifti bile akıl edememişti. İşte buna “tüy dikmek” denir.
(Unutmadan; bu tabirin nereden geldiğini daha önce yazmış mıydım? XIV. Louis Fransa’da mutlakiyetçi yönetim kurmanın başlıca yöntemi olarak Versailles Sarayı’nı inşa ettiriyor. Bütün feodal beyleri oraya topluyor ki, topraklarının başından ayrılıp zapturapta girsinler. O devirde (deveboynu tekniği henüz icat edilmediği için) sarayda hela yok; soylular lazımlığa çatlıyorlar, uşakları da gidip dışarı döküyor ve sabah kuruduğunda kolayca tutup atabilmek için, daha sıcak sıcakken, üzerine her soylunun özel tüyünü dikiyorlar…)
Bir de, içim kavrula kavrula bir “altın vuruş” yapmama izin veriniz ki üniversitenin durumunu özetleyeyim: Dekan Karatepe’yi destekleyen bildiriyi Mülkiye öğretim elemanlarının üçte ikisi imzalamaktan çekindi. Mülkiye eskiden böyle omurgasız değildi. Anlayın ortamı.
Dikkat dikkat, çok önemli
Bunları yazdıktan sonra, son anda, Ankara Üniversitesi’ndeki 60 öğretim üyesi hakkında soruşturma başlatıldığı haberi ulaştı. Yalnız, çok dikkat, sadece disiplin değil, TCK Md. 112’den (eğitim-öğretimi engellemek) ceza soruşturması! Ederi: 2 yıldan 5 yıla kadar hapis…
Hocalar sırayla gidip ifade vermekte. İtham: 2011 yılında, başörtüsüyle girmeyi engellemiş olmak. Olay resmen fantastik yahu! Sadece eski defterleri karıştırmak yüzünden değil; SBF ve İletişim başörtüsünü yasaklamayan nadir yerlerden idi de ondan!
Fantastik, ama fazlasıyla açık: AKP iktidarına biat etmeyen bütün özel ve kamusal kurumlara yapılan, şimdi de üniversite ve fakültelere uygulanıyor. Bunları “uysa da, uymasa da” usulü dize getirme operasyonu başladı; son örneklerini bir ara yazarım. Erdoğan iktidarı Boğaziçi ve ODTÜ’ye diş geçiremedi, kestaneleri ateşten Ankara Üniversitesi Rektörü İbiş eliyle çekmek, kendisine biat etmeyen SBF ve Ankara İletişim gibi okulları olsun “halletmek” istiyor.
İktidar resmen çıldırmış olmalı! Erdoğan’ı (ve İbiş’i) tanıyorsam, bu işin arkası gelecektir. Bu pirinç daha çook su kaldıracağa benzer. Yakın izlemedeyiz; işimiz ne!